Ahlak

AHDE VEFA GÖSTERENLER

Paylaş:

YAZAR: HASAN KÜTÜK

 

İmanın insana kazandırdığı en önemli hasletlerden biri de ahde vefadır. Öyle ki insan vefası kadar Allah’a bağlanabilir ve kul olabilir. Bu bakımdan insan için en büyük vefakârlık, içten bir bağlılık ve derin bir haşyetle yaratanını tanımasıdır.

Ahde vefa; sözünde durmak, yaptığı anlaşmaya sâdık kalmak, özünde ve sözünde bir olmak, sözünü çiğnememek, sadık kalmak, dürüst olmak manalarına gelir.

Ahde vefa denilince insanların önderleri olan peygamberler akla gelir. Onlar Allah’tan aldıkları mesajı tereddüt etmeden ve yılmadan insanlara ulaştırdılar. Kimisi koyun gibi kesildi, kimisi ateşe atıldı, kimisi ölümle tehdit edildi fakat hepsi tek bir hakikâti haykırdı:  Ey kavmim! Allaha ibadet edin sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.1

Vefa; Hz Muhammed (s.a.v.)’in isminin yanında durduğu gibi hiçbir yerde bu kadar güzel ve anlamlı durmamıştı. En çok ona yakıştı. Hayatı tam bir vefa tezahürüydü. Peygamberlikten önce ve sonra hiç ayrılmadı vefadan. Başta yaratıcısına, sonra en küçük bir iyilik gördüğü tüm mahlûkata karşı hep vefa duygusuyla davrandı. Kendisini bu davadan vazgeçirmek isteyenlere: “Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseler ben asla davamdan dönmem. Ya Allah-u Teâlâ bu dini bütün cihana yayar, vazifem biter veya bu yolda canımı feda ederim”, buyurarak bir nevî Allah’a verdiği ahde sâdık kaldığını gösteriyordu.

Ahdine bağlı olmak, düşmanın bile olsa verdiğin sözden dönmemektir. Vefalı insan, dost-düşman herkesin güven ve emniyet duyduğu kimsedir. Onun karakterinde yalancılık ve dönekliğin izine rastlanmaz. En zor anlarda bile ahde vefa gösterir. Allah(c.c) ayette: ‘Yine onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler’2 buyuruyor.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yetiştirdiği ashap da bütün hayatlarını vefa duygusu içinde geçirdi. Sevgilerinin ve bağlılıklarının en güzel ifadesi olarak “Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah” dediler, ardından candan ve maldan vazgeçtiler.

Sahabe-i Kiram, Allah ile yaptıkları anlaşmadan ve Rasulullah (s.a.v.)’a verdikleri sözden hiç dönmedi. Sonuna kadar sadâkatle devam ettiler. Akabe bey’atında Allah ve Rasûlü sahabeden bey’at alarak onlara ahidleşmeyi öğretiyordu. Bedir savaşında Saad b. Muaz: ‘Ya Rasûlallah sen bizim önümüzde denize girsen biz de gireriz’ diyerek sözlerinin arkasında duracaklarını ve bir an bile geriye dönmeyeceklerini beyan ederek şahsiyetlerini ortaya koyuyorlardı. İslam davetçileri davalarını anlatmak için gittikleri bir beldede müşriklere esir olarak düşmüşlerdi. Bunlardan biri de Hz. Zeyd idi. Ebu Süfyan ona: ‘Ey Zeyd sen şimdi rahat yatağında yatarken senin yerine peygamberin burada olmasını ister miydin?’ dedi.  Bunun üzerine Zeyd: ‘Vallahi değil benim yerime burada olması, ben buradayken onun ayağına bir dikenin batmasına bile razı olmam’3 diyerek verdikleri sözden bir an bile tereddüt etmeden, geriye dönmeyeceklerini gösteriyorlardı. Dava böyle şahsiyetli erkek adamların sırtında yükseliyordu. Cephelerde ekin biçilir gibi biçildiler, fakat bir adım geriye dönmediler. Böyle yiğit adamlar tarih yazdılar ve tarihe geçerek hiç unutulmadılar. Kur’an-ı Kerim onları söz ve ahitlerine bağlılığı ile destanlaştırırken şöyle buyurmaktadır: “İnananlardan öyle yiğitler vardır ki, Allah’a verdikleri sözü yerine getirip sadâkatlerini ispat etmiş; kimisi ahde vefa gösterip canını vermiş; kimisi de (şehitliği) beklemektedir.”4

Ahde vefasızlar ise dünyada rezil olacakları gibi, ahiret gününde de teşhir edilerek rezil edileceklerdir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Kıyamet gününde her vefasız için bir sancak dikilecek; bu filanın vefasızlığıdır, denilecektir.”5

Bugün Müslümanlar, batı kültürünün etkisi ile yaşam tarzlarını nasıl onlara benzetmiş iseler ahlâk olarak da kendilerini onlara benzetmiş durumdadırlar. Hadiste; “Dört şey vardır ki; bunlar kimde bulunursa o kimse hâlis münafıktır. Kimde bunlardan bir haslet bulunursa onu bırakıncaya kadar, kendisinde nifaktan bir alâmet vardır. O hasletler:

Kendisine bir şey emanet olunursa hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, kavga ederse haktan ayrılır.”6

Müslümanlar sözünde durmayarak münafık olmayabilir ancak onların ahlâkı ile ahlâklanmış olurlar. Bugün Müslüman toplumunda bu kötü ahlâk yayılmıştır. Söz verdiği zaman sözünü tutmayan, konuştuğu zaman yalan konuşan, özünde ve sözünde bir olması gerekirken insanların bir birine güvenmediği toplumlar haline gelmişlerdir.

Merhum Akif’in dediği gibi:

Hayâ sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde

Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!

Vefa yok, ahde hürmet hiç, emanet lafz-ı bî-medlûl

Yalan râiç, hıyanet mültezem her yerde, hak meçhul.

Beyinler ürperir, Ya Rab ne korkunç inkılâb olmuş,

Ne din kalmış ne iman, din harâp, iman turâp olmuş.

Bir Müslüman’ın kendisini bu gibi kötü hasletlerden uzak tutması gerekir. “Ahde vefa imandandır7 diyen Peygamberin yolundan gitmemiz gerekirken, bugün çok az müslüman verdikleri ahde sâdık kalmışlardır. Dünyaya gelmeden önce Rabbiyle ahidleşip dünyaya geldikten sonra ahidlerinden dönenler, ölene kadar bu dava uğruna çalışacağını söyleyip, otuz-kırk yaşında kendilerini emekliye ayıranlar, maddî menfaatler uğruna geleceklerinden korkup da Rezzak olan Allah’a güvenmeyip verdikleri sözü tutmayanlar, Peygamberin yolundan ne kadar uzak olduklarının farkında bile değiller. Bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) hutbelerinde, ahidleri yerine getirmenin önemini sürekli vurgulardı: “Emaneti yerine getirmeyenin imanı yoktur, sözünde ve vâdinde durmayanın da İslâm’ı yoktur.8

Ve biz İslam davetçileri; peygamberlerin en çok vefa gösterdiği; yılmadan, yorulmadan, usanmadan anlatmış olduğu tevhid hakikâtini her mekânda konuşur ve bir nesli bununla yetiştirirsek, Allah’ın yardımının geleceğini ve üzerimizdeki nimetini tamamlayacağını unutmamalıyız.

1.Araf 85

2. Mümünin 8

3. Buhârî 5/41

4. Ahzab 23

5.Buharî, Müslim

6. Buharî

7.Hâkim

8.Beyhakî