Alıntı

Cinnet Müstatili; Allah'a Söz Verdik

Paylaş:

“Allah’a söz verdik! Eğilmeyiz, dönmeyiz ve dimağımızdaki son hücrenin hayatı baki kaldıkça bu mukaddes davadan vazgeçmeyiz!” diyen Necip Fazıl’ın Cinnet Mustatili isimli eserinden alıntıları önceki sayılarımızda sizlerle paylaşmıştık. Bu sayımızda da Üstad’ın tek başına kaldığı hücreyi ve orada geçirdiği zor günleri anlatan alıntılarla devam ediyoruz:

1 metre genişlik ve 2-3 metre uzunluğunda, basık, içinde teneşirimsi tahta bir kerevet, boğucu, daha doğrusu çıldırtıcı hücre... Duvarlarda türlü türlü lekeler, tırmıklar, yazılar... Bir kan pıhtısı üzerinde insan saçları... Bu tabutluklardan bilmem kaç tanesinin yan yana sıralı olduğu bir dam altındayız.

Yazar, hapishaneyi tüm gerçekliğiyle tasvir ederek anlattığı eserinde, ‘yılanlı kuyu’ teşbihini şu cümlelerle gözler önüne sermektedir…

Bizde hapishane, hiçbir suçun ızdırap ve intibah yatağı değil, her suçun tam teşekkül ve tekemmül akademisidir. O bir yılanlı kuyudur ve bekçileri, içine değil yalnız kapağına hâkimdir. Herkesi, her nevi insanı, kuyunun kapağını aralayıp buraya atarlar. Atılan ister tırtıl veya solucan olsun... Ya kuyunun dibinde yılanlaşacak yahut yılanlara gıda olacaktır.

Tek Sebep: Müslümanca Yazması

Böyle bir zihne sahip şahsın hiçbir gerekçe gösterilmeden hapsedilmesi onu derinden etkiliyor…

Ne hâller geçirdiğimi şundan anlayın ki, Hafız Abdülkadir’in giymem için bana verdiği terliklerin çivisi, evvela çoraplarımı sonra tabanlarımı delik deşik ettiği halde, hapishanenin kundura atölyesine kadar çıkıp onları vurduracak kuvveti aylarca kendimde bulamadım. Kan içinde tabanlarla aylarca cinnet mustatilinin üzerinde, gittim, geldim. Ey irşad yolunun isteklisi! Allah, senin insanlara güvenmemen için, eziyeti sana onların elinden veriyor. Hatta seni kendisinden başka hiçbir şey oyalamasın diye, seni bütün mâsivadan iz’aç ediyor. Muradı budur. Bitsin Allah’ım çilem, lûtfunla bitsin!..

İllet, Kıllet, Zillet…

Müslümanların içinde bulunduğu durumu ve bu halin sebebini şu şekilde açıklıyor;

Kurucusunun dediği gibi, “Bu din garip gelmiştir, garip gidecektir.” İllet, kıllet, zillet… Ya hastayızdır ya pulsuzuzdur yahut dünyanın hakareti üzerimizdedir. Bu üç hassa, ufak tefek istisnalar bir tarafa çoktan beri gerçek Müslümanların vasfı… Düşünüyorum da şu hassalara bugünkü kadar nail olduğum hiçbir zaman olmadığını görüyorum. Üçü birden üzerimde, üçü birden ensemde… Aslında bize değil, küfre ait olan bu vasıflar, bir türlü yolumuzu bulamamaktan, hakkımızı arayamamaktan, memuriyetimizi yerine getirememekten, Allah’ın sırtımıza bindirdiği yük… Belâların belâsını çekiyor, imtihanların imtihanını veriyoruz.

Tek Kelime… Allah…

İçinde bulunduğu çile dolu günleri manevi yükselişe çevirmenin verdiği huzurla, Üstadın kaleminden şu unutulmaz cümleler dökülüyor…

Hatıralarımın bir yerinde 80 şehid kuvvetinde demiştim. Şimdi de şöyle diyorum: Gelmiş ve gelecek bütün şehidlerin kuvvetinde… Allah’ın izniyle… Allah için, Rasûlü ve Sevgilisi için, Müslümanlık için, tek ve mutlak yol için… Düşmanlarım; siz, ne yaptınız da beni bu kuvvete çıkardınız? Son sözüm, tek kelime… Allah… Elimde olsaydı ne kimseye başka bir tek kelime söyletirdim ne de kendim söylerdim: Allah… Ebedler boyunca açılan bir zaviye ahengiyle, meddi her ân yükselerek: Allah…

Sabrın Sırrı

Nasıl mı ölmedim, nasıl mı çıldırmadım?...Tam o an gelecek gibi olurken “Allah sabırlılarla beraberdir” mealindeki ayete yapışarak…

Biz birçok şeyi bildiğimizi sanırız; hâlbuki en bilmediklerimiz bildiklerimizdir. Sabrın sırrını lafta biliyoruz ama hakikatte? Böyle anlarda, nagihan, cehennemin merkezinden alınıp, cennetin merkezine nakledildiğimi ve orada bir müddet rahatladıktan sonra esrarlı bir nüvazişle yine cehenneme iade edildiğimi hissediyorum.Hey Allah’ım; bana öyle bir dünya gösterdin ki ruh topoğrafyasını benden başka bilen yoktur. Ben, dünyada böyle bir dünya olduğunu bilmiyordum. Dünya içinde dünya, dünya içinde dünya, dünya içinde dünya… Bildiğimiz dünya, namütehanilik sarayının sadece bir bodrum hücresi.

Haykırmak İstiyorum

Kapıları kırmak, camları zıngırdatmak, toplantıları dağıtmak, uykudakileri dürtmek, hastaları doğrultmak, işçileri durdurmak, rüzgârı bekletmek, dalgaları dondurmak ve mezar taşlarını tırmalamak ve haykırmak istiyorum. Avaz avaz haykırmak ve herkesin beni deli sanacağı, şu basit, son derece basit sözü söylemek istiyorum: “Allah var; daha ne istiyorsunuz? İşte size her an yeni, her derde deva, her gayrete mesned, ebedi haber! Allah var; fakat bizim ondan, sadece sorulduğunda haberimiz var! O da yok!”

Üstad’ın kitabından hapishane kuyusunun derinliklerine şahitlik eden bazı cümleler;

• Yalnızlık; zehirim de ilacım da sensin!..

• Tek noktaya dalmış, içimin mahşer gürültüsünü dinliyorum.

• Gökler dolusu sustum ve gök gürültüleriyle doldum.

• Zaman zorlamakla geçmiyor, saat kurmakla hızlanmıyor. Bitsin Allah’ım çilem, lütfunla bitsin...

• Hapishanelerde ana baba katilleri bile kendilerine ayrılmış bahçelerde dolaşmak hakkına malikken, neydi bize tatbik ettikleri bu muamele?

• Bize bu acıları tattıranlara karşı Allah’ın en büyük intikamı, bu acılardan sonra ve bu acılar sayesinde ereceğimiz ruh kuvvetidir.

• “Amma, bu işin şaşmaz bir doğrusu var: Gerçekten iman aşkı, cesaret, ümid, sabır, tevekkül... İnsanı yalnız bunlar kurtarabilir. Bunlarla dol ve ez kafasını ruhundaki ejderhanın!..”

• Zor, çok zor bir gün... Ama Allah, verdiği her zorluğu misillerce fazla kolaylıkla takip ettirecektir. Öyleyse kumbara gibi biriktiriyorum. Dayanmalıyım. Sarf edenler! İflas edeceksiniz. Biriktirenler! Kazanacaksınız!

• Yalnızlık, yalnızlık... Şu dakikalarda sen, benim için, bir pansuman, bir konfor, bir Âb-ı hayat gibisin. Fakat biraz sonra, ya zehirlerin zehri olmaya başlarsan? Sende öyle bir niyet sezer gibiyim…

• Bana kalırsa zindan adamının en acıklı anı sabahleyindir. Gözlerini açar açmaz idrak ettiğin an... Eşya ve hadiseleri yerli yerine koymak için biraz zahmet çeken şuurun hemen kıvamını buluyor ve şu sözü söylüyor: “Uyandın! Hapishanedesin!”

• Birçoğumuz ağzıyla veya fiiliyle hayatı şöyle belirtir: Zaman geçirme davası, vakit öldürme işi! Ve zaten, bizim öldürdüğümüz değil de bizi öldüren zaman, istesek de istemesek de minicik film kareleri gibi, ezelle ebed arası iki çark arasında akar, gider. ‘Dur!’ de, bakalım duruyor mu?

• “Osman’a söylediğin sözü kendine söylesene!.. Hiç düşünme, doğrul, ayağa kalk, için şevkle dolsun; ‘Derdimi veren Allah onu alacaktır!’ de ve at yükü sırtından!.. Başkasına söylerken o kadar doğru bulduğun bir ölçüyü, kendine söylerken mi yanlış buluyorsun?.. Hayır, aslâ, katiyen, değil mi?.. Ölçü mutlaka doğru!.. Öyleyse niçin geçiremiyorsun lâfını kendine?”

• Bir köşeye çekildim ve Allah’a yalvardım: Ya Rabbi, bana sabır ver! Başka hiçbir isteğe dilim varmıyor! Sabır istiyorum Allah’ım sabır! Bu ölüm ve cinnetten ileri ıstıraba dayandır beni! Ya Rabbi idrakim yırtılıyor; sabır, sabır, sabır!..