Kavramların ters yüz edildiÄŸi ÅŸu çaÄŸda, belki de üzerinde en çok oynanan, taÄŸyirât ve tahribât yapılan kavramdır özgürlük. Ä°nsanı bir taraftan gerçek huzura- sükûnete kavuÅŸturan, bir taraftan da huzurunu hepten bozan o sihirli kavram, özgürlük…
Zannedilir ki özgürlük bu çağın kavramıdır, bu çağın talebidir, yeni bir duygudur. Oysa insanoÄŸlu, yaratılışından bu yana, hakiki özgürlüÄŸe meyyal bir varlık olmuÅŸtur. Fıtratını bozmamış her insan, kendisiyle eÅŸit düzeyde olan insanların tahakkümünden hoÅŸlanmaz; ister ki, kendisinden daha büyük, daha güçlü, daha ilim sahibi bir varlığın dışında, kimse kendisine hüküm koymasın. Ä°nsanı böyle bir fıtratla yaratan Allah Azze ve Celle, gönderdiÄŸi fıtrat dini ile insanın bu yönünü sürekli geliÅŸtirir. Ve Rabbimiz, adı ‘Ä°slam’ olan teslimiyetin içerisinde, özgürlüÄŸü mükemmel bir ÅŸekilde yaÅŸatır. Ä°slam olan insan, aslında Allah’a teslim olduÄŸu her konuda bir esaretten kurtulur ve teslim olduÄŸu her konuda özgürleÅŸir. Ne kadar teslim olursa o kadar özgürleÅŸir; kulluÄŸa doÄŸru attığı her adımda, ruhu bir adım daha özgürleÅŸir. Buna mukabil, bugünün sözde özgürleri ise yaÅŸadıkları özgürlüÄŸün içerisinde esaretin dip âlâsını yaÅŸarlar.
Özgürlük, sadece yaÅŸanılan hayat tarzında kendini bulan bir kavram deÄŸildir. Kalbi, ruhu, aklı aslında tüm melekeleri ilgilendiren ve onlara yön veren bir kavramdır. Kalbî özgürlüÄŸe kavuÅŸamamış bir insanın, kendini ruhen özgür hissetmesi mümkün deÄŸildir. Kalbin özgürlüÄŸünü saÄŸlayacak temel duygu ise imandır. Tevhidi özümsemiÅŸ ve Allah’a i’tisam (baÄŸlanmış) etmiÅŸ bir kalp, insanı özgürlükte zirve noktaya çıkarır. KiÅŸi Allah Azze ve Celle’ye ne kadar baÄŸlanırsa, masivadan (Allah’ın dışındaki her ÅŸey) o kadar sıyrılır, kurtulur ve özgürleÅŸir. Yani i’tisam-ı billâh, kiÅŸinin i’tisam-ı binnefis, i’tisam-ı biÅŸÅŸeytan ve i’tisam-ı biddünya’dan kurtulmasını saÄŸlar. Tam baÄŸlanamayan insanların özgürlükleri, tam ve sürekli bir özgürlük olamaz. Dolayısıyla insanı hürriyetten mahrum edip, adeta yüreÄŸine üç büyük düÄŸüm atan nefis-ÅŸeytan-çevre üçgeni çözülmedikçe, esaret kuvvetle devam edecektir.
Bizi bu prangalardan kurtarmak için, ‘Fefirru Ä°lallah’1 (Allah’a kaçın) buyuran Rabbimiz Teâlâ, adeta dünya sevgisinden alıp başımızı gitmemizi, kaçıp kurtulmamızı isteyerek, hakiki özgürlüÄŸe kavuÅŸmamızı murad ediyor. Dünya nimetlerine ve dünya sevgisine karşı özgürlüÄŸünü ilan etmeyenler, ahiretin o muazzam nimetlerine baÄŸlanamazlar; dünya sevgisine karşı özgürlüÄŸünü ilan etmeyenler, Allah’a hâs kul olup, baÄŸlanamazlar. Yani tam terk etmeden tam kavuÅŸma gerçekleÅŸemez. Tam özgürleÅŸmeden, tam kulluk yaÅŸanamaz.
Bugün zannedilenin aksine en büyük esareti, diktatörlere boyun eÄŸen OrtadoÄŸu coÄŸrafyası deÄŸil, kendini ziyadesiyle özgür zanneden, Batı toplumları yaÅŸamaktadır. Evet, diktatörlere boyun eÄŸmek de büyük bir esarettir; ancak nefsin köleliÄŸi kadar büyük bir esaret olamaz. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyuruyor ki: “Allah’ın ibadet edilecek yegâne mabutluÄŸu bir tarafa, sema gölgesi altında, arzularına uyulan nefisten tapınılır daha büyük bir ilâh yoktur.”2 Nefsin ilahlaÅŸtırılarak hâkimiyet ilan ettiÄŸi bu toplumlarda, insan adeta ‘hayvandan daha aÅŸağı’ bir mertebeye indirilerek, baÅŸka bir mahlûk kategorisi oluÅŸturulmuÅŸtur. Ne için yaratıldığını bilmeyen, hayatı sadece zevk ve eÄŸlenceden ibaret gören, fıtratını bozmuÅŸ yığınlar... Refah içerisinde yaÅŸayan bu toplumlar, sefahatin esiri olmuÅŸ gerçek sefillerdir. Evet, DoÄŸu toplumlarındaki sefalet, köle ruhlu insanların oluÅŸmasına sebep olmuÅŸtur; çünkü fakirler ve ezilenler, zenginlik ve güç karşısında kendilerini ezik hissederler ve onlara hayranlık duyarlar. Ancak sefaletin yaÅŸattığı kölelikten daha beterini sefahat yaÅŸatmaktadır. Dünyevi zevk-u sefanın envai çeÅŸidini tadanlar, artık hiçbir zevkle tatmin olamamakta ve nefsanî istekleri hayatlarının merkezine oturmaktadır.
EfendiliÄŸin insandan alınıp nefse verildiÄŸi Batı toplumları, sefahatin sonucunun hangi bedelleri ödettiÄŸini, detaylı olarak ve uzunca bir süredir göstermektedirler. Dünyanın refah seviyesi anlamında en zengin ülkeleri olarak bilinen Amerika ve Avrupa, ahlak fukarası insanların olduÄŸu toplumlar oluÅŸturmuÅŸtur. Amerika’nın eski CumhurbaÅŸkanı olan Richard Nixon’un eski müÅŸaviri Robert Carin ÅŸöyle diyor: “Ülkemiz çok zengin olabilir, ama biz manevi açıdan yoksul bulunmaktayız.” Yine Amerika Harvard Üniversitesi üstadı Cornel West diyor ki: “Bir millet, iktisadi ve askeri açıdan dünyayı fethettiÄŸi halde kendi ruhunu kaybetmiÅŸse neye yarar? Ama topluma daha derin bir ÅŸekilde bakacak olursak, gün gittikçe manevi bir başıboÅŸluÄŸa ve ahlaki çöküÅŸe sürüklendiÄŸimizi çok rahat anlayabiliriz. Toplumda gün gittikçe intiharlar artmakta, ocaklar sönmekte ve de kürtajlar artış kaydetmektedir ve bunlar da bizim manevi fakirliÄŸimizin apaçık bir kanıtıdır.” Ä°ÅŸte bu ahlâk ve maneviyat fukarası toplumlar, nefislerinin esiri olmuÅŸ köleler topluluÄŸudur. Ve ÅŸu bir gerçektir ki; hürler, bir gün gelip muhakkak köleleri yenecektir. Nefsin esiri olan Batı toplumu da bir gün hürriyetine kavuÅŸacak olan Ä°slam ümmetinin eliyle yenilmeye mahkûmdur. Onların yenilmesi, ya kendi nefis bataklıklarında boÄŸulma ya da Ä°slam’ın özgürlüÄŸünde hayat bulma ÅŸeklinde olacaktır ki; eÄŸer Ä°slam olurlarsa, bu onlar için maÄŸlubiyet deÄŸil, galibiyet olacaktır. Sadece gerçekleri konuÅŸan Kur’an: “Nefsini ilah edineni gördün mü?”3 buyurarak onların köleliÄŸini, esaretini ve akabinde gelecek çöküÅŸü de ‘gör’ demek istemektedir. Maddi alanda güç elde ederek, maddenin kölesi olanların çöküÅŸü, manevi deÄŸerlerin kıtlığından kaynaklanacaktır. Bu toplumlar her ne kadar, yayınladıkları filmlerle, özgür oldukları, tozpembe hayatlar yaÅŸadıkları izlenimi vermeye çalışsalar da, çirkinliÄŸini boyalarla gizlemeye çalışanların acziyetini sergilemektedirler.
Tevhid ile insanlara hakiki özgürlüÄŸün yolunu açan Rabbimiz, özgürlüÄŸe giden yolu açacak olan iman konusunu, ‘inanç hürriyeti’ çerçevesinde, kiÅŸinin hür iradesine bırakmıştır. Ä°man, kalbin duygusudur ve kalbe zorla bir ÅŸeyleri inandırmak mümkün deÄŸildir. Kalp biraz zorlandığında, küfürden bin beter bir maraz olan, nifak yaÅŸanacaktır ki; nifak, Allah’ın en sevmediÄŸi kalp hastalığıdır. Yüreklerimizin bu yapısını en iyi bilen Allah Azze ve Celle, “Ey Rasulüm sen de ki: Ä°ster inansınlar isterlerse inanmasınlar”4, “Dileyen iman etsin, dileyen küfrü seçsin”5, “Åžüphesiz biz ona yolu gösterdik; ister ÅŸükreder, ister nankörlük eder”6, “Dinde zorlama yoktur”7 buyurarak, hangi yolu tercih edeceÄŸimiz hususunda bizi özgür bırakıyor. Kalbin tercihi olan iman-küfür tercihini kalbe bırakıyor. Ancak merhametiyle, bu tercihin neticesinde bizleri nelerin beklediÄŸini de detaylı olarak bildiriyor. Verilen özgürlüÄŸü, yanlış tercihlerle çok rezil bir esarete çevirmememizi salık veriyor.
Ä°manın pratik hayata yansıması olarak da tarif edebileceÄŸimiz ‘ibadet-kulluk’ vazifelerimiz de bizi birçok konuda özgürleÅŸtirir. Allah’a yapılan tüm ibadetler, insanı bir taraftan kul yapar bir taraftan efendi. Rabbine kul olan insan, nefsine efendi olur. Efendi, hürdür/özgürdür. Müslüman Allah’ın emirlerini yaÅŸarken yürekten-ihlâsla yaşıyorsa, ruhunun hafiflediÄŸini, adeta bir ÅŸeylerin prangasından kurtulduÄŸunu hisseder. Allah için kıldığımız namazlarımızdaki her bir secde aslında bizi binlerce secdeden kurtarır. Allah’ın huzurunda el pençe divan duran bir kul, baÅŸka hiç kimsenin önünde böyle bir ta’zim halinde olmaz, olamaz.
Ve aklı, beÅŸerî düÅŸünce ve ideolojilerle ilahlaÅŸtırıp, vahiyden uzak, rasyonalist bir mantığa büründürüp zıvanadan çıkaranlar bilmelidirler ki, aklın özgürlüÄŸü vahiy ile mümkündür. Aklı insanın ilmine hapsetmek, akla zarar ve aklı sınırlayan bir yaklaşımdır. Sonsuz ilme sahip olan Allah Azze ve Celle’nin peygamberi vasıtasıyla bildirdiÄŸi vahiy, insanın ilmini aÅŸan tüm bilgileri, insanlığın hizmetine sunmaktadır. Çünkü insanın aklı, insanın ruhunu anlamaya, çözmeye ve ona uygun bir hayat tarzı belirlemeye yetecek donanımda yaratılmamıştır. Ä°lmi sonsuz olan Allah’ın ilmine, gönderdiÄŸi bilgiye teslim olmak, insanın kendi kendine ulaÅŸabileceÄŸi bilginin çok ötesine geçmek demektir. Ä°nsanın birçok tecrübe ile ve zaman kaybederek elde edeceÄŸi bilginin ziyadesini/kâmilini, Alîm olan Allah, vahiyle, hazır olarak, aklımızın alacağı ÅŸekilde bildirmektedir. Ä°ÅŸte bu durum, bilgiyi, ilmi nakıs olandan deÄŸil de ilmi sonsuz olandan almamızı saÄŸlar ki, böylece insan aklının sınırları geniÅŸler ve akıl, hürriyetine kavuÅŸur. Tüm meselelere vahyin ışığında bakan bir akıl, aklı ve bakış açısını kısıtlayan çağın esaretinden de kurtulur; gerçek bilgi (vahiy) ile büyük düÅŸünmeye baÅŸlar. Böylece Müslüman, çok daha geniÅŸ bir perspektif kazanır. Bu geniÅŸ perspektife sahip olanlar, bazen çoÄŸu insanın doÄŸru dediÄŸine yanlış, yanlış dediÄŸine ise doÄŸru diyebilir; görünmeyeni görebilir, yıllar sonra ortaya çıkacak bir hakikati bu günden anlayabilir. Biz buna feraset, basiret diyoruz. Aslında mü’mine bu feraseti kazandıran, Alîm olan Allah’ın, olayların arka planına da bugününe de yarınına da projektör tutan Kur’an’ından kaynaklanmaktadır. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Mü’minin ferasetinden korkun, çünkü o, (meselelere) Allah’ın nuruyla bakar” buyurdu, sonra da ÅŸu ayet-i kerimeyi okudu: “Åžüphesiz bunda anlayışlı (ferâsetli) olanlar için (nice) ibretler vardır.”8
Ä°nsanoÄŸluna emanet olarak verilen bedenin özgürlüÄŸü ise helaller ile mümkündür. Ä°slam fıkhının ana kaidelerinden olan ‘eÅŸyada esas olan ibahadır (mübah olmasıdır)’ hükmü gereÄŸince, aslında haram nadirdir. Allah ve Rasulü’nün belirlediÄŸi haramların dışında, çok geniÅŸ bir helal dairesi çizilmiÅŸtir. Müslüman, bu geniÅŸ helal dairesi içerisinde özgürce yaÅŸamaktadır. ÖrneÄŸin, bildiÄŸimiz bilmediÄŸimiz binlerce, belki milyonlarca meyve-sebze suyu helaldir, sadece içki haramdır; bu serbestiyet, içecekte özgürlük deÄŸil de nedir? Her meselede durum böyledir; yani, helaller sayılamayacak kadar çok, haramlar ise sınırlıdır. Ä°ÅŸte bu sınırlı haramlara fütursuzca girenler, nefislerinin esiri olmaktadırlar. Ä°nsan, nefsinin telkin ettiÄŸi haramlara girdiÄŸi zaman, o nefsin kulu, esiri olmaya baÅŸlar ki; bu durumda köle olması gereken nefis, efendi konumuna yükselir. Oysa nefis deÄŸil insan, dünyaya efendi olmak için gelmiÅŸtir. YaÅŸadıkları haram hayatlarla, kendi kafalarına göre yaÅŸayıp, hiçbir sınır tanımadan özgürleÅŸtiklerini zannedenler, aslında nefisleri tarafından çok büyük bir esaret tuzağına düÅŸürüldüklerinin farkında deÄŸildirler.
Dünya hayatını yaÅŸarken, sınırlı sayıdaki haramlar hususunda sınırlar, kurallar belirleyen Allah Azze ve Celle, kendine, davasına muhabbet konusunda sınır koymaz. Çünkü Allah, kendisini sevdikçe özgürleÅŸeceÄŸimizi, dünyanın esaretinden kurtulacağımızı bilmektedir. Hz. Mevlana’nın dediÄŸi gibi, “Kulum, kulum, kulum… Ä°nsanlar özgür oldukça mutlu olur, bense Sana kul oldukça mutlu oluyorum.”
Hâsılı kelam, Allah’a kul olmak için geldiÄŸimiz ÅŸu dünyada, bu kulluÄŸu yaÅŸamak için özgür olmak zorundayız. Ä°ÅŸte bu mecburiyeti bilen Rabbimiz, kulluÄŸa attığımız ilk adımda, bir L sözü ile bizi özgürleÅŸtiriyor, Ä°LLALLAH ile sadece kendine baÄŸlıyor. Ve diyoruz ki, yüreÄŸin özgürlüÄŸü TEVHÄ°D ile, ruhun özgürlüÄŸü Ä°BADET ile, aklın özgürlüÄŸü VAHÄ°Y ile, bedenin özgürlüÄŸü HELALLER ile mümkündür.*
*Bu yazı dergimizin 32. sayısından alınmıştır.
1. Zariyat, 50
2. Taberani, nak. Elmalılı, 6/70
3. Furkan, 43
4. Ä°sra, 107
5. Kehf, 29
6. Ä°nsan, 3
7. Bakara, 256
8. Tirmizi, Hicr 75