Sahabe İklimi

Ashabın İtaat ve İstişare Ahlakı

Paylaş:

Büyük hareketlerin ve hedefi büyük toplulukların değişmez prensipleri vardır. Bu prensipler düzeni sağlamakla birlikte hareketi ileri taşıyan etkenlerdir. Bu yazımızda vahiy ile yönlendirilen Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in istişare ahlakını ve kendisinin gökteki yıldızlara benzettiği ashabın itaatte nasıl boyutlara ulaştığını ele alacağız.

İstişare ve şûra kavramlarının fiil kökü “şevere”dir. “Görüş bildirmek, yapılması gerekeni öğütlemek ve doğru yolu göstermek gibi” manaları ifade eder. İstişare, müşavere, meşveret, müşure hep bu kökten türetilen “danışıp görüşmek ve işaret almak” manasına gelen mastar kelimelerdir.[1] Ayrıca bu kelimeler “arı kovanından bal almak” manasına da gelir. Bununla sanki birçok görüş, seçenek ve alternatiften bal gibi en saf, en halis ve en faydalı olan kanaati elde etmek manası kastedilir.[2]

Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem her adımını vahye göre atar, vahiyle yönlendirilirdi. Rabbimiz Al-i İmran Suresi 159. Ayette: “İş hakkında onlarla müşavere et!” buyurarak peygamberine ve onun üzerinden ümmetine istişare yolunu göstermektedir. Ebu Hureyre: “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den daha çok adamları ile istişare eden bir kimse görmedim”[3] demiştir. Bedir, Uhud, Hendek gibi büyük savaşlarda istişare ederek karar vermesi bunun başlıca örneklerindendir. Esasında vahiy öncesinde de Allah Rasulü’nün istişareye dikkat ettiğini görüyoruz. Hz. Hatice’nin kendisine yaptığı evlilik teklifini amcasıyla paylaşmış ve onun görüşünü almıştır. Yine ilk ayetlerin nazil olmasıyla eşi Hatice validemize durumu anlatmış, onun tavsiyesi ile Varaka b. Nevfel’e gitmişlerdir. Kızlarını evlendireceği zaman karar vermeden önce kızlarının ve ailesinin fikirlerini almıştır. Tarih boyunca büyük insanların ortak özelliklerinden biri de istişare ederek fikir alışverişinde bulunmaktır.

Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “İstişare edilen kişi, kendisine güvenilen kişidir.”[4]  Güvenilirlikten maksat nedir?  Kanaatimizce hem sır tutmak hem de işin ehli olmaktır. Allah Rasulü’nün hayatındaki istişarelere bakacak olursak tüm toplumla yapılan istişarelerden çok kabile temsilcileri ve işinin ehli olan insanlarla istişare ettiğini görürüz. Yani teşbih icap ederse Efendimiz, çöldeki bedevi ile istişare etmemiştir. Bu minvalde bir hareketi baz alırsak, kişinin kendini istişare edilmeye ehil biri görmesi bazı olumsuz soru işaretleri meydana getirecektir. Ayrıca istişareden maksat beyan edilen görüşü uygulamak değildir. Uygulanacak şeyin kararını vermek lidere kalmıştır. Eğer istişare sonucunda lider bir karara varıyor ise tebaasına düşen itaat etmektir. Eğer Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine her söylenen fikri uygulayacak olsaydı böyle bir hareket ve devamında devlet kurabilir miydi? Lider meselelerin önünü ve arkasını düşünür. Lider hareketi en çok düşünen ve emek eden, beraberinde zorluğun büyüğünü yüklenen kişidir. Nasıl ki lidere düşen istişare ahlakına sahip olmak ise, tebaasına düşen de ona gönülden itaat etmek ve fikri uygulanmıyor ise gönül koymadan işi ehline bırakmaktır. Şimdi itaat mevzusuna gelelim:

İtaat kelimesi sözlükte “baş eğmek, söz dinlemek ve emredileni yerine getirmek” anlamlarına gelmektedir. Mü’minin manevi derecesi, Allah ve Rasulü’nün emirlerine itaati nispetindedir. İmanın kemale ermesi de bu itaatteki titizlik, hassasiyet ve muhabbet nispetinde artar. Allah ve Rasulü’ne muhabbet ve itaatte mertebe kateden kimseler, dünya ve ahirette ilâhî lütuflara mazhar olurlar. Rabbimiz Nisa Suresi 69. Ayette şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” 

Dikkat edilmesi gereken bir şey vardır ki peygambere itaat mendup değil, farzdır. Farzın terki cezayı getirir. Rabbimiz Nisa Suresi 14. Ayette şöyle buyurmuştur: “Kim de Allah’a ve Peygamber’ine isyan eder ve O’nun sınırlarını aşarsa Allah onu, içinde devamlı kalacağı bir ateşe sokar. Onun için zelil ve perişan eden bir azap vardır.”

Her meselede bizlere örnek olan ashap, itaat konusunda da kendilerinden sonraki nesillere örnek olmuştur. Ashabın itaat anlayışı gönülden rıza ile teslimiyettir. Onlarda acaba yoktur, istikbal planı, ardını araştırıp sorgulama yoktur. Şeksiz ve şüphesiz itaat vardır ki bu, onların derecesini yükselten önemli etkenlerden biridir. Kişi itaat etmekle imanını derecelendirir ve yine itaat edebilmek güzel bir imana sahip er kişinin işidir. Onların itaatlerini gösteren yüzlerce olay ve rivayet vardır. Biz Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in istişaresini de içeren bir örneği ele almakla yetineceğiz.

Bedir Savaşı hem Efendimizin istişaresini hem de ashabın itaatini gösteren mühim bir hadisedir. Bedir’de Ebû Süfyan’la savaşılıp savaşılmaması konusunda Hz. Peygamber ashapla istişare etmiştir. Ebu Süfyan’ın gelmekte olduğu haberi kendisine ulaşınca Hz. Peygamber bir istişare meclisi kurmuştur. Evvela Hz. Ebu Bekir sonra Hz. Ömer ayağa kalkıp, muhacirleri temsilen Kureyş ordusuna karşı gidilmesi ve Ebu Süfyan’ın kervanını takipten vazgeçilmesi yönünden görüş beyan ettiler. Daha sonra Ensâr’dan Sa’d b. Ubade ayağa kalkıp: “Ey Allah’ın Elçisi! Nefsim elinde bulunan (Allah)’a yemin ederim ki eğer sen bize atlarımızı deryaya sürmemizi emretmiş olsaydın mutlaka deryaya sürerdik. Ve eğer sen bize atlarımızı Berku’l-Gımad’a sürmemizi emretseydin bunu da yerine getirirdik” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber insanları Kureyş ordusuyla savaşmaya çağırdı. Alınan karara göre hareket ettiler ve Bedir’e vardılar. Bir süre sonra Kureyş ordusunun su taşıyan develeriyle karşılaştılar. Görüldüğü gibi bu istişare bütün Müslümanları ilgilendirdiği için Hz. Peygamber, her kesimin temsilcisiyle görüşmüştür. Görüşmeler neticesinde sonuna kadar savaşılacağına ve Hz. Peygamber’e olan bağlılıklarını sürdüreceklerine dair görüşler ortaya çıkmış ve savaş kararı alınıp uygulamaya geçilmiştir. Yine Bedir’de Mekkeli müşriklerle savaş kararından sonra, ordunun karargâhı ve mevzilenmesi konusunda fikir beyan eden Hubâb b. el-Münzir’in görüşüne göre amel edilmiştir. Hubâb b. el-Münzir bin el-Cemûh bu konuda şöyle der: “Hz. Peygamber ile Bedir günü savaşa ben de katıldım. Hz. Peygamber Bedir kuyusunun yanına geldi ve kuyunun arkasına mevzilenmeye karar verdi. Ben de: ‘Ey Allah Elçisi! Burası Allah’ın seni yerleştirdiği bir yer mi yoksa harp, rey ve hile gereği takdiriniz mi?’ diye sordum. Hz. Peygamber buyurdu ki: ‘Elbette ki o harp, rey ve hile sonucudur.’ Ben de: ‘Ya Rasulallah! Burası konaklama yeri için uygun değildir. İnsanları kaldır ve bizimle müşriklerin en yakınındaki suya gel. Sonra o suyun ötesindeki kuyuların sularını bozalım. Orada bir havuz yapalım ve su ile dolduralım ki Kureyş ile savaştığımızda biz içelim onlar ise içmesinler.’ Bunun üzerine Hz. Peygamber dedi ki: ‘Hakikaten re’yle iyi yol gösterdin.’ Hz. Peygamber beraberindeki insanlarla Bedir kuyularına geldiler. Sonra emretti, su kuyuları kapatıldı. Müslümanların yanında konakladığı su kuyusunun üzerinde ise bir havuz yaptı. Böylece düşman sudan mahrum bırakılmış oldu. Bu örnekte Hz. Peygamber, Bedir kuyularını iyi bilen ve savaş yerinin tespiti konusunda tecrübeli olan Hubâb b. el-Münzir’in itirazını dikkate almış ve onun önerdiği yeri tercih etmiştir. Yine Bedir Savaşı sonrası esirlerin durumu müzakere edilirken Ömer Radıyallahu Anh, onların hepsinin öldürülmesini teklif etti. Ebu Bekir Radıyallahu Anh ise onların fidye karşılığında serbest bırakılmalarını istedi. Hz. Peygamber de sonuncu re’yi kabul etti.[5]

Ashabın itaatine ilişkin yüzlerce örnek mevcuttur. Henüz mescide varmamış olduğu halde Efendimiz’in: “Oturun!” nidasını işitince bulunduğu yere oturan Abdullah b. Revahalar, “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin!..”[6] ayetini duyunca sesi gür olduğu için evinde ağlayan Sabit b. Kayslar ve daha niceleri…  Gönülden itaat etmek zordur.  Bugün mü’mine düşen, Efendimiz’in sünnetine ittiba ederek ona ve peygamberlerin varisleri olan alimlere itaat etmektir. Rabbim itaatte ve samimiyette dereceler kat eden kullarından olmamızı nasip etsin.

[1] Cevherî, İsmail b. Hammâd, es-Sıhah Tâcu’l-Luğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye

[2] Cevherî a.g.e., II, 704; İbn Fâris, a.g.e, III, 226; Zebîdî, Muhammed Murtaza, Tâcu’l- ‘Arûs min Cevâhiri’l-Kâmus, “Şûra”, DİA, İstanbul, 2010

[3] Tirmizi, Cihad 34

[4] Tirmizî, Edep, 57

[5] İbn Hişâm, a.g.e., III, 67-68; İbn Sa ‘d, a.g.e., II, 38; Hamidullah, a.g.e., II, 892; Akbulut, a.g.e., s.73-74; Köten, Akif, Hz. Peygamber’in Devlet Başkanlığı, Furkan Ofset, Bursa, 1993, s. 6.

[6] Hucurat, 2