Alıntı

Bir Şehidin Dilinden Şehid ve ŞEHADET

Paylaş:

YAZAR: SEYYİD KUTUP

 

“Allah yolunda öldürülenlere sakın ‘ölüler’ demeyin. Tersine onlar diridirler ama siz farkında değilsiniz.”1

Bu hakk-bâtıl savaşında şehid düşecek erler olacaktır. Allah yolunun şehidleri... Aziz ve sevgili ölüler... Onurlu ve tertemiz ölüler... Gerçekten Allah yolunda cihada çıkanlar; bu savaşta canlarını feda edenler en onurlu kalplilerin, en arı ruhluların ve temiz vicdanlıların oluşturduğu bir kâfiledir. Allah yolunda öldürülen bu seçkin öncüler aslında ölü değildirler, diridirler. Bu yüzden onlardan “ölüler” diye söz etmek doğru değildir. Onları ne somut olarak ve ne de duygusal plânda ölü saymak yerinde değildir. Dudaklarımızdan ve dilimizden rastgele dökülen basmakalıp bir kelime ile onlara “ölü” demek caiz değildir. Onlar bizzat yüce Allah’ın şahitliği ile “canlı”dırlar. O halde mutlaka yaşıyorlardır.

Onlar zahirde, gözün gördüğüne göre öldürüldüler. Fakat ölümün ve hayatın mahiyetlerini bu yüzeysel ve zahiri bakış belirleyemez. Hayatta olmanın, diriliğin başta gelen belirtisi etkinlik, büyüme-gelişme ve sürekliliktir. Ölümün başta gelen belirtisi ise pasiflik, durgunluk-donukluk ve kesintidir. Allah yolunda öldürülenlerin, uğrunda öldürüldükleri hakk davayı destekleme konusundaki etkinlikleri belirgin bir etkinliktir. Uğrunda can verdikleri düşünce, onların kanları ile sulanarak süreklilik kazanır. Bu fedakâr insanlar ölümü seçmekle kendilerinden sonra gelecek olanları güçlü ve devamlı bir etki altında bırakırlar. Buna göre şehidler; hayatı değiştirme ve yönlendirme konusunda aktif, sürükleyici ve etkin birer unsur olmakta devam ederler ki, hayatta olmanın başta gelen niteliği budur. Bu açıdan onlar her şeyden önce insanların dünyasında geçerli olan bu objektif bakış açısı yönünden yaşıyorlar, diridirler.

Sonra onlar Rabbleri katında da diridirler. Bu dirilik ya anlattığımız itibarladır veya ne olduğunu bilmediğimiz başka bir itibarladır. Yüce Allah’ın bu konuda;“Onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz” buyruğu ile onların yaşamakta olduklarını bildirmesi, bizim için yeterlidir. Çünkü söz konusu hayatın mahiyeti, sınırlı ve yetersiz insan idrakinin ötesinde ve üzerindedir. Fakat onların diri oldukları kesindir.

Onlar yaşıyorlar! Diri oldukları için öbür ölüler gibi yıkanmazlar. Şehit düşerken giydikleri elbiseler aynı zamanda kefenleri olur. Çünkü yıkamak, ölmüş cesedi temizlemek içindir. Oysa onlar yaşadıklarına göre temizdirler, ölüm kiri üzerlerine bulaşmamıştır. Dünyadaki kıyafetleri, aynı zamanda mezardaki elbiseleridir. Çünkü hâlâ hayattadırlar.

Onlar yaşıyorlar... Bu yüzden öldürülmeleri ailelerine, dostlarına ve arkadaşlarına ağır gelmez. Onlar yaşıyorlar! Ailelerinin, dostlarının ve arkadaşlarının hayatlarına katılmakta devam ediyorlar. Yaşıyorlar! Bu yüzden arkada bıraktıkları kalplere, ayrılıkları zor gelmez; bu olayı fazla büyütmezler; bu yüce fedakârlık onlara yılgınlık aşılamaz.

Sonra onlar diri olmalarının yanında, Rabbleri katında itibarlı birer konuk olarak ağırlanırlar, orada en üstün ve en bol mükâfatlar ile ödüllendirilirler. Nitekim Müslim’de yer alan bir hadise göre, Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Şehidlerin ruhları, yeşil bir kuş halinde, cennette diledikleri gibi gezerler. Sonra arşın altına asılmış olan kendilerine yaklaşırlar. Rabbleri onlara muttali oldu ve buyurdu: `Ne istiyorsunuz?’ Onlar derler ki: `Ey Rabbimiz, ne arayalım? Sen bize hiçbir kuluna nasip olmayan şeyler bahşettin. Sonra yüce Allah onlara yine aynı soruyu tekrarlar. İsteksiz bırakılmayacaklarını görünce derler ki: `Ey Rabbimiz, bizi tekrar dünyaya döndürüp, ölünceye kadar Senin yolunda cihad ettirmeni istiyoruz: Rabbleri de: `Ben onların bir daha dünyaya döndürülmeyeceklerini yazdım’ buyurur.”

Öte yandan sahabilerden Hz. Enesin (Allah ondan razı olsun) bildirdiğine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

“Hiç kimse cennete girdikten sonra, yeryüzünde bulunan her şey kendisine verilse bile, tekrar dünyaya dönmek istemez. Yalnız şehid hariç. O şehidliğin ne kadar üstün dereceli olduğunu gördüğü için dünyaya dönerek arka arkaya on kez vurulup şehid olmak ister.”2

Fakat bu yaşayan şehidler acaba kimlerdir? Onlar “Allah yolunda” öldürülen kimselerdir. Sadece Allah yolunda! Allah’tan başka hiçbir hedefe, hiçbir gayeye hiçbir cazibeye içinde yer vermeksizin... Sırf yüce Allah’ın indirdiği bu gerçek uğruna. Sırf yüce Allah’ın yasallaştırdığı bu sosyal düzen uğruna... Sırf O’nun seçtiği bu din uğruna... Sadece bu yolda öldürülenler... Başka herhangi bir yolda, başka herhangi bir yafta altında ya da bu amaca başka bir hedef veya başka bir yafta ortak ederek öldürülenler değil! Gerek Kur’an, gerek hadisler bu noktayı ısrarla vurgulamaktadır. Ta ki, vicdanlarda en ufak bir şüphe, en zayıf bir kuşku kırıntısı kalmasın, vicdanlarda sadece Allah kalsın diye.

Nitekim sahabilerden Ebu Musa Eş’arî şöyle diyor: “Bir defasında Peygamberimize adamın birinin kahramanlığını kanıtlamak için, ötekinin kabile taassubu uğruna ve bir başkasının da gösteriş içinde savaştığı, bunların hangisinin Allah yolunda olduğu soruldu. Peygamberimiz bu soruya karşılık:

“Kim Allah’ın sözü yücelsin diye savaşıyorsa o Allah yolundadır”3 buyurdu.

Yine sahabilerden Hz. Ebu Hureyre’nin bildirdiğine göre; “Adamın biri bir gün Peygamberimize: `Ya Rasulullah, birisi dünya metaı elde etmek için Allah yolunda cihad etmek istiyor, hakkında ne buyurursunuz?’ diye sordu. Peygamberimiz adama: `Ona hiç bir sevap yok’ diye cevap verdi. Adam aynı soruyu üç kere tekrarladı. Peygamberimiz de her defasında kendisine `Ona hiçbir sevap yok’ karşılığını verdi.”4 

Öte yandan yine Hz. Ebu Hureyre’nin bildirdiğine göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor:

“Allah yolunda cihad etmek amacı ile sefere çıkan kimse hakkında yüce Allah: `Eğer o kulumu, sırf cihad amacı ve bana olan imanı ile Peygamberlerime inanmış olması sefere çıkarmış ise kendisini ya cennete koyacağım veya kazanmış olduğu sevap ve ganimetle birlikte ayrıldığı evine döndüreceğim kesindir’ diye güvence veriyor.

Muhammed’in nefsini kudret elinde tutan Allah adına yemin ederek söylüyorum ki, Allah yolunda savaşırken yaralanan kimse, Kıyamet günü, Allah’ın huzuruna yaralandığı günkü hali ile benzi kan renginde misk gibi koku salarak gelir.

Muhammed’in nefsini kudret elinde tutan Allah adına yemin ederek söylüyorum ki, müslümanları sıkıntıya sokacağımı bilmesem Allah yolunda savaşmaya giden bir tek seriyeden bile geri kalmazdım. Fakat benim müslümanları teçhizatlandıracak imkânım olmadığı gibi onlar da kendi imkânları ile teçhizatlanarak benim peşimden gelemiyorlar, o zaman da bana katılmamak ağırlarına gidiyor. Muhammed’in nefsini kudret elinde tutan Allah adına yemin ederek söylüyorum ki, Allah yolunda savaşıp öldükten sonra dirilerek bir daha savaşıp ölmeyi ve yeniden dirildikten sonra bir kere daha savaşıp ölmeyi isterdim.”5

İşte şehidler bunlardır! Yani sırf Allah yolunda cihad amacı ile sefere çıkanlar... Allah yolunda savaşmaktan, O’na karşı besledikleri imandan ve O’nun Peygamberlerini onaylamaktan başka hiçbir niyetin sefere çıkarmadığı kimseler... İşte bu yüzden Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem İran asıllı bir gencin, İranlılığı anılsın diye savaşmasını, cihad meydanında ırkı ile öğünmesini kınamıştır.

Abdurrahman b. Ebu Ukbe’nin anlattığına göre, İran asıllı bir azadlınınbabası şöyle diyor: “Peygamberimiz ile birlikte Uhud savaşına katıldım. Müşriklerden birini öldürdüm. Arkasından `Alın şunu, ben İranlı falanım’ diye nara attım. Bunun üzerine Peygamberimiz bana dönerek:

`Ben falanca Ensarlı gencim deseydin ya! Çünkü bir kavmin yeğeni de onlardandır, bir kavmin kölesi de onlardandır: buyurdu.”6

Görüldüğü gibi Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem muhacirlere yardımcı olmaktan başka bir sıfatla övünmekten (bilindiği gibi Ensar aslında bu anlama gelir) ve bu dini desteklemekten başka bir yafta, bir slogan altında savaşmaktan hoşlanmıyor.

İşte cihad budur. Yalnız bu uğurda savaşan şehid olur ve yalnız bu şehidler ölmez, yaşamaya devam ederler.

1. Bakara, 154

2. Buhari, Müslim, İmam-ı Malik

3. Buhari, Müslim, İmam-ı Malik

4. Ebu Davud

5. Buhari, Müslim, İmam-ı Malik

6. Ebu Davud