06 Eylül 1566- Kanuni Sultan Süleyman’ın Vefatı
Osmanlı Sultanlarının onuncusu ve İslam halifelerinin yetmiÅŸ beÅŸincisi olan Kanuni Sultan Süleyman, 1509´da Kefe sancakbeyliÄŸine gönderilinceye kadar babasının yanında kalmış ve bu müddet içinde iyi bir öÄŸrenim ve eÄŸitim görmüÅŸtür. Babası Yavuz Sultan Selim´in 1514 İran ve 1516 Mısır seferleri sırasında Rumeli´nin muhafazasıyla görevlendirildi ve Edirne´de oturdu. Babasının vefatı ile de 30 Eylül 1520 tarihinde 26 yaşında iken Osmanlı tahtına çıktı.
Kanuni Sultan Süleyman, Belgrad´Ä±n fethi (1521) ile Orta Avrupa´nın, ÅŸövalyelerin üssü olan Rodos´un zaptı (1522) ile de Akdeniz hâkimiyetinin kapılarını Osmanlı İmparatorluÄŸu’na açtı. 1526´da yüz bin kiÅŸilik ordusu ve 300 kadar top ile Mohaç ovasında Macar ordusuyla karşılaÅŸtı.
Bu durumda sancaklarını açıp ellerini semaya doÄŸru kaldıran Sultan: “Ya Rabbi! Senin kudret ve himayeni diliyor, Hazreti Muhammed´in ümmetine yardımını niyaz ediyorum” diye yalvardı. Tarihin bu en büyük meydan savaşında düÅŸman ordusunu yok eden Kanuni, 20 Eylül´de Macaristan´Ä±n baÅŸÅŸehri Budin´e girdi.1529 da Viyana muhasara edildi ise de, kuÅŸatma vasıtalarının getirilmemesi ve kış mevsiminin yaklaÅŸması üzerine neticesiz kaldı. 1532´de Alman seferine çıkan Kanuni, Viyana´yı arkada bırakarak Gratz, Marburg, Gunss ve daha birçok Alman ÅŸehirlerini zapt etti. Yedi ay Avrupa içlerinde dolaÅŸtığı halde, İmparator karşısına çıkmaÄŸa cesaret edemeyince geri döndü. Fetih hareketlerine devam eden Kanuni, 1535´de Tebriz´i zapt etti. 1537´de İtalya seferine çıkarak, Otranto´ya kadar ilerledi.
Karalarda cihan hâkimiyetini eline geçiren Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayreddin PaÅŸa vasıtasıyla denizlerde de Osmanlı Devleti´nin gücünü gösteriyordu. Nitekim bu büyük deniz komutanı haçlı donanmasını 27 Eylül 1538´de Preveze´de imha ederek, müstesna bir zaferle Akdeniz’de tam bir hâkimiyet kurdu. Kanuni SüveyÅŸ´te kurduÄŸu donanma ile de Kızıldeniz´i ve Arabistan sahillerini emniyet altına aldı ve Avrupalıları Hindistan sahillerinden uzaklaÅŸtırmaya baÅŸladı.
Bu fetihleri; 1543´de Estergon, Nis ve İstolni-Belgrad, 1551´de Trablusgarb´Ä±n zaptı ve 1553´de Nahcıvan seferi takip etti. İhtiyar ve hasta bir halde iken 1566´da yine cihada çıkan bu büyük sultan, Zigetvar kalesinin zaptı sırasında top sesleri arasında 72 yaşında iken vefat etti.
Yavuz döneminde 6,5 milyon km2 olan Osmanlı Devleti’nin toprakları, Kanunî devrinin sonunda 15 milyon km2 ye yükseldi.
Hayatı cihadla geçen Kanuni Sultan Süleyman, “Nasıl yaÅŸarsanız öyle ölürsünüz”1 hadisini hayatıyla gösteriyor, Osmanlı İmparatorluÄŸu’nu bu güzel seviyeye getirdikten sonra yine cihad meydanlarında can veriyordu.
11 Eylül 1931- Libyalı Kahraman DireniÅŸçi Ömer Muhtar’ın Ölümü
İtalyan emperyalizminin kanlı ve çirkin çizmeleri Bingazi’yi kirletmeye çalıştı. 1911’den itibaren bölge Müslümanları izzet ve ÅŸerefi elden bırakmayarak bu talancı güruha karşı kıyamı baÅŸlattı.
Kıyam lideri Ömer Muhtar’dı. Çöl Arslan’ı Ömer Muhtar iÅŸgalin hemen ardından köy köy, ÅŸehir ÅŸehir dolaÅŸarak herkesi cihada çağırdı ve “kâfirlerin esareti altında yaÅŸamaktansa ölmenin daha büyük bir ÅŸeref olacağını” anlattı. İdris es Senusi’nin hastalanmasından sonra Libya DireniÅŸ Hareketleri ve KurtuluÅŸ’unun baÅŸkomutanlığına Ömer Muhtar getirildi. Ömer Muhtar mücahit kuvvetleri ustaca teÅŸkilatlandı.
Bir ara İtalyanlar ajanlar vasıtasıyla Ömer Muhtar’a kendilerince cazip teklifler sundular. Çöl Arslan’ının cevabı ise tarihiydi: “Ben her isteyenin böyle kolaylıkla yutacağı bir lokma deÄŸilim. Beni imanım, inancım ve cihadımdan alıkoymaya çalışan herkesi, Cenab-ı Hakk eli boÅŸ olarak yüz üstü bırakacaktır. Bizim Allah düÅŸmanlarıyla savaÅŸmaktan baÅŸka hiçbir seçeneÄŸimiz yoktur” diyordu. 11 Eylül 1931 tarihinde, Zonta yakınında gerçekleÅŸen çatışma sonucunda yaralanan Muhtar, İtalyan güçleri tarafından ele geçirildi. Üç günlük bir dava sürecinin sonucunda suçlu bulunan Muhtar, 16 Eylül 1931 tarihinde asılarak idam edildi.
Ömer Muhtar ÅŸehadet ÅŸerbetini içerken, adını tarihteki ÅŸanlı direniÅŸçi liderlerin arasına altın harflerle yazdırıyor ve tüm Müslümanlara örnek olma ÅŸerefine eriyordu.
18 Eylül 1932 – Arapça Ezanın Yasaklanması ve İlk Türkçe Ezanın Okunması
Dünya Müslümanlarının en azından ezanda da olsa birliÄŸinden rahatsız olanlar, 18 Eylül’de ezanın Türkçe okunmasına karar kıldılar. Ezan ve camii gibi İslam’ın ÅŸiârını ortadan kaldırmak isteyenler, aslında namazla ve ezanla da alâkaları olmadığı halde, sözde; “Kur’an’ı ve İslam’ı anlayarak okuma, kavrama” bahanesiyle bu tür giriÅŸimlerde bulundular.
1941 yılında ise çıkarılan kanunla Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddesinde bir deÄŸiÅŸiklik yapıldı. Yapılan deÄŸiÅŸikliÄŸe göre, Arapça ezan okuyanlar ve kamet getirenler, üç aya kadar hapsedilecek ve 10 liradan 200 liraya kadar para cezası ödeyeceklerdi.
Aradan geçen 18 sene boyunca Müslümanlar âdeta camiden soÄŸumuÅŸ ve camiler yalnızlığa terk edilmiÅŸti. 1950 yılına gelindiÄŸinde ise çıkarılan yeni bir kanun ile Arapça ezan okuma yasağı kaldırılmış ve ezan tekrardan Arapça okunmaya baÅŸladı.
Mevcut laik rejim Müslümanlar üzerinde bu gibi sibop ayarlarını sürekli yapa gelmiÅŸtir. İmam Hatiplerin kapatılma kanununun fes edilmesi, katsayı uygulamasının düzeltilmesi, ezanın Arapça okunmasının serbest olması, yarınlarda belki de tamamen serbest bırakılacak baÅŸörtüsü yasağı gibi uygulamalarla İslamî hak ve özgürlükler peÅŸinde olanların havaları alınmış ve İslamî hizmetler rehavete sevk edilmiÅŸtir. Åžunu kendimize sormamız gerekir, neden bu kadar küçük kazanımlarla yetinir olduk? Kanaatimizce bunun gerçek sebebi ÅŸudur; Müslümanlara asıl davalarını unutturarak, İslam’ın helallerini ve haramlarını dava zannetmelerini saÄŸlamaktır. Müslüman’ın asıl davası ülkesinde ve dünyada istisnasız her meselede Allah’ın dediÄŸinin olmasıdır.
1. Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663