Hocaefendi'den Mesaj

Artık Son Sahneye Geliyoruz!

Paylaş:

 

 

Selamun Aleykum… Ben Alparslan Kuytul…

Bir gazete, bana iki tane soru sormuş: Dört duvar arasında olmak ve adalet arayışı size ne hissettiriyor? Dışarıda en çok neyi özlediniz?”

Öncelikle şunu söyleyeyim: Dört duvar ara­sındaki insan, önce kendisini fırında pişen ekmek gibi hisseder. Özellikle yalnız kalıyorsa … Her ta­rafınızdan buharlar çıkar sonra pişersiniz ve ra­hatlarsınız. Dört duvar arasında olmak Rabbiyle irtibatı olmayan için çok zor. Yolu doğruysa, hak yoldaysa ve gerçekten suç işlemediyse, Rabbiy­le irtibatı da kuvvetliyse Allah Azze ve Celle ona zindan hayatını kolaylaştırır. Tıpkı kabir gibi; ka­bir, bazı insanlar için azap yerine bazı insanlar için de cennet bahçesine çevrilir. Eğer sorulara cevap verdiyse, Rabbi Allah ise, Allah’tan başka­sına ibadet ve itaat etmediyse Allah Azze ve Cel­le, kabri ona cennet bahçesine çevirir. Zindan da aynı öyle… Zaten eskiler, “Hapishane, dirilerin kabristanıdır…” demişler.

Adalet arayışıyla ilgili sorulan iki soru eğer birbiriyle bağlantılıysa ya da tek soruysa, “Dört duvar arasında olan biri olarak adalet aramak nasıl bir şey?” soruluyorsa evvela şunu söyleye­yim; ben, adalet aramıyorum. Çünkü haksızlık ve zulmü hakkı görenlerden adalet beklemek boşunadır. Ben, adaleti Rabbimden bekliyorum, insanlardan beklemiyorum. Ortam malum, bu ortamda adalet beklemek boşuna... Dört duvar arasında olup kendimi savunmak tutuklu yar­gılamanın ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor. Bir insanın kendisini savunabilmesi için dışarı­da olması lazım. Eğer iyi bir avukatı yoksa, iyi bir ailesi, iyi bir çevresi, dostları, arkadaşları yoksa istediği delilleri toplayamaz. Dört duvar arasında kendinin suçsuzluğunu ispatlayamaz. O yüzden İslam’da tutuklu yargılama sadece bir tedbirdir. Bugünkü dünyada da kabul edilmiş bir kuraldır. Ama şu anda, tutuklu yargılama bir tedbir ol­maktan çıkmış tamamen cezalandırma sistemine dönüşmüştür. Aslında beraat edecek olan nice insanları tutuklu yargılamak suretiyle peşinen cezalandırmış oluyorlar, yargısız infaz yapıyorlar. Bu bir yöntem olmuş. Sizi bir sene, iki sene, üç sene tutuklu yargılıyorlar sonra beraat etseniz ne olacak ki artık? Zaten yatmışsınız. Yani bu şekil­de kiminden intikam alıyorlar, kimini susturmaya çalışıyorlar.

Bizi tahliye eden mahkeme, “Kaçma şüphesi yoktur” diyerek tahliye etti. Yukarıdan baskı ya­pılınca tekrardan tutukladılar. Şimdi aynı mah­keme, “Kaçma şüphesi vardır” diyerek her ay, tutukluluğun devamına karar veriyor. İşin geldiği noktaya bakın... “Kaçma şüphesi yoktur. Şundan şundan şundan dolayı tahliye ediyorum” diyen sen değil miydin? Ne oldu, Ocak’tan Şubat’a ne değişti? Çünkü talimat geldi. Hadise bu, o yüzden böyle bir ülkede adalet beklenmez. Allah’tan bekliyorum, insanlardan, yetkililerden ve mah­kemelerden bir şey beklemiyorum.

Tutuklu yargılamayı bir metot haline getirdi­ler o yüzden on binlerce insan, bunların içinden birçokları da masum ve bunların haklarını ara­malarına izin vermiyorlar. KHK’larla ihraç edilen­ler de aynı şekilde. 140 bin civarında insanı hiçbir savunma hakkı vermeden, mahkemesiz KHK’larla ihraç ettiler! Hani hukuk devletiydik? Nasıl olur da insanlar mahkemesiz işten kovulurlar? Bun­ların hepsi perişan oldular, aç susuz kaldılar ve şimdi onu söyleyenleri de susturmaya çalışıyor­lar.

Bülent Arınç bunu söylüyor diye son günler­de hep üzerine gidiyorlar. Aslında bir güç, inti­kam alıyor ve bunların konuşulmasını istemiyor. Mazlumların savunulmasını istemiyor. İntikam alıyorlar ve İslami faaliyetlerin tamamını bitirmek istiyorlar. Aslında mesele FETÖ meselesi olmak­tan çok öte… Mesele aslında, İslami faaliyetleri tümden bitirmek, yalnız cemaatleri de değil… Ben evvelden, “tüm cemaatler için yapılmış bir proje” diyordum. Aslında bakıyorum artık tüm cemaatler de değil, cemaat olmayanlara da fer­di olarak çalışma yapanlara da hatta Diyanete de sıra geldi. Birtakım şeyler bahane ederek Diya­netin bile üzerine gidiyorlar.

Aslında asıl mesele; Diyanet, Sünneti kabul ediyor. Kur’an’ı kendi kafasına göre yorumla­mamaya çalışıyor, 1400 yıllık birikimi reddet­miyor ve dinde reform yapmayı kabul etmiyor. Öyle zannediyorum ki o yüzden Diyanetin de kadrosunu değiştirmek istiyorlar. Zaten “sırayla gidecekler” demiştim. Şimdi sıra Diyanete geldi. Hatta sıra yavaş yavaş AKP’ye bile geliyor. Her gün “Fetö’nün siyasi ayağı” demeye başlıyorlar. Mesele onları savunmak değil gerçekten bu işin içinde siyasetçilerin olmadığını söylemiyorum, elbette ki varlar ama mesele o değil. Mesele, git gide son sahneye geliyoruz ve herkesi sustura­caklar. Zaten bunun çoğunu başardılar ve bunun gündeme gelmesini istemiyorlar. Birisi kalkıp da böyle bir şeyler söylerse hemen onun üzeri­ne hücum ediyorlar onu susturuyorlar. Böylece İslami faaliyetlerin devam etmesi istenmiyor. KHK’larla ihraç edilenler tekrardan işe alınsa ya da mesela beraat edenler çoğalsa o zaman tekrar bir rahatlama olacak. O rahatlamanın olmasını istemiyorlar. Bir korku imparatorluğu kurmak is­tiyorlar. Aslında herkesin faaliyetleri bırakmasını istiyorlar.

ÖZLEDİM…

En çok neyi özlediğimi sormuşlar ama buna çok giremeyeceğim. Zaman kalmadı ama…

En çok; annemi, eşimi, çocuklarımı, dava ar­kadaşlarımı özledim, ders ortamımı özledim. Kalabalıkla çay içmeyi özledim, İslam’ı anlat­mayı özledim…

Eğer yiyeceği soruyorlarsa, yağda yumurta yemeyi özledim... Çünkü burada yağda yumurta hiç yemedim, vermiyorlar. Çiğ yumurta satmı­yorlar. *

09.11.2019 Bolu Cezaevi | Telefon Görüşmesi

 

* youtube.com/watch?v=TO-zCgIfklY&feature=youtu.be