Kapak

Teslim Ol! Özgür Ol!

PaylaÅŸ:

 

         Kavramların ters yüz edildiÄŸi ÅŸu çaÄŸda, bel­ki de üzerinde en çok oynanan, taÄŸyirât ve tah­ribât yapılan kavramdır özgürlük. Ä°nsanı bir taraftan gerçek huzura- sükûnete kavuÅŸturan, bir taraftan da huzurunu hepten bozan o sihir­li kavram, özgürlük…

         Zannedilir ki özgürlük bu çağın kavramıdır, bu çağın talebidir, yeni bir duygudur. Oysa in­sanoÄŸlu, yaratılışından bu yana, hakiki özgür­lüÄŸe meyyal bir varlık olmuÅŸtur. Fıtratını boz­mamış her insan, kendisiyle eÅŸit düzeyde olan insanların tahakkümünden hoÅŸlanmaz; ister ki, kendisinden daha büyük, daha güçlü, daha ilim sahibi bir varlığın dışında, kimse kendisi­ne hüküm koymasın. Ä°nsanı böyle bir fıtratla yaratan Allah Azze ve Celle, gönderdiÄŸi fıtrat dini ile insanın bu yönünü sürekli geliÅŸtirir. Ve Rabbimiz, adı ‘Ä°slam’ olan teslimiyetin içe­risinde, özgürlüÄŸü mükemmel bir ÅŸekilde ya­ÅŸatır. Ä°slam olan insan, aslında Allah’a teslim olduÄŸu her konuda bir esaretten kurtulur ve teslim olduÄŸu her konuda özgürleÅŸir. Ne kadar teslim olursa o kadar özgürleÅŸir; kulluÄŸa doÄŸru attığı her adımda, ruhu bir adım daha özgürle­ÅŸir. Buna mukabil, bugünün sözde özgürleri ise yaÅŸadıkları özgürlüÄŸün içerisinde esaretin dip âlâsını yaÅŸarlar.

                Özgürlük, sadece yaÅŸanılan hayat tarzında kendini bulan bir kavram deÄŸildir. Kalbi, ruhu, aklı aslında tüm melekeleri ilgilendiren ve on­lara yön veren bir kavramdır. Kalbî özgürlüÄŸe kavuÅŸamamış bir insanın, kendini ruhen özgür hissetmesi mümkün deÄŸildir. Kalbin özgürlü­ÄŸünü saÄŸlayacak temel duygu ise imandır. Tev­hidi özümsemiÅŸ ve Allah’a i’tisam (baÄŸlanmış) etmiÅŸ bir kalp, insanı özgürlükte zirve nokta­ya çıkarır. KiÅŸi Allah Azze ve Celle’ye ne kadar baÄŸlanırsa, masivadan (Allah’ın dışındaki her ÅŸey) o kadar sıyrılır, kurtulur ve özgürleÅŸir. Yani i’tisam-ı billâh, kiÅŸinin i’tisam-ı binnefis, i’tisam-ı biÅŸÅŸeytan ve i’tisam-ı biddünya’dan kurtulmasını saÄŸlar. Tam baÄŸlanamayan insan­ların özgürlükleri, tam ve sürekli bir özgürlük olamaz. Dolayısıyla insanı hürriyetten mah­rum edip, adeta yüreÄŸine üç büyük düÄŸüm atan nefis-ÅŸeytan-çevre üçgeni çözülmedikçe, esaret kuvvetle devam edecektir.

                Bizi bu prangalardan kurtarmak için, ‘Fe­firru Ä°lallah’1 (Allah’a kaçın) buyuran Rabbimiz Teâlâ, adeta dünya sevgisinden alıp başımızı gitmemizi, kaçıp kurtulmamızı isteyerek, ha­kiki özgürlüÄŸe kavuÅŸmamızı murad ediyor. Dünya nimetlerine ve dünya sevgisine karşı özgürlüÄŸünü ilan etmeyenler, ahiretin o mu­azzam nimetlerine baÄŸlanamazlar; dünya sevgisine karşı özgürlüÄŸünü ilan etmeyenler, Allah’a hâs kul olup, baÄŸlanamazlar. Yani tam terk etmeden tam kavuÅŸma gerçekleÅŸemez. Tam özgürleÅŸmeden, tam kulluk yaÅŸanamaz.

                Bugün zannedilenin aksine en büyük esareti, diktatörlere boyun eÄŸen OrtadoÄŸu coÄŸrafyası deÄŸil, kendini ziyadesiyle özgür zanneden, Batı toplumları yaÅŸamaktadır. Evet, diktatörlere boyun eÄŸmek de büyük bir esarettir; ancak nefsin köleliÄŸi kadar büyük bir esaret olamaz. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyuruyor ki: “Allah’ın ibadet edilecek yegâne mabutluÄŸu bir tarafa, sema gölgesi al­tında, arzularına uyulan nefisten tapınılır daha büyük bir ilâh yoktur.”2 Nefsin ilahlaÅŸtırılarak hâkimiyet ilan ettiÄŸi bu toplumlarda, insan adeta ‘hayvandan daha aÅŸağı’ bir mertebeye indi­rilerek, baÅŸka bir mahlûk kategorisi oluÅŸturul­muÅŸtur. Ne için yaratıldığını bilmeyen, hayatı sadece zevk ve eÄŸlenceden ibaret gören, fıtra­tını bozmuÅŸ yığınlar... Refah içerisinde yaÅŸa­yan bu toplumlar, sefahatin esiri olmuÅŸ gerçek sefillerdir. Evet, DoÄŸu toplumlarındaki sefalet, köle ruhlu insanların oluÅŸmasına sebep ol­muÅŸtur; çünkü fakirler ve ezilenler, zenginlik ve güç karşısında kendilerini ezik hissederler ve onlara hayranlık duyarlar. Ancak sefale­tin yaÅŸattığı kölelikten daha beterini sefahat yaÅŸatmaktadır. Dünyevi zevk-u sefanın envai çeÅŸidini tadanlar, artık hiçbir zevkle tatmin olamamakta ve nefsanî istekleri hayatlarının merkezine oturmaktadır.

         EfendiliÄŸin insandan alınıp nefse verildiÄŸi Batı toplumları, sefahatin sonucunun hangi bedelleri ödettiÄŸini, detaylı olarak ve uzunca bir süredir göstermektedirler. Dünyanın refah seviyesi anlamında en zengin ülkeleri olarak bilinen Amerika ve Avrupa, ahlak fukarası insanların olduÄŸu toplumlar oluÅŸturmuÅŸtur. Amerika’nın eski CumhurbaÅŸkanı olan Ri­chard Nixon’un eski müÅŸaviri Robert Carin ÅŸöyle diyor: “Ülkemiz çok zengin olabilir, ama biz manevi açıdan yoksul bulunmaktayız.” Yine Ame­rika Harvard Üniversitesi üstadı Cornel West diyor ki: “Bir millet, iktisadi ve askeri açıdan dün­yayı fethettiÄŸi halde kendi ruhunu kaybetmiÅŸse neye yarar? Ama topluma daha derin bir ÅŸekilde bakacak olursak, gün gittikçe manevi bir başıboÅŸluÄŸa ve ahlaki çöküÅŸe sürüklendiÄŸimizi çok rahat anlayabiliriz. Top­lumda gün gittikçe intiharlar artmakta, ocaklar sön­mekte ve de kürtajlar artış kaydetmektedir ve bunlar da bizim manevi fakirliÄŸimizin apaçık bir kanıtıdır.” Ä°ÅŸte bu ahlâk ve maneviyat fukarası toplumlar, nefislerinin esiri olmuÅŸ köleler topluluÄŸudur. Ve ÅŸu bir gerçektir ki; hürler, bir gün gelip mu­hakkak köleleri yenecektir. Nefsin esiri olan Batı toplumu da bir gün hürriyetine kavu­ÅŸacak olan Ä°slam ümmetinin eliyle yenilme­ye mahkûmdur. Onların yenilmesi, ya kendi nefis bataklıklarında boÄŸulma ya da Ä°slam’ın özgürlüÄŸünde hayat bulma ÅŸeklinde olacaktır ki; eÄŸer Ä°slam olurlarsa, bu onlar için maÄŸlubi­yet deÄŸil, galibiyet olacaktır. Sadece gerçekleri konuÅŸan Kur’an: “Nefsini ilah edineni gördün mü?”3 buyurarak onların köleliÄŸini, esareti­ni ve akabinde gelecek çöküÅŸü de ‘gör’ demek istemektedir. Maddi alanda güç elde ederek, maddenin kölesi olanların çöküÅŸü, manevi de­ÄŸerlerin kıtlığından kaynaklanacaktır. Bu top­lumlar her ne kadar, yayınladıkları filmlerle, özgür oldukları, tozpembe hayatlar yaÅŸadık­ları izlenimi vermeye çalışsalar da, çirkinliÄŸi­ni boyalarla gizlemeye çalışanların acziyetini sergilemektedirler.

         Tevhid ile insanlara hakiki özgürlüÄŸün yolunu açan Rabbimiz, özgürlüÄŸe giden yolu açacak olan iman konusunu, ‘inanç hürriyeti’ çerçevesinde, kiÅŸinin hür iradesine bırakmış­tır. Ä°man, kalbin duygusudur ve kalbe zorla bir ÅŸeyleri inandırmak mümkün deÄŸildir. Kalp bi­raz zorlandığında, küfürden bin beter bir ma­raz olan, nifak yaÅŸanacaktır ki; nifak, Allah’ın en sevmediÄŸi kalp hastalığıdır. Yüreklerimizin bu yapısını en iyi bilen Allah Azze ve Celle, “Ey Rasulüm sen de ki: Ä°ster inansınlar isterlerse inanmasınlar”4, “Dileyen iman etsin, dileyen küf­rü seçsin”5, “Åžüphesiz biz ona yolu gösterdik; ister ÅŸükreder, ister nankörlük eder”6, “Dinde zorlama yoktur”7 buyurarak, hangi yolu tercih edece­ÄŸimiz hususunda bizi özgür bırakıyor. Kalbin tercihi olan iman-küfür tercihini kalbe bıra­kıyor. Ancak merhametiyle, bu tercihin neti­cesinde bizleri nelerin beklediÄŸini de detaylı olarak bildiriyor. Verilen özgürlüÄŸü, yanlış tercihlerle çok rezil bir esarete çevirmememizi salık veriyor.

         Ä°manın pratik hayata yansıması olarak da tarif edebileceÄŸimiz ‘ibadet-kulluk’ vazifeleri­miz de bizi birçok konuda özgürleÅŸtirir. Al­lah’a yapılan tüm ibadetler, insanı bir taraf­tan kul yapar bir taraftan efendi. Rabbine kul olan insan, nefsine efendi olur. Efendi, hürdür/özgürdür. Müslüman Allah’ın emirlerini ya­ÅŸarken yürekten-ihlâsla yaşıyorsa, ruhunun hafiflediÄŸini, adeta bir ÅŸeylerin prangasından kurtulduÄŸunu hisseder. Allah için kıldığımız namazlarımızdaki her bir secde aslında bizi binlerce secdeden kurtarır. Allah’ın huzurun­da el pençe divan duran bir kul, baÅŸka hiç kim­senin önünde böyle bir ta’zim halinde olmaz, olamaz.

                Ve aklı, beÅŸerî düÅŸünce ve ideolojilerle ilahlaÅŸtırıp, vahiyden uzak, rasyonalist bir mantığa büründürüp zıvanadan çıkaran­lar bilmelidirler ki, aklın özgürlüÄŸü vahiy ile mümkündür. Aklı insanın ilmine hapsetmek, akla zarar ve aklı sınırlayan bir yaklaşımdır. Sonsuz ilme sahip olan Allah Azze ve Cel­le’nin peygamberi vasıtasıyla bildirdiÄŸi vahiy, insanın ilmini aÅŸan tüm bilgileri, insanlığın hizmetine sunmaktadır. Çünkü insanın aklı, insanın ruhunu anlamaya, çözmeye ve ona uygun bir hayat tarzı belirlemeye yetecek do­nanımda yaratılmamıştır. Ä°lmi sonsuz olan Al­lah’ın ilmine, gönderdiÄŸi bilgiye teslim olmak, insanın kendi kendine ulaÅŸabileceÄŸi bilginin çok ötesine geçmek demektir. Ä°nsanın birçok tecrübe ile ve zaman kaybederek elde edeceÄŸi bilginin ziyadesini/kâmilini, Alîm olan Allah, vahiyle, hazır olarak, aklımızın alacağı ÅŸekil­de bildirmektedir. Ä°ÅŸte bu durum, bilgiyi, ilmi nakıs olandan deÄŸil de ilmi sonsuz olandan al­mamızı saÄŸlar ki, böylece insan aklının sınır­ları geniÅŸler ve akıl, hürriyetine kavuÅŸur. Tüm meselelere vahyin ışığında bakan bir akıl, aklı ve bakış açısını kısıtlayan çağın esaretinden de kurtulur; gerçek bilgi (vahiy) ile büyük dü­ÅŸünmeye baÅŸlar. Böylece Müslüman, çok daha geniÅŸ bir perspektif kazanır. Bu geniÅŸ pers­pektife sahip olanlar, bazen çoÄŸu insanın doÄŸ­ru dediÄŸine yanlış, yanlış dediÄŸine ise doÄŸru diyebilir; görünmeyeni görebilir, yıllar sonra ortaya çıkacak bir hakikati bu günden anlaya­bilir. Biz buna feraset, basiret diyoruz. Aslında mü’mine bu feraseti kazandıran, Alîm olan Al­lah’ın, olayların arka planına da bugününe de yarınına da projektör tutan Kur’an’ından kay­naklanmaktadır. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Mü’minin ferasetinden korkun, çünkü o, (meselelere) Allah’ın nuruyla bakar” buyurdu, sonra da ÅŸu ayet-i kerimeyi okudu: “Åžüphesiz bunda anlayışlı (ferâsetli) olanlar için (nice) ibretler vardır.”8

                Ä°nsanoÄŸluna emanet olarak verilen bedenin özgürlüÄŸü ise helaller ile mümkündür. Ä°slam fıkhının ana kaidelerinden olan ‘eÅŸyada esas olan ibahadır (mübah olmasıdır)’ hükmü gereÄŸince, aslında haram nadirdir. Allah ve Rasulü’nün belirlediÄŸi haramların dışında, çok geniÅŸ bir helal dairesi çizilmiÅŸtir. Müslüman, bu geniÅŸ helal dairesi içerisinde özgürce yaÅŸamaktadır. ÖrneÄŸin, bildiÄŸimiz bilmediÄŸimiz binlerce, belki milyonlarca meyve-sebze suyu helaldir, sadece içki haramdır; bu serbestiyet, içecekte özgürlük deÄŸil de nedir? Her meselede durum böyledir; yani, helaller sayılamayacak kadar çok, haramlar ise sınırlıdır. Ä°ÅŸte bu sınırlı ha­ramlara fütursuzca girenler, nefislerinin esi­ri olmaktadırlar. Ä°nsan, nefsinin telkin ettiÄŸi haramlara girdiÄŸi zaman, o nefsin kulu, esiri olmaya baÅŸlar ki; bu durumda köle olması ge­reken nefis, efendi konumuna yükselir. Oysa nefis deÄŸil insan, dünyaya efendi olmak için gelmiÅŸtir. YaÅŸadıkları haram hayatlarla, kendi kafalarına göre yaÅŸayıp, hiçbir sınır tanıma­dan özgürleÅŸtiklerini zannedenler, aslında ne­fisleri tarafından çok büyük bir esaret tuzağı­na düÅŸürüldüklerinin farkında deÄŸildirler.

                Dünya hayatını yaÅŸarken, sınırlı sayıdaki haramlar hususunda sınırlar, kurallar belir­leyen Allah Azze ve Celle, kendine, davasına muhabbet konusunda sınır koymaz. Çünkü Allah, kendisini sevdikçe özgürleÅŸeceÄŸimizi, dünyanın esaretinden kurtulacağımızı bil­mektedir. Hz. Mevlana’nın dediÄŸi gibi, “Kulum, kulum, kulum… Ä°nsanlar özgür oldukça mutlu olur, bense Sana kul oldukça mutlu oluyorum.”

                Hâsılı kelam, Allah’a kul olmak için geldi­ÄŸimiz ÅŸu dünyada, bu kulluÄŸu yaÅŸamak için özgür olmak zorundayız. Ä°ÅŸte bu mecburiyeti bilen Rabbimiz, kulluÄŸa attığımız ilk adımda, bir L sözü ile bizi özgürleÅŸtiriyor, Ä°LLALLAH ile sadece kendine baÄŸlıyor. Ve diyoruz ki, yü­reÄŸin özgürlüÄŸü TEVHÄ°D ile, ruhun özgürlüÄŸü Ä°BADET ile, aklın özgürlüÄŸü VAHÄ°Y ile, bede­nin özgürlüÄŸü HELALLER ile mümkündür.*

*Bu yazı dergimizin 32. sayısından alınmıştır.

1.        Zariyat, 50

2.        Taberani, nak. Elmalılı, 6/70

3.        Furkan, 43

4.        Ä°sra, 107

5.        Kehf, 29

6.        Ä°nsan, 3

7.        Bakara, 256

8.        Tirmizi, Hicr 75