Başyazı

Alparslan Kuytul Hocaefendi ile Hasbihal

Paylaş:

Kıymetli okurlarımız, bu ay Başyazı bölümümüzde Başyazarımız Alparslan Kuytul Hocaefendi ile gerçekleştirmiş olduğumuz hasbihal yer alıyor. 15-16 Haziran’da görülen mahkemenin tahliye kararıyla sonuçlanması üzerine gerçekleştirdiğimiz hasbihal, Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Ağrı süreci hakkında merak edilen sorulara verdiği cevaplardan oluşmaktadır. Merakla beklediğiniz sayfamızı istifadenize sunuyor, hayırlı okumalar diliyoruz.

Furkan Nesli: Muhterem Hocam, öncelikle bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. 9 Mayıs günü mahkemeye çıkarılmış ve tutuklanmıştınız. Tutuklanma ve Ağrı’ya gidiş sürecinde neler yaşadığınızı bizimle paylaşır mısınız?

Alparslan Kuytul Hocaefendi: Polisler sabahın erken saatlerinde eve geldiler. Durumu anlamak için gelen müdürlerden biri ile konuştum ve memurların elindeki evraka baktım. Evrakta müştekinin Koray Sarısaçlı olduğu yazıyordu. Memurların bu meseleden dolayı geldiğini hiç düşünmedim. Çünkü konunun üzerinden 8, müştekinin ifade değiştirmesinin üzerinden 6 ay geçmişti.

Memurlarla beraber evden çıktık. Beni önce Adli Tıp Kurumuna götürdüler. Aslında tutuklanacağım Adli Tıp’tayken belli olmuştu. Polisler, doktordan bana Covid testi yapmasını istediler. Doktor şaşırdı ve “gerek yok” dedi. Ben de: “Ben Covid testine güvenmiyorum ve yaptırmak istemiyorum” dedim. Buna rağmen polisler benim Covid testi yaptırmam konusunda ısrar ettiler. Doktora da işaretle beni teste alması gerektiğini söylediler. Ben ısrarla yaptırmayacağım deyince doktor: “Siz bilirsiniz” demek zorunda kaldı ve oradan çıktık. Sonrasında beni başka bir sağlık kuruluşuna götürdüler. Orada da Covid testi yapalım diye ısrar ettiler. Bu ısrarın sebebini Patnos Cezaevine girerken fark ettim. Cezaevine gidince Covid testi yapacaklarını söyledikleri zaman ben yapmak istemediğimi söyledim. Oradaki memurlar cezaevi ve huzur evi gibi yerlerde Covid testinin mecburi olduğunu söylediler. Ben de polisin benim tutuklanacağımı ve zaten adliyeden sonra cezaevine gideceğimi bildiğini bundan dolayı Covid testinde ısrarcı olduğunu anladım. Yani eğer tutuklanacaksanız polis bunu bilmektedir. Çünkü zaten talimatı onlar vermektedir. Maalesef bilhassa Sulh Ceza Hâkimlerinin dosya hakkında bilgisi yoktur. Emniyet tutuklanacak ve serbest bırakılacak olanları belirler ve hâkimin önüne isimleri koyar. Hâkim mahkemede sanıkları dinliyor gibi yapar ama aslında dinlemez ve önüne gelen listeye göre karar verir. Bu sebeple polis mahkemeden önce kararın ne olduğu hakkında bilgi sahibidir.

30 Ocak 2018’de yapılan operasyondan 10 gün sonra yani 8 Şubat tarihinde mahkemeye çıktığımızda bizi tutuklayan, iki sene cezaevinde kalmamıza sebep olan Sulh Ceza Hâkimi de konu ile ilgili hiçbir şey bilmiyordu ama bizi tutuklamıştı. Mahkeme günü bir arkadaşımız Emniyet Müdürünün yanından ayrılmayan bir sivil, büyük ihtimalle de istihbaratçı bir tanıdığıyla karşılaşmış. Daha mahkemeye çıkmadan önce arkadaşımıza: “Hâkim hocanızı bırakacaktı ama filan bakan telefon açtı ya da açtırdı. Hocanız ve 4 kişi tutuklanacak” diyor. Maalesef bu işler böyle oluyor; Sulh Ceza Hâkiminin dosyadan haberi olmuyor, talimata göre karar veriyor. Sulh Ceza Hâkimliği bu hâliyle giyotin makinesine dönüşmüş durumdadır. İstihbaratın, emniyetin istediğini talimatla tutukluyor ve kanunsuzluk, zulüm Sulh Ceza Hâkimlerinin eliyle hukuka uygun gibi gösteriliyor. Yapılan zulüm hukukileştiriliyor. Bu sistem değiştirilmeli; dosya ile hangi mahkeme ilgilenmeliyse ona teslim edilmeli ve dosyayı o mahkeme incelemelidir. İstediklerini tutuklayabilmek için Sulh Ceza Hâkimliğini kasten icat ettiler. İnsanları talimatla tutuklayan hakimlerin yediği içtiği haramdır.

Furkan Nesli: Ağrı Patnos Cezaevine gideceğinizi ne zaman anladınız? Bu süreç sizin için nasıl geçti?

Alparslan Kuytul Hocaefendi: Nereye götürüldüğümü hiç anlayamadım. Nereye gidileceğini ne bana ne de aileme söylemediler.  Bu defa Bolu’ya gidişimden daha sert daha acımasız bir karar gelmiş olsa gerek ki büyük cezaevi aracıyla ve birçok askerle götürdüler. Araçta oturduğum yer tahtaydı, tahtanın üzerinde 15 saat yol gittim. Pencere demirlerinde küçük küçük boşluklar vardı, oradan bir şeyler görmeye çalışıyordum. Bir ara Urfa yazısını gördüm ‘Urfa yolundayız herhalde’ dedim. Sabah namazına doğru dinlenmek için mola verdiler. Bana da “namaz kılarsın” dediler. Orada “Burası neresi?” diye sordum, onlar: “Burası Diyarbakır hapishanesi” dediler. Namaz kılacağımı söyleyince oradaki askerlerden bir tanesi: “Tamam Hocam” dedi ve tahtadan bir seccade getirdi. “Hocam sıkıntılarım var bana dua eder misin?” dedi. Ben de: “Tamam” dedim. Namazdan sonra yola devam ettik ama hâlâ nereye gideceğimi bilmiyordum. Aralarında ‘zaten Patnos’a az kaldı’ şeklinde bir konuşma geçtiğini duyunca o zaman Patnos’a gittiğimizi anladım. Zaten belli başlı insanları başka yerlere götürüp kendisine ve ailesine bilgi vermemek adetleriymiş.

Furkan Nesli: Ağrı Cezaevinde yaklaşık 13 aylık bir tecrit zulmüne maruz kaldınız. Bu sürede günleriniz nasıl geçiyordu? Tecridin size üzerinizde ne gibi etkileri oldu?

Alparslan Kuytul Hocaefendi: Açıkçası hapishanede bir gün bana yetmiyordu. Sürekli okumam gereken kitaplar, çalışmam gereken mahkeme dosyaları ve sizlerden gelen mektuplar vardı. Gecelere kadar çalışıyordum. Gelen mektuplarla ilgili şu noktaya değinmek istiyorum, o mektupları mahkemede de kullandım. Mahkemede hâkim beye: “Dünyada hangi suç örgütü liderine bu kadar mektup gelir? Son 15 günde 400 tane mektup geldi. Sen yılların hâkimisin, dünyada bu kadar sevilen suç örgütü lideri var mıdır?” diye sormuştum.  Sorunuz ile ilgili şöyle bir hatıram da oldu: Bir gün koğuşuma bir gardiyan geldi, cezaevinin mazgalından baktı ve çalıştığımı görünce bana: “Hapishaneye gelmişsin hâlâ çalışıyorsun, okuyorsun. Bari burada rahat et” dedi. Nasılsın diye sordukları zaman: “İyiyim çok şükür, zamanın geçmesini, akşamın olmasını istemiyorum” diyordum. Onlar da şaşırıyorlardı.

Cezaevinde hayat sabah 8’de başlıyordu. Kahvaltı yapıyor, sonra çalışmaya başlıyordum. Vaktim, öğlene kadar mektup ve kitap okumak ya da mahkeme dosyalarına çalışmakla geçiyordu. Sonra öğle yemeği geliyordu. Yemekten sonra hemen hemen her gün birkaç saat avukatlar ile görüşümüz oluyordu. Bazen benim avukatlarım bazense tanımadığım, bizimle tanışmak isteyen avukatlar ile görüşüyordum. Benimle tanışmak için Patnos Barosuna bağlı 10 civarında avukat geldi. Başka şehirlerden gelen avukatlar da oldu. Avukatlar ile görüştükten sonra koğuşuma gelip çalışmaya devam ediyordum. Akşam olunca haberleri izliyordum. Sonrasında geceye kadar çalışmaya devam ediyordum. Buna rağmen işlerim bitmiyordu.

Sağlık açısından önceleri iyiydim sonraları iştahsızlık başladı, zayıfladım. Mısır’da kaldığım 90’lı yıllardan beri iki öğün yemek yediğim için vücudum iki öğün yemeğe alışmış ancak cezaevinde 3 öğün yemek dağıtımı oluyordu. 3 öğüne alışmadığım için yemek yemekten usandım. Bundan dolayı yemek yiyemez hale geldim ve vitaminsiz kaldım. Sonra doktora gittim, tahlil yaptılar. Değerlerim düşük olduğu için ilaç verdiler. Bir süre sonra değerlerim düzeldi. Sonuçta bunlar yalnız kalmanın sonuçlarıydı. Yalnız kalınca insanda iştah da olmuyor.

Cezaevinde yemeklerimiz ekseriyetle bulgur, pirinç, makarna ve ekmekti. Bunların da yarısı kuşların yarısı benimdi. Zindan arkadaşlarım kuşlar oldu, başka arkadaşım olmadı. Kuş dediğim de serçe, güvercin, karga… Cezaevinden çıkacağım en son gün bütün ekmekleri oraya koydum, hepsini küçük küçük doğradım ve kuşlarımla vedalaştım...

Furkan Nesli: Hocam yalnız başınıza, bir nevi psikolojik işkence altında olmanıza rağmen motivasyonunuzu nasıl kazanıyordunuz?

Alparslan Kuytul Hocaefendi: Cezaevinde insan yoktu ama Rabbim vardı, insan yoktu ama melekler vardı. Cezaevinde hiç yalnızlık hissetmiyordum. Ve gerçekten o koğuş bana cennet bahçesi gibi oluyordu. İslam düşmanları psikolojik işkence yapmak için beni tecride koydular ama Allah beni rahatlattı.

Furkan Nesli: Cezaevi sürecinizde diğer mahkumlara verilen birçok hak size verilmedi. Bununla beraber kısıtlı verilen haklarınıza dahi mahkeme açılarak o haklarınız da alınmak istendi. Buna rağmen ümidinizi hiç kaybetmediğinize şahit olduk. Bir taraftan haklarınızın kısıtlanması diğer taraftan bu ümidinizi nasıl muhafaza ettiğiniz hususunda neler söylemek istersiniz?

Alparslan Kuytul Hocaefendi: Cezaevindeyken beni “tehlikeli tutuklu” ilan etmişlerdi. Halbuki kanunda “tehlikeli tutuklu” diye bir kavram yoktur, “tehlikeli hükümlü” vardır. Tehlikeli hükümlüler de hakkında karar verilmiş, mahkemesi bitmiş ve aldığı cezayı yatan mahkumlardır. Benim mahkemem görülmemiş ve hakkımda bir karar verilmemiş olmasına rağmen bana ağır müebbetlerden daha ağır bir muamele uyguladılar. Telefon görüşmelerini 15 günde bire indirdiler. Normalde cezaevinde her insanın haftada bir saat telefonla görüşme hakkı vardır ve telefon koğuşun içindedir. İstediği zaman, kendi evi gibi telefon hakkını kullanabilir. Ağır müebbetlerin telefonu olmamasına rağmen onların da haftada bir on dakika telefon ile konuşma hakları olur. Ama bana verilen telefon hakkı iki haftada bir on dakikaydı.  Ağır müebbet cezası olan mahkumlara dahi verilen haklar bana verilmiyordu.

Ben telefon görüşmelerimde yapılan hukuksuzlukları eleştirmeye devam ettiğim için bana önce bir ay sonra iki ay sonrasında da üç ay telefon yasağı vermek istediler. En sonunda ise telefon konuşmalarımdan dolayı 3 gün hücre cezası vermek istediler. Hücre dediğiniz yer normal koğuştan biraz daha dar, biraz daha küçük olan yerdir ve hücrenin zorluğu yalnız kalmaktır. Yoksa biraz dar veya geniş olmuş, bir fark yoktur. Ben zaten 400 gündür yalnız başıma kaldım. Bana verilen hücre cezası 3 gün değil, 300 gün olsa ne olur ki? Hepsine itiraz ettik ve Patnos İnfaz Hâkimliği verilen bütün cezaların yanlış olduğuna karar verip hepsini iptal etti. Aslında bu kararlar cezaevi idaresi tarafından değil gelen talimatlar neticesinde verildi.

Telefon görüşmelerimle 2 şeyi öğretmek istedim. Biz hapishaneye düşmüş olsak da eyvah dememeliyiz. Bizde eyvah yoktur, Allah vardır. Nasıl ki Hz. Musa deniz ile Firavun arasında kalınca İsrail oğulları: “Eyvah yakalandık! Önümüzde deniz, arkamızda Firavun ordusu varken nereye kaçacağız Ey Musa?” deyince Hz. Musa onlara: “Hayır! Rabbim benimle beraberdir, bana yol gösterecektir”1 diyerek onların eyvahını reddetti. Hz. Musa’nın öğrettiği gibi bizler de eyvah demeyecek, Allah diyeceğiz. Ben de arkadaşlarımıza bunu öğretmek istedim. Hapiste de olsanız dik duracaksınız, hapiste de olsanız boyun eğmeyeceksiniz ve daima Allah’a güveneceksiniz. Böyle düşünüp mücadeleye girdiğiniz zaman artık zorlukların kolaylaştığını göreceksiniz. Bir zorluk herkese değil, mücadele etmeyenlere zor gelir. Mücadele ediyorsan, itiraz ediyorsan, öyle olmamalı diyorsan, bir davan varsa o zorluk size zor gelmez. Mücadele ile siz sağlamlaşırken düşmanlarınızın morali bozulur.

Sizlere bir noktayı daha öğretmek istedim. Normalde dışarıda insanların önünde konuşmak kolaydır ama hapisteyken tek başınıza, her çıkış ve girişinizde üstünüz başınız aranırken baskının yüksek olduğu bir yerde konuşmak o kadar kolay değildir. Orada mahkumların psikolojisini bitiriyorlar. Bir defasında gardiyanlardan biri bir mahkûma küfrettiği halde o mahkûmun ona ‘başkanım’ demeye, saygı duymaya devam ettiğine şahit oldum. Dışarıda belki yiğit bir adamdır ama o ortamda birçoğu kuzu gibi oluyor, o yiğitliği gösteremiyorlar. Ben hiçbirine ‘başkanım’ demedim, hiçbirinin önünde eğilmedim. Memur bey dedim, saygılı konuştum, onlar da benimle saygılı konuştular. Ben size insanın hapishanedeyken de yiğit bir insan olabileceğini, hapishanedeyken de dik durabileceğini öğretmek istedim. Furkan nesli, öncü nesil, hapishanede de öncü nesildir, hapishanede de yiğittir!

Furkan Nesli: Bolu Cezaevinde sohbete çıkıyordunuz, bir de mazgaldan konuşma imkânınız oluyordu. Ağrı’da böyle imkanlarınız oldu mu?

Alparslan Kuytul Hocaefendi: Ağrı’da hiçbir imkânım yoktu. Bolu’da yan koğuşumda bulunanlar ile her gün lağımdan konuşuyor, sohbet ediyorduk. Bolu’dayken onlara bu vesile ile İslam’ı anlatıyordum ama Ağrı’da beni öyle bir yere koymuşlardı ki hiçbir yerin hiçbir yerle bağlantısı yoktu. Hiç kimse ile konuşamıyordum. Normalde spor hakkım vardı ama bana vermediler. Mesela Bolu’dayken cezaevi vaizi ile haftada bir defa bir saat görüşebiliyorduk, spora çıkıyorduk ama Ağrı’da ne sohbet ne spor hakkı hiçbir imkân yoktu. Bolu’dayken yine bir bakan müdahale edip beni hapse attırmıştı ama bu sefer aynı bakan besbelli ki daha sıkı talimat vermişti çünkü hiçbir hakkımı vermediler.

Tecrit bana hiç dokunmadı. Zamanımı daha çok değerlendirebilme ve çok farklı duygular yaşayabilme imkânım oldu. Yalnız kalan insanın yaşadığı duyguları kimse yaşayamaz. Yanınızda bir kişi olsa bile o duyguları yaşayamazsınız. O duyguları yaşamak için yalnız kalmanız gerekmektedir. Ağlayacaksanız yalnız ağlamanız lazım, namaz kılacaksanız yalnız kılmanız lazım. Aksi takdirde o duyguları yaşayamazsınız. Allah Azze ve Celle bana bazı duyguları yaşatmak için bu zalimlerin eliyle tecrite koydu, inzivaya çekti. Çok şükür zarar görmedim, güçlendim ve zayıflamadım. Şükürler olsun ki Rabbim yardım etti…

Furkan Nesli: Siz cezaevine girdiğiniz andan itibaren, haksız tutukluluğunuzla ilgili meşru eylem ve etkinlikler hiç durmadan devam etti. Bu mücadeleler ve talebelerinizin dik duruşu ile ilgili söylemek istediğiniz şeyler var mı? 

Alparslan Kuytul Hocaefendi: En son telefon konuşmamda da söylemiştim “ben mutluyum” demiştim. Mutlu olmamın bir sebebi yolumuzun Allah yolu, alnımızın ak; davamızın, cemaatimizin ve yolumuzun hak olmasıdır. Mutluluğumun diğer sebebi ise talebelerimdir. Talebelerim beni yalnız bırakmadılar, bol bol mektup gönderdiler, moral verdiler. Diğer taraftan da ben hapiste olsam bile hizmetlerimizin devam ettiğini, talebelerimizin her gün eylem ve yürüyüşler yaptığını biliyordum. Bu beni mutlu ediyordu. Hapisteki insana dışarıdakilerin verebileceği en büyük destek budur ve bunu yaptınız. Hepinizle gurur duyuyorum. Allah razı olsun.

Furkan Nesli: Hocam, siz Ağrı’dayken Semra Kuytul Hocahanım her ay Adana’dan Ağrı’ya 1000 kilometre yolculuk yapıyordu? Ailenizin yaptığı bu zorlu yolculuklar ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Alparslan Kuytul Hocaefendi: Bu durum kurdukları düzenin zulüm düzeni olduğunun ispatıdır. Bununla bana mı ceza veriyorlar benim 9 yaşındaki kızıma mı ceza veriyorlar? Beni neden Ağrı’ya gönderiyorlar? 200 metre daha gitsek İran’a ulaşırız. Benim ailem yine her ay düzenli olarak geldi ama aynı zulme maruz kalan diğer tutukluların aileleri gelemiyor. 1-2 yıl ailesini göremeyenler var.

Bizim görüşümüzü kasten sabahın en erken saatine koymuşlardı. Eşim geceleyin sabaha kadar yol gelsin ve görür görmez hemen geri gitsin istemişlerdi. Çocuklar görüş sırasında ya başını masaya koyarak ya da bana dayayarak uyumak istiyorlardı. “Kızım kalk, sen buraya niye geldin” diyordum ama uyumak istiyorlardı çünkü gece uyuyamamış, sabaha kadar yol gelmiş oluyorlardı. Toplam görüş hakkımız 50 dakikaydı ama nasıl görüştüğümüzü bilmiyorduk. Bu insanlık mıdır?

Furkan Nesli: Cezaevinden çıktıktan sonra birkaç yerde mahkemeye yakın bir zamanda kardeşliğe, bağlılığa kastedenlerin olduğundan ve artık saflık döneminin bittiğinden bahsettiniz. Bu konuyla ilgili söylemek istediğiniz bir şey var mıdır?

Alparslan Kuytul Hocaefendi: Bu hareket artık İslam düşmanlarının hedefinde olan bir harekettir. Bizi baskıyla, hapisle, gözaltıyla, copla, gazla dağıtamayacaklarını biliyorlar. Bu cemaat artık bunu ispat etti. Böyle olmayınca, yıllardan beri içimize yerleştirmiş oldukları bazı adamları harekete geçirerek bizi içimizden parçalamaya çalışıyorlar. Bazıları da özel görevli olmayıp kalbi hastalıklı olanlardır. İslam düşmanları bunları da harekete geçirdi.

Bir cemaatin taşıyıcı elamanları vardır. Bunlar bağlılık, kardeşlik ve itaat gibi meselelerdir. Eğer bir kişi konuşmalarıyla kalpleri bozmaya, bağlılığı kaldırmaya, itaat anlayışını yıkmaya ve kardeşliği bozmaya çalışıyorsa cemaati ayakta tutan taşıyıcı elemanları yıkmaya çalışıyor demektir. Ondan ve öyle olan diğer kişilerden şüphelenmek icap eder. İyi niyetli olan biri temel taşıyıcı elemanlara zarar vermez. Eğer bir kişi temel taşıyıcılara zarar vermiyor, daha basit eleştiriler yapıyorsa eleştiri hakkıdır, yapabilir. Zaten de iyi niyetle eleştiri yapan biri o konu hakkında konuşması gereken kişi ile konuşur, herkesin içinde konuşup insanların kalbini bozmaz.

Ben bugüne kadar çok olay yaşadım. ‘Cemaat, Allah’ın cemaatidir. Hepimiz İslam için çalışıyoruz’ diye düşünerek kimseyi cemaatten kovmadım ama artık İslam düşmanlarının gözü bu hareketin üzerindedir ve İslam düşmanlarının bu hareketi parçalamaya çalıştıkları aşikardır. Dolayısıyla artık bu gibi şeylere müsaade etmem, edemem. Bundan sonra cemaate darbe vurmaya çalışanları ilan ederim. Bütün partilerde ihraç sistemi vardır. Bütün partiler partiye zarar veren, partinin siyaseti dışına çıkan, partinin görüşü dışında görüş beyan eden, fitne çıkartmaya çalışan ya da partinin görüşü dışında basına açıklama yapan kimseleri disiplin kuruluna verip partiden ihraç etmektedir. Ben bugüne kadar kimseyi ihraç etmedim. Bundan sonrası için anlıyorum ki içimizdeki uyuyan hücreler yeri geldiğinde uyandırılacak ve harekete geçirilecekler. Ben de bu saatten sonra cemaate aykırı görüşleri, vurmaya çalışılan darbeleri, insanlarımızın kalbini bozanları gördüğümde “sen bizden değilsin” der, ilan ederim. Senin cemaatin içinde kalmana, kendini cemaatin içindeymiş gibi gösterip insanlarımızın kalbini bozmana, bu iğrenç siyaseti uygulamana müsaade etmem. Bugüne kadar yapmadığımı yaparım. Şimdiye kadar davrandığım gibi davranmam. Şimdiye kadar kardeşliği bozmayayım diye sessiz kaldım, içime attım. Her yaptığını ve neler konuştuğunu biliyorum. Belki iyi niyetlidir belki biraz kalbi bozuktur ondan dolayı böyle yapıyordur, zamanla düzelir dedim. Ama düzeldiğini görmedim. Eski dönem bitti! İslam düşmanlarının bu hareketi parçalamaya çalıştıklarını biliyorum. Bundan dolayı tavrım değişir ve bu davranışlara artık müsaade etmem.

Cemaati beğenmeyenler 10 sene evvel de kötü konuşuyordu, 15 sene evvel de 20 sene evvel de. Madem beğenmiyorlar cemaatin içinde maddi bir menfaat de yokken neden bırakıp gitmemektedirler? Böyle kimseler bir taraftan beni öven sözler söylerken diğer taraftan da bu cemaatin yükünü taşıyan taşıyıcı elemanlara laf söylüyorlar. Direkt bana laf söyleyerek bana kurşun sıkamıyorlar çünkü o zaman herkes tepki gösterir. Bu sebeple onlara olan saygıyı ve sevgiyi azaltmaya çalışıyor. Bazılarının görevi budur. Yıllarca geliyor, gidiyor. 10 -15 senelik adam oluyor, herkes onu tanıyor, etkili oluncaya kadar kalıyor ve kendisine gelecek talimatı bekliyor. Onun görevi kendini hemen belli etmemektir. İslam düşmanlarının bu hareketi parçalamaya çalıştığını biliyorum ama bundan sonra böyle davrananlara tavrım aynı olmayacak.

Furkan Nesli: Muhterem Hocam, kıymetli vaktinizden bizlere zaman ayırdığınız için teşekkür ediyoruz. Böylesi haksızlıkların ve zulümlerin tekrar etmemesini temenni ediyoruz. Allah’a emanet olunuz…

  1. Şuara, 62