Makale

Çağdaş Olmak Mı Medeni Olmak Mı?

Paylaş:

 

                Bismillahirrahmanirrahim. Rabbimize hamd, Rasulü’ne salat-u selam ile başlıyorum.

Yazımızın başlığı olan “Çağdaş Olmak Mı, Medeni Olmak Mı?” konusuna geçmeden önce, bu kavramları açıklamamız gerekmekte­dir. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre Çağdaşlık, “çağdaş olma hali, çağcılık, modernlik, asrilik, muasırlık” gibi anlamlara gelmektedir. Çağdaş ise “zamandaş, asri, aynı zaman diliminde ya­şamak, yani yaşanılan şimdiki zamana uygun olma hali” demektir. Yine TDK sözlüğüne göre “Medeni” kelimesi ise “kentlileşmiş, kırsallık­tan kurtulmuş, uygar” anlamlarına gelmektedir. Medeni kelimesi köken itibariyle Arapça bir ke­lime olup “mdn” kökünden gelen medine (kent, şehir, devlet) sözcüğünün nispet halidir. Buna göre medeni; “şehre mensup olan, şehirli” de­mektir. Aynı şekilde “Medeniyet” kelimesi de Arapça şehir anlamına gelen medine kelimesin­den türetilmiş Osmanlıca bir sözcüktür. Medine kelimesi, önceki adı Yesrib olan, hicretten sonra ise özel olarak Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından ismi değiştirilen kentin adı ol­muştur. Elbette adı “Medine” olarak değiştirilen bu şehir, ismiyle müsemma bir İslam kültür ve medeniyetinin de merkezi olacaktır.

Çağdaşlık veya Çağdaş kavramı dilimize Tanzimat Dönemi’nden geçmiş, Cumhuriyet Dönemi’nden sonra ise iyice yerleşmiş bir kav­ram olup; önce Osmanlı-Batı, sonrasında da İslamcılarla Cumhuriyeti savunanlar arasında yaşanan sosyal, siyasal, fikirsel tartışma ve mü­cadelede yeni sistemin savunucuları tarafından muhaliflerini küçük düşürmek ve suçlamak için kullanılagelmiştir. Osmanlı’dan sonra yönetimi ele geçirenler ile onların destekçileri, İslam’ın savunucularını halkın gözünden düşürmek ve onlara “suçlu” muamelesi yapabilmek için kav­ramlarla oynamışlardır. Bu kesimler, kendilerini övmek ve doğru iş yaptıklarını topluma empoze etmek için “çağdaş, ilerici, uygar” gibi kavram­ları kullanırken, muhalifleri için “çağdışı, gerici, yobaz, mürteci” vb. kelimeleri kullandılar. Amaç belli idi. Müslüman halka yeni rejimi sevdirebil­mek için muhaliflerinden nefret ettirmek... As­lında bu uygulama ve taktik her devirde ve her ülkede icra edilmekte ve samimi Müslümanlar çeşitli olumsuz kavramlar ile halkın gözünden düşürülmeye çalışılmaktadır.

Kur’an-ı Kerim bizlere geçmiş toplumların durumlarını aktarırken; onların kendilerini Tevhid dinine çağıran Peygamberlere karşı çık­ma konusunda bir gerekçeye sığındığını açıklar: “Onlara ‘Allah’ın indirdiği hükümlere ve Rasul’e gelin’ denildiği zaman; ‘Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter’ derler. Onların babaları hiçbir şey bilmi­yor ve doğru yolu bulamamış olsalar bile babalarının yoluna mı uyacaklar?”1 Bu ayet, günümüzde ken­dilerini çağdaş olarak tanımlayan kimselerin bir açmazını ortaya sermektedir. Aslında İslam’ın çağrısına karşı çıkanlar, buna gerekçe olarak, atalarının izinden gitmekte olduklarını öne sür­mektedirler. Çağdaş olduklarını söyleyenler ve ölmüş birtakım liderlerin izinden gidenler, ger­çekte çağa uymuş olmamaktadırlar.

Çağdaşlık iddiasıyla kurulan sistemler, geti­rilen kanunlar, toplumlarda yayılmaya çalışılan kötülükler ve günahlar aslında geçmişin izleri­ni taşımakta ve böylece geçmişin iyilikleri de­ğil, kötülükleri savunulmaktadır. Demek oluyor ki; ‘çağdaşlık’ tabiri boş bir iddiadan öte bir şey değildir, gerçek olan ise; kendi arzuladıkları bir hayatı hâkim kılmak ve onun devamını sağla­maktır. ‘Çağdaş insan,’ ‘çağdaş toplum’ ve ‘çağdaş devlet’ cümlelerinin ardında yatan gerçek; din­den, dini değerlerden uzak bir hayattır.

İslam’ın ve Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in rehberliğinde bir hayatı benimse­meyenler, salt akıl ve bilime göre hareket ede­ceklerini iddia ederek seküler bir hayatı iste­mektedir. Çağdaşlık adı altında, akıl ve bilimle ilerleyeceklerini söyleyenlerin, kendi halklarını ve dünyayı getirdikleri durum meydandadır: Suçlar, cinayetler, savaşlar, alkol, kumar, içki ve türlü ahlaksızlıklar çağdaş dünyada eşi benzeri görülmemiş biçimde artmıştır. Çağdaşlık aslın­da; çağın gerekleri olan ve yeni ortaya çıkmış tek­noloji ve bilimi alıp faydalı şekilde kullanmaktır. Bu manada çağın gelişmelerini, bilgi, birikim ve teknolojik buluşlarını almak ve kullanmak için dinden uzaklaşmak, özellikle bilime ve yararlı tüm teknolojiye teşvik eden İslam’a karşı olmak akıl kârı değildir. Ortaçağ Avrupası’nda görülen ilme, yeni buluşlara, ilim adamlarına karşı çık­mak Hristiyanlığa özgü bir durumdur. İslam’da ise Kur’an-ı Kerim’in onlarca ayetinde bilimsel konulara temas edilmekte, ilim adamları övül­mekte, kâinatta Allah Azze ve Celle’nin yaratmış olduğu canlıların incelenmesi teşvik edilmek­tedir. Hatta bir araştırmacının beyanına göre; Kur’an’da fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi bilim dallarıyla alakalı yaklaşık 750 ayet bulun­maktadır. Bu gerçekler ortadayken, bilim adına İslam’dan uzaklaşmanın veya çağdaş olma iddi­asıyla İslam’ın ilahi-evrensel rehberliğini kabul etmemenin haklı bir izahı olamaz.

Kur’an’ın haber verdiği tarihi olaylar ile yakın tarihimizde ve günümüzde yaşanan olaylardan hareketle; “Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalıdır” diyenlerle, “Hayır, Allah’ın dediği de­ğil, bizim dediğimiz olmalıdır” diyenler arasın­da her çağda değişmeyen bir mücadele olmuştur. Bugün İslam’ın çağa hâkim olmasına karşı çı­kanlar, çağdaşlığı savunurken; Mekke’nin müş­rikleri de cahiliye düzenini savunuyordu. Dün de bugün de vahiy kaynaklı bir nizama karşı çıkan­lar, aslında adaletli, faziletli, kötülüklerin olma­dığı veya aza indiği bir topluma karşıdırlar. On­ların aslında karşı çıktığı kendi saltanatlarının, zulüm temeline dayalı düzenlerinin yok olması tehlikesidir.

Çağdaş insan, haksızlık ve kötülüklere karşı kendisini uyaracak ve bunları yapmaktan kur­taracak bir kutsalı olmadığı için, nefsine uygun gelen her şeyi yaparken, İslam’ı özümsemiş ve Allah’a kul olmayı kabul etmiş medeni insan, iyilikleri yapar ve yaymaya çalışır, kötülükler­den kaçınır ve onun yayılmaması için uğraşır. Çağdaşlık adı altında İslam’dan uzak eğitilen bir toplumda güçlüler zayıfları ezer, zengin fa­kiri düşünmez, ailede anne-baba ve büyüklere karşı saygı olmaz, akrabalık bağı biter. Medeni İslam toplumunda ise bunlar görülmediği gibi; zayıflar, yetim ve öksüzler, dullar, fakirler hem toplumun hem devletin gözetimi ve koruması al­tındadır. Çağdaşlığı bayraklaştıran toplumlarda anarşi, terör, mafya ve çeteler kol gezer ve yaş­lılar sözde huzur(!) evlerine mahkûm edilirken; İslam’ın hâkim olduğu medeni toplumlarda hu­zur, güven ve emniyet garanti altına alınır. Tarih İslam Medeniyetinin egemen olduğu devirlerde bu söylediklerimize ziyadesiyle şahit olmuş­tur. Demek oluyor ki; insan ve toplumlar çağdaş olmakla değil, medeniyetin kaynağı İslam ile mutlu ve huzurlu olmaktadır. Devlet ve milletler çağdaşlıkla gelişip güçlenmiyor, çağdaş olmakla birbirine yardım etmiyor, aksine ilahi emirlerle, Peygamberleri takip etmekle ve Allah’a itaat et­mekle güzel hasletlere sahip oluyor ve Allah’ın yardımıyla gelişip güçleniyor.

Allah’ı tek ilah, O’nun Rasulü’nü tek rehber kabul eden milletler dün olduğu gibi bugün de hem medeniyetler kurup destanlar yazacak hem de şerefli bir mücadele ile bu dünyadan vazifele­rini yapmış olarak ayrılacaklardır.

 

1. Maide, 104