Kapak

AKP Zulmü ve Mağduriyetimiz

Paylaş:

Bazı insanlar tarihe fedakârlıkları, kararlılıkları ve Allah namına yaptıklarıyla geçerken, bazıları da tembellikleri, nemelazımcılıkları hatta hayra engel olmalarıyla geçerler. Herkes bu dünyada neyi ekmişse ahirette onu biçecektir.

Biz Furkan Hareketi olarak yaklaşık 30 yıldır bulunduğumuz her yerde toplumun ıslahı ve İslam Medeniyeti’nin yeniden inşası için gece gündüz çalışırken, maalesef son yıllarda yaptığımız hayırlı çalışmalar kimi zaman iftiralarla kimi zaman da fiili müdahalelerle engellenmeye çalışılmakta, hareketin bitirilmesi amaçlanmaktadır. İslam düşmanlarının engellemeleri tarih boyunca her zaman olmuştur ve olmaya devam edecektir. Ancak üzülerek belirtmek gerekirse bize yapılan engellemeler çoğunlukla Müslümanların iktidarda olduğu hükümet kanadından olmakta, bu da bizi daha çok üzmektedir. Halkımızın gerçekleri görmesini engellemek amacıyla gerek sanal âlemde gerekse diğer basın-yayın kuruluşlarında hakkımızda kara bir propaganda yürütülmekte, çeşitli iftiralarla hareketimiz ve Muhterem Hocamız toplum nazarında itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır.

İskanderun da yapacağımız “İstanbul’un Fethi ve Fetih Nesli” konulu konferansın yapılmamasına yönelik fiili engellemelerle bu durum daha farklı bir boyuta taşınmış oldu. Bu güne kadar yaptığımız yüzlerce konferansın hiçbirisinde en ufak bir güvenlik zaafı olmadığı, bir camın kırılmadığı ve hiçbir arbedenin yaşanmadığı bilinmesine rağmen, komik bir takım gerekçelerle programın iptal edilmesi bizi engellemek isteyenlerin gerçekte halka Tevhid’i anlatmamızdan ve bu hareketin halk nezdinde kabul görüp büyümesinden rahatsız olduklarının göstergesidir. Şimdi hükümet yetkililerine şu soruyu sormamız lazım. Sizin “dindar nesiller yetiştireceğiz” söyleminizi biz yıllardır eğitim çalışmalarımızla pratikte gerçekleştirmeye çalışıyoruz, neslimiz dinini tam manasıyla anlasın ve hayatın her alanında dinini öncelesin diye uğraşıyoruz. Neden bizi engelliyorsunuz? Anlaşılan dindar nesil söyleminizde bir problem var. Sizin dindardan kastınız sadece namaz, oruç gibi bazı ibadetlerini yerine getiren başka da hiçbir şeye karışmayan mıdır? Ya da beşeri ideolojileri kabul eden ve hem Müslüman hem de demokrat, laik, liberal olabilen bir Müslüman modeli midir? Bizim Müslüman modelimizin çerçevesi Kur’an ve Sünnet ile çizilmiştir, bu çerçeve de bize diyor ki Müslüman Allah’ın boyasıyla boyanmıştır, başka boyalarla makyajlanmaya ihtiyacı yoktur. Güya İslami faaliyetlerin önünü açmak ve Müslümanlara daha geniş hareket imkânları sağlamak için makamlara gelenlerin geldikleri noktaya bakarmısınız. Kendilerine oy verenlerin ve her yaptıklarına destek veren veya sessiz kalanların faaliyetlerine destek vermek, kendilerine oy vermese de Allah için nasihat edenlerin önünü kesmek, onları toplum nazarında itibarsızlaştırmak ve hatta sosyal medya aracılığıyla iftira, hakaret ve karalama ile sindirmek. Bunları yaparken de kendini eleştirilemez, dokunulamaz hatta tartışılamaz görmek. Bu nasıl bir anlayışın ürünüdür? Maalesef bize yapılan zulüm ve engellemelerin temelinde böyle bir mantık ve kafa yapısı olduğu görülmektedir.

Bize yapılan zulüm ve engellemelere geçmeden önce topluma lanse edilen bir yanlış algıyı düzeltmemiz gerekir diye düşünüyorum. Bize deniliyor ki “size salonlar verilmediği için hükümeti eleştiriyorsunuz.” Bu büyük bir yanılgıdır, tam tersine bize salonların verilmemesinin sebebi; Muhterem Hocamızın Irak ve Suriye politikasına dair hükümet yetkililerine yaptığı nasihatlerdir. Bunu “bize neden spor salonlarını vermiyorsunuz” diye sorulan spor bakanının cevabından biliyoruz. “Sizin hocanız bizi eleştiriyor o yüzden size salonlar verilmiyor” diye cevap vermiş. Şimdi “din nasihattir” çerçevesinde Allah için yapılan nasihat ve tenkitlerden neden rahatsız olunuyor? Ve maalesef bu nasihat ve uyarıların dikkate alınmaması neticesinde Irak’ta bir buçuk milyon Müslüman’ı şehid eden ABD’nin müttefiki olarak tarihe geçtik. Hükümetin yeni kurulduğu dönemde ABD’nin Irak’a girmesi ve bizimde kara yoluyla destekleyip girmemiz mecliste oylanacak ve bir teskere çıkacaktı. Bir gün önceki Cuma Tefsir dersinde bu durumdan muzdarip olan ve yüreği yanan bir âlim olarak Hocamız teskerenin geçmemesi için hükümeti uyarıyor ve tarihe “zalime yardım eden bir ülke” olarak geçmememiz gerektiğini haykırıyordu. Sonuçta teskere geçmedi ama İncirlik’ten desteklediğimiz ABD eliyle bir buçuk milyon Müslüman şehid oldu, binlerce kadının namusu kirletildi, üç-dört milyon çocuk yetim kaldı, Irak yerle bir edildi. Suriye’de de bu iş böyle olmamalı, Suriye halkını sokağa dökmemeliyiz, bunun faturası ve bilançosu ağır olur dedi. Bunu söylediği için cihad düşmanı, İrancı hatta Esad yanlısı iftiralarına maruz kaldı. Gelinen noktada dediği gibi oldu, bir milyona yakın Müslüman şehid oldu, beş altı milyon insan mülteci durumunda, binlercesi umuda yolculuk adı altında Avrupa’ya giderken suda boğuldu, Suriye yerle bir oldu, 3-4 parçaya bölündü ve hâlâ savaş bitmedi. Suriye’de olaylar başladığında beş ay içinde Şam’da Emevi Camiinde Cuma Namazı kılmayı hesap eden yetkililerin bu hesabı tutmadığı gibi olayların üzerinden beş yıl geçti. Kendilerinde basiret ve feraset olamayabilir ancak bu konuda uyarıları da dikkate almamak, Allah için nasihat edenleri düşman görmek, bizi eleştiriyor diye yaptığı faaliyetleri engellemek hangi akla, vicdana ve iz’an’a sığar bilemiyorum.

İlk olarak Nisan 2013 te Konya’da yaptığımız konferans engellenmek istendi. Aslında engellemeler Konya konferansıyla başlamış oldu. Sonrasında Mayıs 2013’teki İstanbul Bağcılar’daki konferansımız belediyenin Cuma günü mesai bitimine saatler kala iptal ettiğini açıklamasıyla engellendi. Birçok kardeşimiz günler öncesinden uçak biletleri almıştı, günlerce İstanbul’un birçok semtinde afiş ve duyuru çalışmaları yapılmıştı. Onlarca emek, zahmet ve harcama bir anda heba edilmek istendi. Buna rağmen Muhterem Hocamızın nezdinde kararlı duruşumuzu gösterdik ve konferans salonunun yanında basın açıklaması ile bu mağduriyetimizi halkımıza duyurmak istedik. O günden sonra spor bakanlığına ait hiçbir salon, AKP belediyelerine ait konferans salonları bize verilmemeye başlandı. Biz de konferanslarımızı düğün salonlarında veya başka partilere ait belediyelerin olduğu şehirlerde belediye kültür merkezlerinde yapmaya başladık. Bununla da yetinmediler düğün salonu sahiplerini arayarak tehdit ettiler, bize salonu verdikleri için ceza kesmekle vs. korkuttular, kendi belediyelerinin olduğu şehirlerde zabıta ekiplerince her türlü zorluğu yaptılar, afişlerimizi topladılar, gerek arkadaşlarımızın şahsına ve gerek derneklerimize ceza kestiler. İşi yurt dışında bize salon verenleri tehdit etmeye kadar vardırdılar. Dortmund ve Hamburg konferanslarımızın yapılacağı düğün salonlarının sahiplerini tehdit ettiler, salon sahipleri bu seferlik iptal etmeseler de bir dahaki seneye vermeyeceklerini söylediler. Şimdi, lafa gelince hamasi duygularla Osmanlı’dan, ta Viyanalara kadar İslam’ı götürmüş olan ecdaddan bahsedeceğiz, ama İslam’ın ve Allah’ın davasının yayılmasını isteyen bir vakfın Avrupa’da Tevhid’i anlatmasından rahatsız olacağız. Hangi Müslüman bu durumdan rahatsız olur ve yapılmakta olan bir hayrı engellemeye çalışır? Dış Ülkelere kadar kolu uzanan kim olabilir? Eğer hükümetin yetkilileri bu durumdan habersiz ise bu daha da vahim bir durum değil midir? O zaman Müslümanları birbirine düşüren, cemaatleri hükümete küstüren, kardeşliği bitirmeye çalışan gizli bir el var demektir. Eğer böyle bir yapı varsa bu yapı gezi olaylarında ortaya çıkan hükümet-cemaat kavgasından beslenmiş ve bu kavgayı kendi lehine çevirmiştir. Bu bahaneyle de İslam’ı anlatan ve kendisi için tehlike gördüğü hangi yapı olursa onu ötekileştirmeye ve sindirmeye çalışmaktadır. Bu iş bütün cemaatlere ve İslami kurum ve kuruluşlara sirayet edecektir. Şimdilik öne çıkanlara ve engelleme yaptıklarında hükümetinde sessiz kalacaklarına yapıyorlar. Muhterem Hocamızın tespitiyle “böylelikle cemaatleri hükümetin eliyle veya göz yummasıyla bitirecekler, sonrasında da cemaatlerin bitmesiyle zaten fiilen bitmiş olan hükümeti bitirecekler. AKP kendi binmiş olduğu dalı kesiyor” demişti. Yok, eğer tüm bunlar hükümetin bilgisi dâhilinde onların da isteğiyle gerçekleşiyorsa o zaman bu duruma ne denir? Tıpkı 1944’te polisçe yakalanan solcu gençlere hitaben konuşan Nevzat Tandoğan’ın “memlekete komünizm lazımsa biz getiririz, siz kim oluyorsunuz?” demesi gibi, memlekete ne kadar ne şekilde İslam lazımsa onu biz getiririz mi deniliyor? Sizin getireceğiniz İslam’ı 13 yıl tecrübe ettik ve görünen şey, haramların kat kat artması, insanların daha çok dünyevileşmesi, Müslümanların kimliklerini kaybetmesi ve demokratlaşması oldu.

AKP ve belediyeleri engellemelerini o kadar arttırdı ki en son şanlı Urfa Belediyesi bayanların yapacağı “Ramazan ve Kur’an’ın mesajı ”konulu konferansı salonun elektrik tesisatından kaynaklanan bir problem(!)den dolayı iptal etti. Arkadaşlarımıza bu durum konferansa 3-4 saat kala söylendi. Kardeşlerimizin “bizim elektrikçilerimiz var tesisata baktıralım” veya “jeneratörümüz var onunla yapalım” demelerine rağmen bu komik gerekçelerinin yalanı ortaya çıkmasın diye kabul etmediler. Orada salonun yanında basın açıklaması yapıldı. Onarımı birkaç gün sürer dedikleri salonda bir gün sonra başka bir programın yapıldığına şahit olundu. Böylesi yalanlarla ve engellemelerle nereye varılmak isteniyor? Maksat bizi engellemek, yıldırmak ve geri adım attırmaksa biz faaliyetlerimize salonlarla başlamadık. İslam’ın davasını anlatmak için tek yol salonlar da değil. Ama bir yandan bize zulmedilip bir yandan da kendilerini haklı göstermeleri, halk nezdinde hareketimizi itibarsızlaştırmaya çalışmaları, Hocamıza ve Hareketimize olmadık iftiralar atmalarını içimize sindiremiyoruz.

İskenderun’da yapılan zulüm ve engellere değinemedim. Onu bir başka sayıda dile getiririz inşaallah. Son olarak şunu söylemek istiyorum. Tüm bu engellerle bir takım planlar yapanlar veya bu planlara ortak olanlar bilsinler ki onların bir tuzağı varsa Allah’ın da bir planı vardır. Allah kendi dinine yardım edenleri yalnız ve yardımsız bırakmayacaktır. Hocamızın deyimiyle “biz bu yola girerken herşeyi göze alarak girdik.” Tüm bu engeller bizim Hocamıza ve birbirimize olan bağlılığımızı perçinlemekte, sabrımızı, sadakatimizi ve azmimizi bileylemektedir.

                “…O hâlde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç takva sahiplerinindir.”1

  1. Hud, 49