Tarih

Coğrafi Keşifler Ve Avrupa’nin Sömürgeciliği -1

Paylaş:

Dünyadaki ülkelerin bilimsel, ekonomik ve askeri gelişmişliğine bakıldığında Batılıların daha ileride olduğu görülüyor. Fakat göz kamaştıran bu zenginlik nasıl olmuş pek merak edilmiyor ve Avrupalılar gibi olma arzusu veya Avrupa Birliği’ne girme arzusu diğer devletlerin de benliğini sarıyor. Oysa Batılıların nasıl bu hale geldiğini bilsek onlardan olmaya çalışmak yerine yüzlerine tükürmek gerektiğini anlarız. Konunun çok uzun olması nedeniyle bu sayımızda Coğrafi keşiflerle başlayan Avrupalıların sömürgecilik faaliyetlerinin sadece Afrika ile ilgili kısmını sizlerle paylaşabileceğiz.

Avrupalı devletler yüzyıllar boyu sömürgecilik faaliyetlerinde bulunmuş ve bu faaliyetler neticesinde büyük maddi kazançlar elde etmişlerdir. Bu faaliyetlerin sonucu olarak; bir yanda zenginleşen, gücüne güç katan kendi kültürünü ve dinini kurduğu koloniler sayesinde yerel halka aşılayan Avrupa; diğer yanda ise yeraltı ve yerüstü kaynakları sömürülen; yoksullukla, kültürel asimilasyonla ve kölelikle yok olma tehlikesi yaşayan halklar ortaya çıkmıştır.

15. yüzyılın sonlarına doğru dünyada pek çok yeni yer keşfedildi. Bu keşiflerle birlikte Dünyanın Asya, Avrupa ve Afrika’nın kuzey bölgesinden ibaret olmadığı anlaşıldı. Portekizliler ve İspanyollar bu keşiflerin ve zulümlerin öncüleri olup, keşfettikleri bölgelerde yaşayan halkı kılıçtan geçirmiş ve sahip oldukları değerli madenleri, tarım ürünlerini kendi ülkelerine aktarmış, aynı zamanda köle ticaretine de yeni bir boyut kazandırmışlardır. Portekizli ve İspanyol kâşiflerin keşifleriyle başlayan bu süreç insanlık tarihinin en kanlı eylemlerinin yaşanmasına da neden olmuştur.

Portekiz ve İspanya’yı daha sonraki dönemlerde Hollanda, İngiltere ve Fransa gibi diğer Avrupalı devletler takip ederek sömürgecilik faaliyetlerine girişmiş ve dünyanın birçok bölgesinde koloniler kurmuşlardır. İlk seyahatlerini 1419’da başlatan Portekizliler, 50 yıl içindeki yolculuklarında Ekvator çizgisinin güneyine geçmeyi başardılar. 1487 yılında Bartholomeo Diaz daha güneye giderek, Afrika’nın en ucundan geçmiş ve buraya “Fırtınalar Burnu” adını vermiştir. Kral II. Jean bu ismi değiştirerek bu bölgeye “Ümit Burnu” adını vermiştir. Vasco de Gama adlı denizci de 1497 yılında Ümit Burnuna kadar ilerledi. İlerlemesini sürdüren gezgin; Zambezi, Mozambik ve Zenzibar’a vardı. Seyahatlerine 1524 yılına kadar devam etti. Bazı tarihçiler, Portekizli Vasco de Gama’dan Sömürgeler imparatorluğunun temelini atan kişi olarak bahsetmektedirler.

Portekizlilerden sonra Sömürge faaliyetlerine girişen, İspanyollar ise; komşuları Portekizlilerden aldıkları bayrağı daha da yukarıya taşımış, sadece keşifleriyle ve Sömürgeleriyle değil yaptıkları katliamlarla da ön plana çıkmışlardır. İspanyol denizciler yaptıkları seyahatler sonucunda yeni bir kıtayı keşfettiler ve bu kıtanın keşfiyle birlikte Coğrafi keşifler zirve noktasına ulaşmış oldu. İspanyollar, Asya ve Afrika topraklarında olduğu gibi yeni keşfedilen bu kıtada (Amerika) yaşayan yerli halka da hiç kıymet vermediler; onları ve medeniyetlerini yok ettiler. (Amerika’nın asıl yerlilerine yapılan zulümleri diğer sayımızda işleyeceğiz inşaallah)

İspanyolların ardından sömürgecilikte parlayan bir diğer Avrupalı toplum, Hollandalılardır. Hollandalılar geniş bir sömürge imparatorluğu kurmuş, bu imparatorluğun büyük bir kısmı Asya’nın Güney doğusunda yer almıştır. Deniz ticaretinde oldukça yükselen Hollandalılar 17. yüzyılda denizlerdeki üstünlüğünü kaybetmiş ve Sömürgecilik faaliyetlerinde bayrağı İngilizler ve Fransızlar devralmıştır.

İngilizler ve Fransızlar, Hindistan’da kurdukları şirketler sayesinde ticari faaliyetleri ellerine geçirmiş ve büyük ekonomik kazanç elde etmişlerdir. Bu bölgede sadece ekonomik sömürüde bulunulmamış ayrıca Hintliler köle olarak da kullanılmıştır.

Afrika kıtası, 15. yüzyılda başlayan keşif hareketleriyle birlikte özellikle Ümit Burnu’nun keşfedilmesinden sonra Avrupa sömürgeciliğiyle tanışmıştır. Afrika’da yaşayan yerel halk, bu dönemden itibaren Avrupalı devletler tarafından köle olarak kullanılmış ve Avrupalıların, bir gelir kapısı olarak baktıkları köle ticareti bölge insanının hayatını alt üst etmiştir.

Sömürgecilik yarışında Fransa’nın Nantes, Rochelle, Bordeaux; İngiltere’nin Liverpool ve Bristol; Hollanda’nın Amsterdam; Portekiz’in Lizbon limanları Afrika ile olan bu ticaretin en önemli limanları olarak öne çıkmıştır. Bu limanlardan kalkan gemiler Afrika kıtasındaki limanlara uğrayarak buralardan  köle satın alıyorlardı. Bu limanlardan biri Senegal’de bulunan Gore adasıydı. Afrikalı esir tüccarları Batı Afrika’da topladıkları sağlıklı, iş gücü yüksek, ve zorlu gemi yolculuğuna dayanabilecek yerlileri bu adaya getirirdi. Bir esir hali olarak işlev gören bu adaya köle adası da denirdi.  Gemilerle adaya gelen alıcılar burada bulunan yerlilerden ihtiyaçları kadarını satın alırlardı.

Bunun yanında hâlâ ismine “Köle Kıyısı” denilen Gine Körfezi’nde 1482’de kurulan Sao Jorge Kalesi köle ticaretinin başlıca üssü haline gelmişti. Afrika kıyılarında demirleyen, köle gemilerinin yükleri 150 ile 600 kişi arasında değişiyordu ve ortalama 40 günde Atlas Okyanusu’nu geçerek Amerika’ya ulaşılıyordu. Erkek köleler (isyan ederler korkusuyla) ya birbirlerine ya da güverteye zincirleniyordu. Geminin hacmini son haddine kadar değerlendirmek için gemilerde 183 cm uzunluğunda 41 cm eninde bölmeler bulunuyor, Zenci köleler balık istifi gibi bu bölmelerde yan yana diziliyorlardı. Ayağa kalkamayan ve sağa sola dönemeyen kölelerin bir çoğu ölüyordu.  Zaman zaman Zenciler güverteye çıkarılıp havalandırılıyor ve hareket ettiriliyorlardı. Havaların bozuk olduğu zamanlarda havasız ve sağlıksız ambarlarda ateşli hastalıklar ve dizanteriden zencilerin % 13’ü hayatını kaybediyordu. Bu köle ticaretine “Üç Köşeli Ticaret” deniliyordu. Avrupa’dan yola çıkan köle tacirleri incik, boncuk, kumaş-kıyafet veya silah karşılığı kabile şeflerinden ve insan tacirlerinden köle satın alır, bu köleler Amerika’da satılarak büyük gelir elde edilir ve boşalan gemiler tropikal ürünlerle (sebze, meyve, şeker, kahve vs.) doldurularak Avrupa’ya dönerlerdi. Bu şekilde milyonlarca Zenci köleleştirilerek Amerika Kıtası’na götürülmüştü. Kölelerin can kayıpları da düşünüldüğünde Afrika’dan koparılan zenci sayısı 25 milyonu buluyordu. Bu rakam o tarihteki dünya nüfusu göz önüne alındığında korkunç bir rakamdır.  Evet batılı rakamlar böyleydi. Ya Afrikalıların verdiği rakamlar? Fransa’ya karşı direnişiyle bilinen Cezayir’in ilk başkanı Ahmet Bin Bela şunları söylüyor: 1492 ile 1800 yılları arasında 100 milyon Afrikalı öldürülmüştür. Bu tarihlerde İngiltere’nin nüfusu 3 milyon, İspanya’nın nüfusu ise 11 milyondur. (Rakamlara bakıldığında Afrikalılara yapılan zulmün ve soykırımın büyüklüğü daha net bir şekilde anlaşılıyor.)  Fransız sosyolog Prof. Dr. Roger Garaudy ise şunları söylüyor: 10 ile 20 milyon arasındaki Zenciyi köle yapıp Amerika’ya götürmek için Avrupalılar, Afrika’da 100 ile 200 milyon Zenciyi öldürdüler.

Avrupalıların sömürgeciliği ve zulümleri yüzlerce yıl öncesinde kalmış değil. Örneğin Orta Afrika Cumhuriyeti; zengin altın, elmas ve uranyum yatakları ile biliniyor. Fakat burada altın işletme imtiyazı ABD, İngiltere, Fransa ve Kanadalı dört şirkete ait. 1965’ten beri altın çıkarılan ülkede, üretimden elde edilen gelirlerden halk pay alamıyor. Ayrıca ülkede yüksek kalitede uranyum ilk kez 2009’da Fransız şirketi Areva tarafından keşfedilmiş olsa da, ilk uranyum üretimi de 2006 yılında keşif gerçekleştiren iki Kanadalı ve İngiliz şirket tarafından yapılmaya başlandı. ABD’nin bu ülkeye ilgisi de 2009’da uranyumun keşfedilmesinden sonra başladı ve Batılılar türlü planlarla sömürgecilik faaliyetlerine halen devam etmektedirler. Kongo, Angola, Sierra Leone, Güney Afrika ve diğerleri… Afrika kıtasının büyük bir çoğunluğu ne yazık ki halen aynı kaderi paylaşıyor. (Meydan Gazetesi 9. Sayı, 5 Mayıs 2013)

Günümüzde gelişmişlik denince akla hep Avrupa, geri kalmışlık denince de Afrika geliyor ama şunu unutmamak gerekir ki Afrika; doğal kaynaklar bakımından zengin bir kıta olmasına rağmen Avrupalı güçler tarafından sömürüldüğü için, kıtanın sahip olduğu doğal kaynaklar bölge halkı tarafından kullanılamamıştır. Bu durumun doğal sonucu olarak Afrika ülkeleri sanayileşememiş ve bununla birlikte ulaşım, iletişim, eğitim ve sağlık gibi temel sektörlere de yatırım yapamamıştır. Ayrıca üretim yapabilecek iş gücüne sahip nüfus da köle olarak götürüldüğü veya direnenler öldürüldüğü için Afrika halkı açlık ve sefalete mahkum edilmiştir. Yani bugün geri kalmış bir Afrika’dan değil; geri bırakılmış, sömürülmüş, yağmalanmış, zulmedilmiş bir Afrika’dan söz edilmelidir.

Allah Rasûlü; ‘Allah, zalime mühlet verir (hemen ceza vermez), bir de onu yakaladı mı, artık iflâh etmez (bir daha salıvermez.)’ buyurmuştur. Hadîsin râvisi, Peygamber Efendimiz’in bu sözü söyledikten sonra;‘İşte Rabb’inin yakalaması böyledir. O zalim ahâliyi böyle yakalar. Zirâ O’nun yakalaması çok can yakıcı, çok şiddetlidir.’  ayetini1 okuduğunu nakleder.

Son söz Rabbimize ait: “Zalimlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka yardımcılarınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.”2

 

1- Hud, 102                2- Hud, 113