Başyazı

Camide İtikafa Polis Baskını!

Paylaş:

Kıymetli Furkan Nesli Okurları!

Bu sayımızda başyazı bölümünde Başyazarımız Alparslan Kuytul Hocaefendi ile gerçekleştirdiğimiz röportaja yer veriyoruz. Alparslan Kuytul Hocaefendi ve Furkan Gönüllüleri, yaklaşık 20 yıldır Ramazan Ayı’nda gerçekleştirdikleri itikâf ibadetini bu yıl da ihya etmek amacıyla 4 Mayıs 2021’de Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından onaylanan camilerde itikâfa girdikleri esnada ilk olarak Gaziantep ve sonrasında Adana ve diğer şehirlerdeki Emniyet güçlerinin camiye yaptığı baskınla karşılaştılar.

Yapılan baskınlar ve sonrasında yaşanan süreçle ilgili Başyazarımız Alparslan Kuytul Hocaefendi’ye tüm Türkiye’nin merak ettiği soruları yönelttik…

FURKAN NESLİ: Kıymetli Hocam, öncelikle geçirdiğiniz 4 günlük gözaltı sürecinden dolayı Furkan Nesli Dergisi olarak geçmiş olsun diyoruz. İtikâfa dair bir yasaklama olmadığı için her yıl olduğu gibi bu yıl da itikâf ibadetini gerçekleştirmek isteyen Furkan Gönüllülerine yaklaşık 40 camide eş zamanlı olarak baskın düzenlendi. İtikâf ibadetine ve itikâfı canlandırmak isteyen Furkan Gönüllülerine yapılmak istenen bu müdahaleleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

ALPARSLAN KUYTUL HOCAEFENDİ: Benim bu süreçte gördüğüm şey; 2 güç bize karşı birleşmiş vaziyette. Bunların bir kısmı; bizim Ramazan ruhunu ve itikâfı canlandırmamızdan rahatsız olan İslam düşmanları, bir kısmı da belki onlar gibi İslam düşmanı olmayan fakat İslam’ı bilmeyen, diktatörlüğü ve kendi dediğini yaptırmayı çok seven; ‘Ben güçlüyüm, benim dediğim olacak’ anlayışında olanlardır. Hâlbuki her zaman sonuçta Allah’ın dediği olur. Bunlar kendilerince; ‘Bize itaat etmiyorsunuz. İtikâf yapmanızı istemiyoruz ama siz buna rağmen yapmak istiyorsunuz. Biz de işte böyle yaparız’ demek istediler. Biz bir şey kaybetmedik ama onlar çok şey kaybettiler.

Din düşmanı olan kesim İslam’ı bitirme, diğer kesim ise muhalifleri bitirme ya da kendilerine biat ettirme peşindedir. Bu ikisi bize karşı ittifak etmiş vaziyetteler. Ben hâkim güçlere biat etmedim, etmeyeceğim. Ben Allah’ın yolu üzereyim, onların yoluna gelmem. Ben Kur’an’ın yolundayım, başka yola giremem.

Adana, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Manisa, Kozan, Mersin, Malatya ve Kocaeli’nde yapılan bu zulümleri lanetliyorum. Aslında yaşananlarla 2 yıldan beri ifade ettiğim, ‘Ramazan’ın sönük geçmesini istiyorlar’ söylemimin ne kadar gerçek olduğunu görmüş olduk. İstemeyerek de olsa konferansa ve basın açıklamasına razı olanlar teravihe ve itikâfa razı olamıyor. Demek ki gerçekten böyle bir proje var.

FURKAN NESLİ: Ramazan Ayı’nın sönük geçmesini isteyen güçler olduğunu söylediniz. Bu söyleminizi biraz daha açabilir misiniz?

ALPARSLAN KUYTUL HOCAEFENDİ: Aslında ortada gayet açık bir durum var. İki Ramazandır camilerdeki mahyaların açık olmamasının, evlere ve caddelere asılan “Hoş Geldin Ramazan” yazılı brandaların kaldırılmasının pandemi ile alakası olabilir mi? Bazı güçler Ramazan'ın canlı geçmesini kesinlikle istemiyor. İsrail her Ramazan Ayında Filistin’e saldırı yapıyor. İslam düşmanlarının Ramazan'a karşı özel bir nefreti ve kini olduğu açıktır. Neden? Çünkü Ramazan Ayı insanların Allah'a yaklaştığı, Allah’ı unutanların Allah’ı hatırladığı, dini duyguların coştuğu bir aydır. İslam'dan uzak olan insanlar bile Ramazan Ayında biraz daha İslam'a meyletmeye başlarlar. İslam düşmanları, kesinlikle insanların dine yönelmesini istemiyorlar. Bundan dolayı Ramazan’ın sönük geçmesini sağlamaya çalışıyorlar. Buna karşı Müslümanlar, tüm değerlerini koruma mücadelesi vermek zorundadırlar.

FURKAN NESLİ: Hocam, camide itikâfa girdiğiniz esnada nasıl gözaltına alındınız ve sorguda size neler soruldu? O gece camide ve Emniyette yaşadıklarınızdan bahsedebilir misiniz?

ALPARSLAN KUYTUL HOCAEFENDİ: Gece saat 2 idi. Ben caminin üst katındaydım. İki Emniyet müdürü geldi ve “Alparslan Bey Emniyete gidelim” dediler. “Neden Emniyete gideceğiz” dedim, cevap veremediler. 14 yaşındaki oğlum da benimle birlikteydi, o da gözaltına alınmış oldu.  Bana fiili bir müdahale ya da darp olmadı fakat camideki diğer arkadaşlarımızı araçların içerisinde darp etmişler, küfürler savurmuşlar. İşin en vahim tarafı ise o gece Adana’daki 22 camiden yaklaşık 450 kişi gözaltına alınıyor ve bu kadar büyük bir operasyondan savcının haberi yok. Ben savcıya bizzat sordum ve savcı: “Operasyondan haberim yok” dedi. Bu bir itiraftır. Emniyet, İçişleri Bakanlığından veya siyah gözlüklülerden talimat alıyor, kanunsuz iş yapıyor ve zulmediyor. Ondan sonra da kanunsuzluğu kanuna uydurmak için savcıya götürüyor. Savcı mecburen imza atıyor. İşte, Türkiye'nin geldiği nokta budur. Camiye gelen o iki müdüre; “Gözaltı yapıyorsunuz, savcı talimatını gösterin” dedim fakat gösteremediler. Savcıyı adam yerine bile koymuyorlar. Önce istedikleri gibi operasyonu yapıyorlar sonra savcıya imzalatıyorlar. Polis devleti olmuşuz, polis istediğini yapıyor.                                                                                                                                       

Emniyette ifade verirken yaklaşık 20-25 tane soru soruldu. Her sorunun başında “Cami işgali ve sivil itaatsizlik” iddiası vardı. Soruların bazıları şu şekilde:

  • Birçok şehirde yapılan ‘Cami işgali’ ile ilgili bilginiz nedir?
  • Tam kapanma kararlarını, ‘İktidarın diktatörlüğü ve ibadetlerin engellenmesi’ olarak değerlendirip dini duyguları istismar çabası içinde olduğunuz görülmektedir, bu durumu açıklar mısınız?
  • İtikâf ibadeti adı altında gerçekleştirilen ‘Cami işgali’ eylemlerinin talimatını siz mi verdiniz?
  • İtikâf ibadeti adı altında kitleleri ‘Sivil itaatsizliğe’ yönlendirmekteki amacınız nedir? Mevcut hükümetin ‘Ramazan Ayının sönük geçmesine vesile olduğu’ suçlamasında bulunarak halkı, kin ve düşmanlığa sevk etmenizdeki amaç nedir?
  • Neden itikâfa evinizden uzak farklı bir semtte girdiniz? ‘İtikâf’ adı altında ‘Cami işgalini’ siz mi planladınız?
  • Cami imamlarının, ‘tam kapanma’ nedeniyle ‘Camilerde itikâfın yasak’ olduğunu belirtmesine rağmen, ikazları yok sayıp ‘Camileri işgale’ devam ederek ‘sivil itaatsizliği’ sürdürmüşsünüz, bu eylemi niçin gerçekleştirdiniz?
  • Güvenlik Şube 2018’den beri ‘2911 sayılı kanuna’ muhalefet eden 42 olayınız olduğunu iletti. Buradan da anlaşılıyor ki; insanları şiddete yönlendiriyorsunuz, bununla ilgili bilgi verir misiniz? Halkın sağlığını tehlikeye düşürmenizle ilgili ifadeniz nedir?
  • Tam kapanma döneminde 5 vakit namaz ve Cuma namazı dışında camide ibadetin yasak olduğu bilinmesine rağmen, ibadet yapma isteğiyle, kamu görevlilerine direnen, ‘sivil itaatsizlik’ gerçekleştiren şahısları destekliyor musunuz?

Görüldüğü gibi tüm sorularda aynı iftira ve ithamlar tekrarlanmaktadır. İftira ve itham dolu bu soruların hepsine Emniyette verdiğim ifadede gereken cevabı verdim. Cami işgali ile ilgili: “Cami işgali yapan şerefsizdir. Eğer cami işgali diye bir şey yoksa bu iftirayı atanlar da şerefsizdir!” dedim. Cami Allah'ın evidir. Bütün Müslümanların ortak değeridir. Kimsenin babasının malı değildir.

 İşgal; bir yere hâkim olma ve ele geçirme faaliyetidir. Biz camilere hâkim olmaya mı çalışmışız? Camide itikâf bitince evimize gidiyoruz. 20 yıldır itikâf yapıyoruz. Ne zaman camilere el koymuşuz?

FURKAN NESLİ: Hocam gözler önünde tertemiz ve mütevazi bir hayat yaşadığınıza talebeleriniz ve binlerce seveniniz şahitken iktidara yakın gazeteciler iftira atarak sizi “provokasyon yapmakla” ve “sivil itaatsizlikle” suçladılar. Bu iddialara karşı neler söylemek istersiniz?

ALPARSLAN KUYTUL HOCAEFENDİ: Benim hayatım ortadadır. Ben bir hocayım, anarşist değilim. Benim itikâf ibadetiyle hedeflediğim 2 şey var: Birinci hedefim; Allah’a yaklaşmak, geçmişimizin muhasebesini yapmak, tefekkür etmek, Kur'an okumak ve bol bol ibadet yapmak…  Dini bir hayatı olmayanlar tabiî ki bunu anlamazlar. İkinci hedefim ise; itikâf sünnetini ve Ramazan'ı canlandırmaktır. Bundan başka bir hedefimiz yoktur.

Provokasyon camide mi yapılır? Dört duvarın arasında, kimsenin görmediği bir yerde mi yapılır? Ben ve diğer kardeşlerim camide oturuyoruz, Kur’an-ı Kerim okuyoruz, ibadet yapıyoruz. Böyle provokasyon mu olur? Provokasyon yapmak isteyen insan çarşıda, pazarda, şehrin en kalabalık yerlerinde yapar. Ne zamandan beri itikâfa girmek provokasyon oldu? Bu tamamen iftiradır. Aslında bu emri verenler ve baskını yapanlar çok zor duruma düştüler. Ondan dolayı bizi bir şeyle itham etmeleri gerekiyordu. Provokasyon iftirası bir suç bastırma girişimidir.

Aslında provokasyon yapan; Emniyete bu skandal ve kanunsuz emri veren, camide ibadet yapmaktan başka bir şey yapmayan insanlara baskın yaptıran ve zulmettiren İçişleri Bakanlığı ve derin devlettir. Eğer o baskınlar yapılmasa ve bu kadar olaylara sebep olunmasaydı kimsenin bu itikâftan haberi bile olmayacaktı. Biz her zamanki gibi itikâfa girer, namazımızı kılar, Kur’an’ımızı okur 10 gün sonra da çıkar evimize giderdik. Kimsenin haberi bile olmazdı.

Bu şekilde provokasyon yapanlar, Hükümeti zor duruma düşürmek istiyor ve böylece AKP hükümetinin altını oyuyorlar. Biliyorlar ki biz mücadele eden bir cemaatiz, teslim olmayız, yapılan zulmü anlatırız. Yaşanan bu olayların büyüyeceğini çok iyi biliyorlar ve böylece “hükümeti itikâf düşmanı, cami düşmanı gibi” göstermek istiyorlar. Ortada bir provokasyon varsa bunu yapan bizzat bu operasyonun emrini verenlerdir.

Emniyet, hakkımızı kullanmamıza engel olmadığı müddetçe bugüne kadar herhangi bir olayımız olmamıştır. Tüm kardeşlerimiz de buna şahittir. Fakat Emniyet ne zaman hakkımızı engellemeye çalıştıysa olay olmuştur. Yani olayın sebebi bizzat Emniyetin haksızlığı ve yanlış müdahaleleridir. Konferans yapmak, basın açıklaması yapmak, itikâf yapmak hakkımızdır fakat engelliyorlar. Bunlar, ‘kanunun verdiği hak önemli değil, bizim verdiğimiz hak önemli’ diyorlar. Keyfi idare yapılıyor. Hâlbuki kanun var, her şeyin kanuna göre olması gerekmez mi? Müdürler gelen talimatı uyguluyor. Hâlbuki kanuna aykırı talimat uygulanamaz. Yaptıkları şey kanun da değil insanlık da değil. Devran değiştiği gün bütün bu müdürlere mahkemelerde bunun hesabı sorulur. Onlar bu devran hiç değişmez zannediyorlar. Hâlbuki bu dünyada çok devranlar değişti. Devranın değiştiğini görür müyüz görmez miyiz bilemiyoruz ama ahirette görüşeceğimizi biliyoruz.

Bu soruları hazırlayanlar polis midirler, savcı mıdırlar? Eğer polis iseler, polis böyle bir tespitte bulunamaz, ‘bu işgaldir’ diyemez. Polisin böyle bir yetkisi yoktur. Biz 20 yıldır itikâf yapıyoruz, camide itikâfta kaldığımız süre içerisinde her tarafı siler, süpürürüz. Caminin imamına ve cemaatine yardım ederiz. Camiyi işgal edenler böyle mi davranır? Çok iyi bilirler ki biz camide kalıcı değiliz, itikâf yapacağız, gideceğiz buna rağmen bizi camiyi işgal etmekle itham ettiler.

Sivil itaatsizlik meselesine gelince, bu hukuki değil siyasi bir kavramdır, kanunî bir karşılığı yoktur. Sivil itaatsizlik nasıl yapılır? Örneğin; bir sendika kendi mensuplarına yasak olmasına rağmen “sakal, bıyık bırakın, ilgili kanunu çiğneyin” derse, bunu sivil itaatsizlik olarak değerlendirebiliriz. Çünkü sivil itaatsizlik kanuna aykırı bir şey yapıldığında ortaya çıkan bir durumdur. Camide itikâfa girmemizde herhangi bir kanunsuzluk var mı ki sivil itaatsizlik olsun? O zaman bu mantıkla her itikâfa gireni sivil itaatsizlik ile suçlamak mümkün olur. Burada asla bir sivil itaatsizlik yok ama onlar cami basarak resmen kanuna itaatsizlik yaptılar. İtikâfa girmemize müsaade edildiği halde engellediler. Bize bu zulmü yapanlar kendilerini rezil ettiler, gerçek kimliklerini ve yüzlerini ortaya koydular.

Bizim yaptığımız şey ne cami işgali ne provokasyon ne de sivil itaatsizliktir. Cami bizim kutsalımızdır, hiç kimse camiyi işgal edemez. Bırakın işgal gibi bir terbiyesizliği ve kanunsuzluğu ben 20-30 sene evvel camilerin bir cemaatin adıyla anılmasını bile doğru görmemiş ve şöyle demiştim: “Cami bütün Müslümanlarındır. Şu cami filan cemaatin, şu cami falan cemaatin denilmemelidir. Camiler Allah’ın evidir, kimsenin malı değildir.” Bırakın işgal etmeyi orada söz sahibi olmaya çalışmak bile zamanla cemaatler arası tartışmalara yol açar. Bunun sonu fitne, fesattır ve kavgadır. Bu bize yakışır mı?

Ben insanları itikâfa teşvik ettim, bunun sivil itaatsizlikle zerre kadar alakası yoktur. Camiler açık ve itikâf serbest olduğuna göre, itikâfa engel olmak emirlere itaatsizliktir! Yani benim değil, Emniyetin yaptığı emre itaatsizliktir.

FURKAN NESLİ: Hocam, yaklaşık 2014 yılından beri “Derin devlet var ve AKP’nin altını oymak istiyor” ifadesini duyuyoruz sizden. Cumhurbaşkanının bütün bu olaylardan haberinin olmadığını mı düşünüyorsunuz? Bu zamanda AKP'yi yok etmek isteyen ve derin güçleri yerleştirmek isteyen bir yapı mı var sizce?

ALPARSLAN KUYTUL HOCAEFENDİ: Elbette, o yapı hiçbir zaman yok olmadı, devam ediyor. Ordunun vesayeti kalkmış gibi gösteriliyor ama aslında ordunun vesayetinden daha önemlisi derin devletin vesayetidir. Ben bunları AK Parti'yi temize çıkarmak için söylemedim. Bazı şeylerden elbette AK Parti yöneticilerinin haberi hatta talimatları vardır. Mesela eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu’nun Üniversitesi'nin kapatılmasından Erdoğan'ın haberinin olmaması mümkün müdür? Yüz binlerce insanın cezaevlerinde olmasından, FETÖ iddiasıyla hapsedilmesinden haberinin olmaması mümkün müdür? Yaşananların çoğundan haberi vardır ama tafsilatını bilmeyebilir. Müdahale etmesi gerektiği halde müdahale etmemektedir. Belki de edememektedir.

Geçen yıl yaşadığımız teravih namazı olayında da bu seneki itikâf olayında da Erdoğan'ın bir talimatı olduğunu zannetmiyorum. Hatta itikâf olayından dolayı Gaziantep Emniyet Müdürü görevden alındı. İstifa etmiş gibi gösteriliyor ama aslında görevden alındığı açıkça belli. Kim görevden almış olabilir ki? Soylu, camilerin basılması talimatını kendisi veriyor, o mu görevden alacak? Soylu da zor duruma düştü ve sanırım bu meseleden dolayı Cumhurbaşkanı Erdoğan'la da karşı karşıya geldi. Biz Emniyette gözaltındayken Erdoğan’ın bu konudaki görüşünü Abdulkadir Selvi açıklamış; “Erdoğan'ın bu durumdan rahatsız olduğunu” söylemiş. Zaten ondan sonra da Emniyet Müdürü istifa etmiş gibi gösterildi. Aslında görevden alındı.

Yaşanan her olaydan Erdoğan'ı sorumlu tutmaya gerek yok. Ben adaletli bir insanım. Erdoğan’ı çok eleştirmişimdir ama adaletli olmak lazımdır. Erdoğan: “Gidin camileri basın, itikâftakilere biber gazı sıkın, onları sokağa atın” diyecek bir insan değildir. Bu olayda derin devlet var. Şu anda derin devletin dediği oluyor. Bu operasyonu bize yaparken bir kısmının niyeti bizi devlete boyun eğdirmek iken diğer bir kısmının da niyeti AK Parti’yi zor duruma düşürmekti.

Bunlar kimlerdir? Hükümet, Gülenciler ile olan kavga esnasında bütün yetkiyi kendisine devlet diyen derinlere verdi. Artık AK Parti'nin şu anda derinlere gücünün yettiğini zannetmiyorum. AK Parti’nin bunları temizleyebilmesi için çok büyük bir operasyonu göze alması gerekiyor.  Derin güçler, pandemi bahanesiyle Ramazan’ı sönük geçirtmek istediler. İftarı ve teravihi yasaklattılar, yetmedi itikâfa da engel olmak istediler. AK Parti'nin bunu yaptırdığını zannetmiyorum, başka bir güç var. Derin güçlerin vesayeti aynen devam ediyor.

FURKAN NESLİ: Hocam, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu çıktığı bir TV programında, sizle ilgili kırpılmış videolara dayanarak açılan davaları tekrar gündeme getirdi ve birtakım iddialarda bulundu. Hâlbuki siz o davalardan beraat etmiştiniz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

ALPARSLAN KUYTUL HOCAEFENDİ: İçişleri Bakanı Süleyman Soylu diyor ki: “Bu devlet bizim namaz kılmamızı istemiyor” demişim. Göstersin, ben nerde bunu söyledim? İftira atmasın! Ben camilerin açık olduğunu bilmiyor muyum? Ben “devlet içinde bir din düşmanı komite var, Ramazan’ın sönük geçmesini istiyor. İftarın, teravihin, bayramın, itikâfın olmasını istemiyor, Ramazan’ın cansız geçmesini istiyor, dini duyguların canlanmasını istemiyor” dedim.

Sonra güya ben demişim ki “Devletinizi tanımıyorum, teravihi kılarım.” Ben öyle demedim, “Teravihi kılarım, ibadet için izin almaya gerek yoktur” dedim. Süleyman Soylu’nun benim konuşmalarımı baştan sona dinlediğini zannetmiyorum, ona vakti yoktur. Siyah gözlüklüler, kırpılmış videoları Soylu’nun önüne koyuyorlar, aleyhimizde emir vermesini sağlıyorlar sonra da onun emriyle operasyon yapıyorlar. İçişleri Bakanı Soylu, siyah gözlüklülerin önüne koyduğu her rapora inanmasın. Öyle bir insan olup olmadığımı anlamak için dürüstlüğüne güvendiği birini gönderip araştırabilir.

Sonra yine diyor ki Bakan Soylu: “4,5 yıldır İçişleri Bakanıyım, 4,5 yıldır bu adam ilgi alanımızda. Biz sabah-akşam bununla uğraşıyoruz.” Demek ki o yüzden polisler 24 saat peşimde, kapımda bekliyorlar. Nereye gitsem arkamdalar. Yıllardır beni takip edenler bugüne kadar ne buldular? Bu söz, bu zulmü yıllardır kimin yaptırdığını, kimin beni hapse attırdığını ortaya koyuyor. Bu, bir itiraftır. “4,5 yıldır bu talimatı ben verdim” demiş olmaktadır. Siyah gözlüklüler kendi saltanatlarını sürdürebilmek için İçişleri Bakanının, Emniyetin ve Yargının eliyle benim gibi yanlışlara ve diktatörlüğe muhalefet edenleri susturmak istiyorlar.

Süleyman Soylu benimle ilgili: “Adana’da, parklarda oturuyor ve dini bir şey vermiyor” diyor. Ben yoğun bir insanım, benim parklarda oturmaya vaktim mi var? Nereden çıktı bu yalan? “Dini bir şey vermiyormuşum.” Ben sürekli İslami dersler veriyorum, bakın internete, binlerce dersimi göreceksiniz. Tefsir, Hadis, Fıkıh, Siyer, Arapça, Usulü Fıkıh, Usulü Hadis, Usulü Tefsir, Akaid… Ben dini bir şey vermiyor olsaydım herhalde bu kadar insan benim talebem olmazdı, bu kadar insan beni sevmezdi.

Soylu benimle ilgili: “Türkiye karşıtı ve Türkiye düşmanı ne kadar mesele varsa bunların savunucusu” diyor. Ben, Türkiye düşmanlarıyla ne zaman ittifak ettim ya da hangi Türkiye düşmanını savundum da İçişleri Bakanı bana bu lafı söylüyor? Ben de bu vatanın evladıyım ve Türkiye düşmanları benim de düşmanımdır. Ben Türkiye düşmanları ile iş birliği yapacak adam değilim, beni tanımadan konuşmaktadır. Ben memleketimi ve milletimi onlardan daha çok seviyorum. Ben 40 yıldır İslam’ı anlatarak bu millete hizmet ediyorum. Hem de maddi hiçbir karşılık almadan. Onlar gibi köşeyi dönmeden ve saraylarda yaşamadan.

Ve Soylu diyor ki: “Tayyip Erdoğan'ın kalemi kırılmıştır” dedi. Dedim ama bununla neyi kastettim? Öncesinde Amerika’nın ve bazı devletlerin Erdoğan’a karşı tavrından bahsediyorum ve: “Şu olaylar Tayyip Erdoğan'ın büyük güçler tarafından kaleminin kırıldığını gösteriyor” diyorum. Benim orada yaptığım şey, siyasi bir analizdir. Tayyip Erdoğan'ın kalemini ben mi kırdım? Benim ne öyle bir gücüm var ne de öyle bir düşmanlığım var. Ben sadece siyasi analiz yapıyor ve olaylardan sonuçlar çıkarıyorum. Allah bana olayları anlama ve uzağı görebilme kabiliyeti vermiş diye suçlu mu oldum? Analizim doğru çıkmadı mı? Darbe girişimi yapılmadı mı? Takdir edeceklerine, mahkemelik ettiler. Beraat ettiğim halde hâlâ aynı yalan ve aynı iftiralara devam ediyorlar.

Soylu, kırpılmış videoyu izleyerek benim: “Darbeye hayırlı olsun” dediğimi iddia ediyor. Videonun tamamını izleyenler benim, darbeden dolayı şok ve üzüntü içinde olduğumu ve: “Her darbeden sonra birçok insana zulüm yapıldığını ve bu darbeden sonra da yüzbinlerce insana zulüm yapılabileceğini, bizim de zulme uğrayabileceğimizi, bu darbenin İslami hizmetlere darbe olmamasını Allah’tan niyaz ettiğimi” görecek ve sonra da “Darbeler her ne kadar şer ise de Allah isterse bu şerden hayır yaratabileceğini ve Allah’tan onu niyaz ettiğimi” anlayacaktır.  

Bakan Soylu daha sonra: “Bylock kullananlara sahip çıktığımı” iddia ediyor. Ben: “Bylock, bir insanın suçlu olduğuna kesin delil olamaz” dedim. “Kişi telefonuna Bylock yüklemiş olabilir ama ne konuşmuş, içeriğine bakın” dedim. Mahkemeler neden istihbarattan konuşmaların içeriğini istemiyor? Çünkü İslam düşmanları 15 Temmuz bahanesi ile yüzbinlerce Müslümana zulmetmek istemekte ve bu bahane ile hiçbir cemaate gidilmemesini sağlamaya çalışmakta, milyonlarca insanın gözünü korkutmak istemektedirler. Ayrıca telefonuna Bylock yüklenmiş kişinin bundan haberi bile olmayabilir. 11.480 kişinin Mor Beyin adı verilen uygulamayla haberi bile olmadan telefonuna Bylock yüklendiği bizzat Ankara Cumhuriyet Savcısı tarafından açıklanmadı mı? Bylock tek başına delil olamaz derken haksız mıymışım?

Birkaç ay önce Asım Yıldırım ile bir röportaj yapmıştım, Bakan Soylu onu da gündeme getiriyor. Asım Yıldırım'ın “Fethullah Gülen Hoca sizin karşınızda olsaydı ne konuşmak isterdiniz?” sorusuna verdiğim cevabı çarpıtıyor. Soruya verdiğim cevapta: “15 Temmuz'la ilgili konuşmak isterdim” demiştim. Bir de “Müslüman cemaatlerin nasıl bir hareket metodu izlemeleri gerekir? Bu hususta peygamberler gibi bir mücadele yöntemi izlemeliyiz, peygamberi metodun dışına çıkmamalıyız tarzındaki görüşlerimi anlatmak isterdim” demiştim. Ne var bunda? Bakan Soylu sözümü çarpıtarak “Bu metotları bundan sonra birleştirerek devam edelim” dediğimi iddia etti ve açıkça iftira attı. Karşısındaki bir bayan gazeteci de “aynısından bir daha yapalım diyor yani” diyerek sanki ben; “aynı metot ile beraber bir daha darbe yapalım” demişim gibi cevabımı çarpıttı. Halbuki benim Gülencilerle hiçbir zaman bir beraberliğim olmamıştır ve en güçlü oldukları zamanda bile onları eleştiren birçok konuşmam vardır. Bakan Soylu’nun ise geçmişte Gülen Hareketini ve hizmetlerini öven konuşmaları olduğu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında da “tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenden hesap sormazsam namerdim” dediği bilinen bir gerçektir.

Soylu, benimle ilgili “Kadınların eline Kur’an-ı Kerim’i veriyor, polislerin üzerine saldırtıyor” diyerek başka bir iftira daha atıyor. Bütün olaylarda birçok polis kamerası olduğuna göre böyle bir olay olmuş olsaydı kamera kayıtları olurdu. Böyle bir kamera kaydı varsa göstermelidir. Ayrıca bu talimatı benim verdiğimi de ispatlamalıdır. Bunları yapmadığı takdirde “müfteri” olduğunu kabul etmek zorundadır.

Soylu, benimle ilgili “Camileri ve imamları sindirmeye çalışıyor, ürkütüyor, korkutuyor” diyerek bir iftira daha atıyor. Hangi imamı tehdit etmiş ve korkutmuşum, söylemeli ve ispat etmelidir. İspat etmezse “müfteridir.” İmamlar da cami cemaati de bizim kardeşimizdir. İmamları biz korkutmadık ancak Soylu’nun emrindeki Emniyet personelinin, imamlar bizden şikayetçi olmadıkları halde “bizden şikâyetçi olmalarını sağladıklarını” çok iyi biliyoruz.

Soylu, “Cami içinde gerginlik; Hükümete, Devlet Başkanına, bize, Diyanete ağza alınmayacak bir sürü sözler söyleyince başlıyor” diyerek bir iftira daha atıyor. Camilere polis kameralarıyla girildiğine göre bizden bir arkadaş böyle sözler söylediyse kamera görüntülerini ortaya koymaları zor olmasa gerektir. Bu görüntüler varsa Soylu yayınlasın yoksa “müfteridir.”

İftiraların en iğrencine gelince; Süleyman Soylu benim hakkımda: “Aynı zamanda bir vakıf kurmuş, vakıftan da kendine ait bir gelir oluşturmuş. Orada da birtakım yolsuzluklar ve dolandırıcılıklar tespit ettik” diyor.

Ben Soylu’ya verdiğim cevapta: “Ya bunu ispat edersiniz ya da siz müfterisiniz!” dedim. Eğer ben bugüne kadar vakıftan bir kuruş para almışsam Allah benim de çocuklarımın da belasını versin. Eğer ben böyle bir şey yapmadıysam ve siz bana iftira atıyorsanız, Allah sizin ve çocuklarınızın belasını versin mi? Ben bu bedduaya âmin diyorum. Siz de bu bedduaya “Âmin’’ diyebiliyor musunuz?

Soylu, benimle ilgili: “Kurban derilerini kesiyor, sucuk yapıp kendi namı hesabına satıyor” diyor. Süleyman Soylu’ya derim ki: Eğer bu dediğini ispat etmezsen müfterisin. Buyur, ispat et. Devletin bütün imkanları elinde ve polislerin de 24 saat peşimde… Bir kuruş kurban gelirini kendime harcadıysam, evime götürdüysem Allah belamı versin. Eğer böyle bir şey yapmadıysam Allah senin belanı versin mi? Ben ömrümü İslam'a hizmetle geçirdim. Gecem gündüzüm olmadan 40 yıldır bir kuruş para almadan İslam’a hizmet ettim. Sürekli İslam’ı anlattım, talebe okuttum. Ailemden gelen az bir gelirle iktisatla yaşadım. Hâlen de anne-babamdan kalan 40-50 yıllık eşyalarla yaşıyorum. Buna tüm akrabalarım, komşularım ve evimize gelen yüzlerce arkadaşım şahittir. Attığın iftiraların ispatını yapamazsan müfterisin. Ben bu ülkenin vatandaşıyım, sen de bu ülkenin bakanısın. Bir bakan kendi vatandaşına böyle iftiralar atamaz, iftira atar ve ispat edemezse istifa eder. Süleyman Soylu, hiç olmazsa bu kadarcık bir soylu davranış göstermelidir.

Soylu: “Hukuk da gereğini yapar biz de gereğini yaparız” diyor. Bu açıkça hukuka talimattır! Savcılara ve Hâkimlere talimat veriyor! Bu gereğini yapmak mıdır? Bakan, gereğini yapmadı, gereksiz bir şey yaptı. Bir İçişleri Bakanı kendi ülkesinin itikâfta ibadet eden insanlarına baskın yaptıramaz, yaptırdıysa istifa etmelidir. Gaziantep Emniyet Müdürü istifa etti. Aslında emri İçişleri Bakanı Süleyman Soylu verdiğine göre o istifa etmeliydi. Türkiye tarihinde ilk olan bu olay unutulmaz. Süleyman Soylu, Türkiye tarihine “Cami basan, Süleyman bakan” olarak geçti.

Eğer Bakan Soylu görevden alınmaz veya istifa etmezse ve böyle devam ederse benim gördüğüm şudur:

Soylu, İçişleri Bakanı oldukça AKP oy kaybedecektir. Çünkü Süleyman Soylu yaptıklarıyla AKP’nin altını oymaktadır, oyunu azaltmaktadır. Herkesi küstürmekte ve nefret ettirmektedir.

Soylu, İçişleri Bakanı oldukça Türkiye hukuk devleti olamayacaktır. O bakan olduğu müddetçe işler kanunlara göre değil keyfi ve kanunsuz talimatlara göre yürüyecektir.

Soylu, İçişleri Bakanı oldukça Türkiye’de hakimler ve savcılar özgür olamayacak, kanunlara ve vicdanlarına göre hüküm veremeyeceklerdir.

Soylu, İçişleri Bakanı oldukça Türkiye’de adalet olmayacaktır.

Soylu, İçişleri Bakanı oldukça Türkiye’de fikir ve ifade hürriyeti olmayacaktır. Farklı görüşte olup konuşan herkes mahkemelerde sürünecektir.

Soylu, İçişleri Bakanı oldukça kendisine muhalif olanlar vatan haini ve terörist damgası yiyecektir.

Soylu, İçişleri Bakanı oldukça Türkiye’de insanlar kendini emniyette hissetmeyecek ve her an polis baskınları bekleyecektir. Çünkü Süleyman Soylu, günde 300-500 kişiyi gözaltına aldırmadığında uykusu kaçmaktadır.

Soylu, İçişleri Bakanı oldukça Türkiye, polis devleti olmaya devam edecektir. Polislerin de başı kendisi olduğuna göre Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başkanı Soylu olmuş olacaktır.

Soylu, İçişleri Bakanı oldukça Türkiye diktatörlüğe doğru gidecektir. Diktatörlük ortamında ise mafyalar ve çeteler çoğalacak, kanunsuz işler ve memleketi yiyenler artacaktır.

AKP yönetimi buna müdahale etmelidir. AKP’ye en büyük zararı veren şu anda Süleyman Soylu gibi görünmektedir. Söyleyeceklerim bundan ibarettir. Takdir kamuoyunundur.

FURKAN NESLİ: Bize vakit ayırdığınız için Allah razı olsun Hocam. Okurlarımız ve Furkan Nesli ailesi olarak tekrar geçmiş olsun diyor ve ülkemize bir an evvel hak, hukuk ve adalet gelmesini temenni ediyoruz.