Tefsir

Zalimler Kurtuluşa Eremezler

Paylaş:

Seyyid KUTUB

“De ki: Ey kavmim, bütün yapabileceğinizi yapın. Şüphesiz ben de yapıyorum. Bu yurdun (dünyanın) sonu, kimindir, bilip öğreneceksiniz. Gerçekten zalimler kurtuluşa ermeyeceklerdir.”1

Bu, beraberindeki ve arkasındaki gerçeğe, gerçeğin kendisinde ve ötesinde yer alan kuvvete güvenmekten kaynaklanan bir tehdittir. İşlerine karışmayacağına, çünkü kendisinin bağlı bulunduğu gerçekten, hareket metodu ve yolundan emin olduğuna, aynı şekilde kendilerinin içinde bulundukları sapıklıktan ve en sonunda varacakları sonuçtan emin olduğuna ilişkin Hz. Peygamberden gelen bir tehdittir: “Hiç kuşkusuz zalimler kurtuluşa eremezler.” Bu, değişmeyen bir kuraldır. Buna göre Allah’tan başka dostlar edinen müşrikler kurtuluşa eremezler. Çünkü Allah’tan başka dost ve yardımcı yoktur. Allah’ın yol göstericiliğine uymayanlar da… O’nun yol göstericiliğinin dışında koyu sapıklıktan, apaçık zarardan başka bir şey yoktur.

İğrenç, cehennemi yöntemlere başvurularak asırlardan beri süregelen bir şekilde bu dine mensup kişilerin gönlünde dinin anlamından çekip koparılmak istenen gerçek budur işte. Öyle ki -dinlerine gereken özeni göstermeyen laubaliler ve düşmanları bir yana- bu dine sağlam sarılanların çoğunluğu dahi hakimiyet sorununu inanç sorunundan ayırır olmuşlardır. İnanç konusunda olduğu gibi, bu konuda galeyana gelmiyorlar. İnanç veya ibadette olduğu gibi hakimiyet konusunda Allah’ın buyruklarını çiğneyenleri, dinden çıkmış saymıyorlar. Oysa bu din inanç, ibadet ve şeriatı birbirinden ayrı kabul etmez. Fakat bu, uzun asırlardır bilinen araçlara başvurularak meydana getirilen bir ayırımdır. Öyle ki, bu dinin en hareketli savunucularının düşüncesinde bile hakimiyet sorunu böylesine şaşılacak bir duruma gelmiştir. İşte -konusu düzen, şeriat olmadığı, yalnızca inanç konusuyla ilgilendiği halde- Mekke’de inmiş bu surenin bunca üzerinde yoğunlaştığı, bu kadar etkenleri devreye soktuğu ve bütün bu açıklamaları yaptığı sorun budur. Oysa konusu, toplumsal hayatın uygulamalı basit, bir alışkanlığı ortadan kaldırmaya yönelikti. Çünkü bu sorun en büyük temelle ilgilidir. Hakimiyet temeli… Çünkü bu büyük temel bu dinin temeli ve gerçek varlığıyla ilgilidir.

Puta tapan hakkında şirk hükmünü verip de tağutun hükmünü benimseyenlere bu hükmü vermeyenler, birinciden tiksindikleri halde ikinciden tiksinmeyenler… Bunlar Kur’an’ı okumuyorlar. Bu dinin tabiatını bilmiyorlar. O halde Allah’ın indirdiği şekliyle Kur’an’ı okumalı ve Allah’ın şu sözünü ciddiye almalıdırlar: “Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de müşrik olursunuz.”2

Bu dini koruma çabasında olan kimi insanlar da hem kendi kafalarını hem de insanların kafalarını uygulanan şu kanunların ya da uygulamaların veya söylenenlerin İslam şeriatına uyup uymadığını ortaya çıkarmakla uğraştırıyorlar. Orada burada göze çarpan kimi aykırılıklara karşı amansız bir saldırıya geçiyorlar. Sanki İslam bütünüyle ayaktaymış da bu varlığını ve egemenliğini gölgeleyen birtakım aykırılıkları ortadan kaldırmaktan başka yapılacak iş yokmuş gibi.

Bu dinin şu gayretkeş koruyucuları, aslında bilmeden bu dini incitiyorlar. Bu gülünç ve yararsız özenleri sonucu insanların içinde yer eden inanç enerjisinin kalıntılarını yok ediyorlar. Onlar bu halleriyle cahiliye sistemleri lehine tanıklık etmiş oluyorlar. Cahiliye toplumunda İslam’ın ayakta olduğunu ve birtakım aykırılıkların düzeltilmesinden başka bütünlüğü bozucu bir durumun söz konusu olmadığına tanıklık etmiş oluyorlar. Oysa din bütünüyle hayattan koparılmış demektir. Kulların dışında hakimiyeti tek başına Allah’a veren düzen ve sistemde temsil edilmediği sürece…

Kuşkusuz bu dinin varlığı Allah’ın hakimiyetinin varlığına bağlıdır. Bu temel ortadan kalkınca bu din de kendiliğinden ortadan kalkar. Bu dinin günümüzde yeryüzünde karşılaştığı problem, Allah’ın ilâhlığına tecavüz eden, O’nun otoritesini ele geçiren, can, mal ve çocuklar hakkında serbestler ve yasaklar koymak suretiyle kendilerinde kanun koyma hakkını gören tağutların ortaya çıkmasıdır. İşte bu, Kur’an-ı Kerim’in bunca etken, prensip ve açıklama yığınıyla ele aldığı, sonra ilahlık ve kulluk sorununa bağladığı, iman veya küfrün belirtisi, cahiliye ya da İslam’ın ölçüsü kabul ettiği problemin aynısıdır.

İslam’ın varlığını duyurmak, gerçekleştirmek için giriştiği savaş, dinsizlikle girişilen savaş değildir. Toplumsal veya ahlaki bozulmalara karşı başlatılan savaş da değildir. Bunlar bu dinin varlığı açısından sonradan gelen savaşlardır. İslam’ın varlığını gerçekleştirmek için giriştiği ilk savaş “hakimiyet” ve hakimiyetin kime ait olacağı savaşıdır. Mekke’de bunun için böyle bir savaşa girişmişti. Daha inancın temellerini atarken ve henüz düzen ve şeriata değinmezken bu savaşı başlatmıştı. Hakimiyetin Allah’a ait olduğunu vicdanlara yerleştirmek için girişmişti bu savaşa. Müslüman hakimiyeti kendisi için iddia etmez. Böyle bir iddiada bulunanın Müslümanlık iddiasını da kabul etmez. Mekke’deki Müslüman topluluğun gönüllerinde bu inanç iyice yerleşince yüce Allah Medine’de pratik uygulamasının yollarını açtı. O halde bu dini korumaya çalışanlar bir kendi durumlarına bir de olmaları gereken duruma baksınlar. Tabii bu dinin gerçek anlamını kavradıktan sonra…

  1. Enam, 135
  2. Enam, 121