Kapak

28 Şubat’tan 2022 Türkiye Gerçeğine

Paylaş:

20 Mart Pazar günü Adana’da yaşanan vahşete yakından şahit olmam hasebiyle bu yazımda bu konuyu ele alarak uygulanan şiddetin boyutunu ve ülkemizin polis devleti noktasına geldiğini anlatmak istiyorum.

Bazı siyasilerin ve gazetecilerin adeta manipülasyon yaparak Furkan Gönüllülerinin gerçekleştirmek istediği yürüyüşün ve basın açıklamasının illegal olduğunu yansıtmaya çalıştıkları bir durum söz konusu oldu. Öncelikle yapılmak istenen yürüyüşün ve basın açıklamasının meşruluk noktasının bilinmesi gerektiğini düşünüyorum. Anayasanın 34. Maddesinde: “Herkes önceden izin almaksızın gösteri ve yürüyüş yapma hakkına sahiptir” şeklinde bir ibare geçer. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, bu madde ile vatandaşların yürüyüş hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla planlanan yürüyüş eğer gerçekleşmiş olsaydı her yönden legal ve meşru bir yürüyüş olacaktı. Bazı siyasiler yürüyüş hakkında: “İllegal bir yürüyüştü” dediyse de anayasayı dikkate alan birçok siyasetçi ve gazeteci bu olayı doğru ve hakkaniyetli bir şekilde değerlendirerek illegal olmadığını dile getirdi.

Anayasaya uygun bir şekilde gerçekleştirilmek istenen yürüyüşe yapılan müdahalenin görüntüleri sosyal medyada gündeme gelince ilk önce “polis orantısız güç kullandı” değerlendirmeleri yapıldı. Daha sonra yaşanan vahşetin görüntüleri daha da fazla ortaya çıkınca: “Bu, orantısız güç değil adeta işkence, vahşet ve hatta taammüden cinayete teşebbüstür” değerlendirmeleri yapıldı.  Ben de o gün yaşananları işkence olarak tanımlamak istiyorum. Çünkü orantılı bir güce karşı polis şiddetli bir güç kullanıyorsa polisin bu uyguladığı şiddete o zaman orantısız güç denilir. Dolayısıyla orantısız demek için karşıda orantılı bir gücün olması lazımdır. Ama Furkan Hareketi Mensuplarının karşı bir güç olmaları ve mukavemette bulunmaları söz konusu dahi olmadı. Dolayısıyla bunun adı orantısız güç değil işkencedir. Çok açık söyleyeyim ben o gün bu talimatı verenlerin Furkan Hareketi Mensuplarına “bir daha evlerinden çıkmasınlar” mesajını vermek için her türlü tepkiyi de göze alarak 3-4 kişiyi öldürmeye çalıştıklarını düşündüm.

“Polisler, yaptıkları işkencenin yayınlanacağını bildikleri halde kameraların önünde bu kadar rahat işkence yapabiliyorlarsa kapalı alanlarda kim bilir daha neler yaparlar?” diye ister istemez soruyorum ve Emniyette işkence yapıldığına dair çıkan haberlerin doğru olduğuna inanıyordum ama artık bundan eminim.

TARİHE GEÇEN SOKAK İŞKENCESİ

Cumhuriyetin 100 yıllık tarihine bakıldığında, polisin sokaklarda anayasal hakkını kullanan vatandaşlara karşı bu derecede büyük bir zulmü ve sınır tanımaz müdahalesi görülmemiştir. 20 Mart, Türkiye Cumhuriyeti tarihine asla unutulmayacak bir olay olarak geçmiştir. Eğer bu yaşanılanlar insanımızın uyanmasına, adalet ve merhamet noktasında bazı şeylerin anlaşılmasına, “Biz nereye gidiyoruz, nereye götürülüyoruz?” sorusunu birçok insanın sormasına vesile olacaksa yaşananlara değmiştir.

28 Şubat Devede Kulak Kaldı

Bu olayın bir diğer önemli noktası ise şudur: Herkes o gün çektiği videoları günlerce paylaşmaya devam ettiği, görgü tanıkları konuştuğu ve failler belli olduğu halde bir polis dahi açığa alınmadı. Aksine “O polislerin alnından öperiz” diyenler oldu. Bu, ülkemiz açısından skandal bir durumdur. Halkın tepkisini azaltmak için bile hiç olmazsa 3-5 polis görevden alınabilirdi ama böyle bir şey olmadı.

Ben 28 Şubat’ta devlet memuru olarak çalışırken görevden alındım. O dönemde bizim eylemlerimiz, yürüyüşlerimiz oldu ama böyle bir müdahale kesinlikle görmedik. Özellikle bizim yaşadığımız son 6-8 yılı düşündüğümde 28 Şubat şu an yaşadıklarımızın yanında devede kulak kaldı.

Özellikle Başörtüsüne Düşmanlık Vardı

20 Mart’ta özellikle başörtüsüne karşı bir düşmanlık gördüm. Kadın polisler arkadaşlarımızın direkt başörtülerine saldırıyorlardı, gözümün önünde bir arkadaşın başörtüsünü açtılar. Furkan Hareketinin kadın mensupları için özellikle saçları açılsın, rencide olsunlar ve bir daha evlerinden çıkamasınlar istendi. O gün orada bunların daha ileri boyutu da olmuş. Bir arkadaşımız yaşadıklarını bana bizzat şöyle anlattı: “Önce tam gözüme biber gazı sıktılar. Gözüm hiçbir yeri görmüyordu, kör gibiydim. O civarda bir sürü kadın polis olmasına rağmen erkek polis geldi, önce çantamı çekti ve çantam koptu. Ondan sonra omzumdan ve kollarımdan tutarak beni arabaya yasladı, saçımdan tuttu. En son tekrar biber gazını gözüme sıktı” dedi. Erkek polis hiçbir şekilde bir kadına böyle dokunamaz! Şu an bu bayan kardeşimizin psikolojisi hiç iyi değil. Bu yaşananları 28 Şubat ile mukayese etmeyi bile tuhaf görüyorum. Çünkü gerçekten ikisi arasında dağlar kadar fark var. 28 Şubat’ın esas aktörleri: “28 Şubat 1000 yıl sürecek” demişlerdi. Ben bu olaylarla onların sözlerinde durduklarını görüyorum. 28 Şubat artarak devam ediyor…

Sosyal medyada başörtülü kadın polisin copunu kaldırdığı bir fotoğraf paylaştım. O fotoğraf 2 milyon kişi tarafından görüntülendi. Milyonlarca insan o fotoğrafı gördü ve lanet okudu. Yeni Asya Gazetesi de o fotoğrafı “Dünün Mazlumları Bugünün Zalimleri” başlığı ile manşete taşıdı.

Elbette başı açık olan başı açığa vuramaz, başı açık olan kapalıya vuramaz, başı kapalı olan da açığa vurmaz. Sonuç olarak bir polis savunmasız bir vatandaşa vuramaz. Bu, meselenin ayrı bir boyutudur. Benim kastettiğim başörtüsünün sembol olması boyutudur. Başörtüsünün sembol bir tarafı var ve bu olayda başörtülü bir polis başörtülü bir kadına vuruyor. Bu fotoğraf o gün için sembol bir fotoğraf oldu. 28 Şubat sürecinde bizler başörtüsü mücadelesi verdik, görevimizden alındık, okullarımızdan atıldık. Genç kızlarımız serbestçe okusun, serbestçe çalışsın diye mücadele ettik. Bunun karşılığı olarak bizlere el mi kaldırılmalıydı? O esnada bizim: “Biz bunun için mi mücadele ettik?” diyesimiz geldi.

O gün başörtülü polisler kendilerini daha çok ön plana atarak adeta Emniyet teşkilatına “Başımızı örtüyoruz ama bakın başörtülülere müdahale etmiyor değiliz. Ben de sizdenim, sizinle aynı mantaliteye sahibim. Dolayısıyla bir başörtülüye ben de eziyet ederim, çekinmem” mesajı verip kendilerini ispat emek istiyorlardı. Ben bayan polislerden biriyle çok yakın bir temasa girdim. Bana vuracağını hissettim: “Utanmıyor musun? Şimdi beni dövecek misin? Başörtünden utan!” dedim. Gerçekten çok afalladı. “Ben… Yok.” dedi. Sonra “Ya sen utan!” dedi. “Ben neyden utanacağım. Ben burada hakkımı kullanıyorum, sen yasalara aykırı davranıyorsun. Anayasayı biliyor musun sen?” dedim, morali bozuldu. Geri geri adım attı, düşecek gibi oldu, bir bayan arkadaşı yanına gelerek: “Bozma moralini” dedi, koluna girdi ve ona biraz dirayet verdi. Sonra zulmetmeye devam etti.

FURKAN HAREKETİ TARİHE GEÇTİ

Bu olayla birlikte Furkan Hareketinin de sabrı tarihe geçmiş oldu. O gün kardeşlerimizden biri bile polislere tek bir yumruk atmadı, tekme savurmadı. Adeta sabır abideliği gösterdiler. Ben hepsini tebrik ediyorum. Orada gösterilen dirayet ve sabır Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in metodunun ne kadar iyi anlaşıldığının bir göstergesidir. Sahabe-i Kiram da çok işkencelere maruz kaldı ama Rasulullah onlara: “Sabredin, size cennet var” diyordu. Mekke’de iken Kur’an Müslümanlara: “Sabredin!” diyerek İslam düşmanlarına saldırmayı yasaklamıştı. İslam düşmanı Ebu Cehil yaşlı bir adamdı. Müslümanlar Ebu Cehil’e bir yumruk vursalar Ebu Cehil devrilirdi ama yapmadılar çünkü Allah buna müsaade etmedi. Eğer öyle yapsaydılar herkes onların üstlerine gelecekti ve Müslümanları orada yok edeceklerdi. Dünya ölçeğinde reel bir metot uygulandı. Allah Rasulü içlerindeydi “Ya Rabbi helak et bunları!” diyebilirdi ve hepsi de oracıkta helak olurdu ama Peygamberimiz bize bir yol öğretti. Seyyid Kutup Yoldaki İşaretler kitabında saldırmamanın bir hikmetinin “insanlara sabrı öğretmek” olduğunu söyler. Bu, davanızın ve haklılığınızın anlaşılması için çok önemlidir. 20 Mart’ta da tarihi bir sabır gösterildi ve İslami hareket metoduna uygun şekilde hareket edildi.

Son olarak bizim metodumuz özetle: “Birtakım meşru yollarla haklarınızı kullanın. İtaat etmeyin ama saldırmayın” der. Bizim o gün kafamız, gözümüz yarıldı ama bu yaşananlar bizi gittikçe daha da olgunlaştırmakta ve düşmanı da zayıflatmaktadır. Nebevi Hareket Metodunun mucizevi tarafı bu olayla da ortaya çıkmış oldu.

Rabbimiz gösterdiği metoda sarılanlara dün yardım ettiği gibi bugün de yardım edecektir. Allah Azze ve Celle Nebevi Hareket Metoduna sıkıca sarılabilmeyi cümlemize nasip eylesin…