Dosya

Çağdaş Yanılgı: LGBTİ+ -3

Paylaş:

                Sosyal bilimleri diğer bilimlerden ayıran en önemli etken inceleme konusu, inceleme sahası ve inceleme tekniğidir. Çünkü sosyal bilimlerin süjesi de objesi de insandır ve insan üzerinde kolayca incelemeler yapılabilen bir varlık değildir. Geçtiğimiz sayılarda LGBTİ’nin ne demek olduğunu, ünlü psikiyatristlerin düşüncelerine yer vererek bir nebze tanımlamaya çalışmıştık.

                Dergimizin son iki sayısında işlemeye başladığımız LGBTİ+ konusunu, bu sayımızda son 100 yılından bahsederek nasıl normalleştirildiğinden bahsetmek istiyorum. Öncelikle geçen sayıda görüşlerine yer verdiğimiz filozofların neden Batı tarafından dikkate alınmadığı noktasında Prof. Dr. Zeki Bayraktar şu soruları yöneltiyor: “Psikanalizin kurucusu Freud, analitik psikolojinin kurucusu Jung ve bireysel psikolojinin kurucusu Adler. Psikoloji/psikiyatrinin bu üç büyük öncüsü, eşcinselliğin Psikoseksüel bir bozukluk olarak görmüş ve buna dair tanımlamalar yapmışlar iken neden bugün homoseksüellik, psikiyatri tanı kitabında (DSM-IV-R) bir bozukluk olarak yer almamaktadır? Homoseksüelliğin tedavi edilmesi gereken norm dışı bir bozukluk olduğu görüşü Freud, Jung ve Adler gibi psikoloji/psikiyatrinin kurucu öncülerinin bir cehaleti veya önyargısı mı idi ki bugün bu görüşler kabul edilmiyor? Psikoloji/psikiyatrinin adeta “Tanrıları” (bu onlar için tabi) kabul edilen bu isimler diğer konularda yanılmadılar da sadece eşcinsellik konusunda mı yanıldılar? Üstelik üçü de mi?”1 daha önce de söylediğimiz gibi mesele bilimsel bir eksende incelenmesi ve kararlar verilmesi gereken bir mevzu iken, kararlar sosyo-politik baskılar çerçevesinde alınmaktadır.

                Meselenin tarihi kökenlerine baktığımızda, Homoseksüelliğe ilişkin olumsuz tutumlar özellikle ikinci dünya savaşından sonra yaygınlaşmıştır. Cornell Üniversitesinden Esterberg de savaş sonrasında eşcinsellere dönük baskının arttığını belirtmektedir. Savaş sonrası bu baskıcı tutum homoseksüel kişilerin yavaş yavaş örgütlenmeye başlamasına neden oldu. LGBTT hareketlerin öncüsü konumunda olan ilk sosyal organizasyon olan Mattachine Society Harry Hay tarafından 1950 yılında kuruldu (Esterberg, 1990). Daha sonra 1955 yılında ise bir lezbiyen hakları örgütü olan Daughter of Bitilis kuruldu. Sanfrancisco’da kurulan bu dernek 1956’dan 1972’ye kadar yayınlanan The Ladder adlı dergiyi çıkardı.2

                Eşcinsel hareketlerin bugün dünyada en çok bayraklaştırdıkları olay meşhur “Stonewall İsyanı”dır. 1969 yılında gerçekleşen bu olay, APA’yı eşcinselliği hastalık kategorisinden çıkarmaya zorlayan olayların kilometre taşlarının en önemlisidir. Stonewall, Newyork yakınlarındaki Greenwich Village’daki bir gay barın adıdır. Du berman’ın anlattığına göre, bu bara eğlenmeye gelen eşcinseller o dönemin sosyal baskı atmosferini derinden yaşamaktadır. Polis ve mafyanın etkisinde olan bu bar hem eşcinsellerin sırtından para kazanılan hem de eşcinsellerin polis ve mafyaya peşkeş çekildiği bir yer haline gelmiştir. Polis barı haraca bağlamıştır. İstediği zaman gelmekte ve eşcinsellere hakaretler yapmakta, onları taciz etmektedir.3

                O sıralar bir eşcinsel ikonu olan müzisyen Judy Garland’ın ölmesi gayleri yasa boğmuştur. 28 Haziran gecesi bu hüzünle bara giden eşcinseller, yine her zamanki gibi içmiş, ilaç kulanmış ve eğlenmişlerdir. O gün yine haraç almaya ve rutin tacizini yapmaya gelen polis o güne kadar karşılaşmadığı bir tepkiyle karşılaşmıştır. Her zaman pasif ve ezik bir tutuma sahip olan eşcinseller o gece polise karşı direnmişlerdir. Olaylar 5 gün boyunca sürmüştür. Bununla da kalmamış daha başka şehirlere yayılmış ve deyim yerindeyse “eşcinsel ihtilal”in kıvılcımı çakılmıştır.4

                1973 yılına gelindiğinde eşcinselliğin DSM’den çıkarılmasında etkili olan üç bileşen iyi bir biçimde işlemişti. İlk olarak siyasi sebeplere dayalı olarak eşcinseller üzerine yöneltilen acımasız baskı eşcinsellere bir “haklılık” kazandırmıştı. Eşcinseller mağdur durumundaydı ve eşcinsellerin yaşadığı travma sarsıcı bir dram görünümünü almıştı. İkinci olarak veriler sürekli tartışmalı da olsa eşcinsellerin toplumda sanıldığı kadar az olmadığına dair söylemi güçlendiren araştırmalar yapılıyordu.5

                Üçüncü bileşen ise eşcinseller örgütlenmelerin varlığıydı. APA içinde yer alan gay psikiyatristlerin ve aktivistlerin çabaları eşcinselliğin sınıflandırma kitabından silinmesinin oylamaya sunulması konusunda başarılı oldu. Sorba oylama sonuçlarına ilişkin şu bilgileri veriyor: 17,905 APA üyesinden 10,555‘i oy kullanmıştı ve oy kullananların 5854’ü eşcinselliğin DSM’den silinmesine evet, 3810‘u hayır demişti. Eşcinsellik, oylamaya katılanların %58’inin kabul oyuyla hastalık olmaktan çıkarılmıştı. APA konuyla ilgili açıklama yaptığı resmî belgede eşcinselliğin haddizatında tek başına bozukluk kriterlerini karşılamadığını bildirdikten sonra: “Bunu DSM’den silmekle onu normal gördüğümüz ya da heteroseksüellik gibi değerli gördüğümüzü söylemiyoruz. Homoseksüel aktivistler homoseksüelliğin heteroseksüellik kadar normal olduğunu APA’nın kabul etmesini bekliyor. Yanılıyorlar. Bizim onu silmemiz homoseksüelliğin bozukluk kriterlerini karşılamadığı anlamına gelir. Biz hiçbir şekilde homoseksüel davranışın arzulanan bir davranış olduğunu kabul eden özel bir görüş noktasıyla aynı hizada bulunmayacağız” (APA Document Reference No. 730008) diyordu.6

                Dr. Mücahit Gültekin yaptığı araştırmalar neticesinde şunları söyler: Sonuç olarak birkaç maddede özetleyecek olursak,

  1. Eşcinselliğin DSM’den çıkarılması bilimsel bir kanıttan çok sosyo-politik baskılarla gerçekleşmiştir. Özellikle siyasi/politik arka plan önemli bir rol oynamaktadır.
  2. Mevcut sınıflandırma sistemleri eşcinsel bireylerin istedikleri takdirde tedavi görmesine imkân tanıyan kodlamaları içermektedir.
  3. Eşcinsel bireylerin istedikleri takdirde değişebileceklerine ilişkin bilimsel kanıtlar bulunmaktadır.
  4. Eşcinsel bireyler bu tercihlerinden dolayı ciddi sorunlar/problemler yaşamaktadırlar.
  5. Eşcinsel örgütlenmelerin talepleri sadece eşcinsellikle sınırlı değildir. Eşcinselliğin hastalık olmaktan çıkarılması diğer cinsel sapkınlıklar için de model oluşturmuştur.
  6. APA dünyadaki en güçlü ve belirleyici mesleki organizasyon olsa da uzun zamandan beri güvenilirliği tartışılmaktadır. Eşcinsellik konusundaki yanlı tutumu uzmanlar arasındaki bu güvensizliği daha da arttırmaktadır. DSM’nin ilaç şirketleri ve politik unsurlarla girdiği ilişkileri belgeleyen çalışmalar bilimsel literatürde yer almıştır.7

 

  1. Prof. Dr. Zeki Bayraktar “İnterseks-Hermafrodit ve Eşcinsel Norm ve Norm Dışı Cinsellik Farklar, Nedenler, Öneriler” Motto Yayınları (2020) s: 353
  2. Dr. Mücahit Gültekin “Eşcinsellik Hakkında” Makalesi
  3. Gültekin, a.g.e
  4. Gültekin, a.g.e
  5. Gültekin, a.g.e
  6. Gültekin, a.g.e
  7. Gültekin, a.g.e