Dosya

Çok Tartışılan “İstanbul Sözleşmesi” Nedir?

Paylaş:

 

Son dönemlerde televizyon ekranlarında ve sosyal medyada sıkça duyduğumuz ve tam olarak yürürlüğe girdirilmesi ya da feshedilmesi tartışılan İstanbul Sözleşmesi hakkında bilinmeyenler:

Müslümanları savaş meydanlarında yenemeyeceğini anlayan Batılılar yakın zamanlarda başka usuller denemeye giriştiler. İslam’ın içini boşaltma, kültürümüzü yok etme, ekini ve nesli bozma gibi yöntemler bunlar arasında. Müslümanları güçlü ve dinamik tutan aile kurumunu çökertme planları yaptılar. Sağlam aile yapımızı bozarlarsa Türkiye’yi çökerteceklerini düşündüler. Değerlerinin kıymetini bilmeyen Türkiye toplumu 2 asırdır Avrupa sevdasıyla(!) yanıp tutuşuyor. İktidarların AB uğruna vermeyecekleri taviz yok. Kadın tacizleri ve aile içi şiddetin konuşulduğu bir atmosferde, Avrupa Konseyi Türkiye’ye, “Kadına Yönelik Şiddet; Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair” bir sözleşme dayattı. Dayatılan bu sözleşmenin adı ‘İstanbul Sözleşmesi’ydi. Hükümet bunu AB’ye tam üyelik hazırlığı olarak gördü. Aile içi şiddetin önlenmesi işin bahanesiydi. İstanbul Sözleşmesi’nin hemen ardından eşcinsellerin önünü açan LGBT Derneği’nin kurulmasına izin verildi. Hatta erkek erkeğe iki kişinin yaptığı evlilik TV’lerde haber oldu.1

İstanbul Sözleşmesi olarak anılan Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet konusunda bağlayıcılığa sahip uluslararası ilk sözleşmedir. Bu nedenle yalnızca sözleşmeyi onaylayan ilk devlet olan Türkiye açısından değil Avrupa Konseyi’ne üye tüm diğer devletler bakımından da son derece önemli bir yere sahip. 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan sözleşme, 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi. Sözleşme ‘toplumsal cinsiyete dayalı’ ayrımcılık ve şiddeti temel almıştır ve toplumsal cinsiyeti tanımlayan ilk uluslararası belgedir.

Peki gerçekten İstanbul Sözleşmesi’nin gerçek amacı kadına şiddeti engellemek midir? Bu konuda aile ile ilgili araştırmaları ve kitapları ile tanınan Sema Maraşlı köşe yazısında şöyle demektedir:

İstanbul Sözleşmesi ve bununla bağlantılı olarak çıkarılan 6284 sayılı kanun maddesi ile hiçbir erkeğin namusu, şerefi, hürriyeti garanti altında değil. Erkeklerin insani hakları, kadınların iki dudağı arasında. Bir kadın “şu erkek bana cinsel istismarda bulundu” dediği anda tecavüz ya da elle taciz bile olması gerekmiyor, erkeğin hayatı orada bitiyor. Kadının delil, belge, şahit sunmasına da gerek yok. Adam o gün kadının dediği yerde olmasa bile ceza alıyor, bunun örnekleri var. Suçsuz erkek cinsel istismar suçu ile hapse girdiği için tecavüzcülerle aynı koğuşta kalıyor, dışarıda ailesi perişan; anne-baba-kardeşleri, hanımı-çocukları sevdiklerinin suçsuz yere utanç verici bir suç isnadı ile içerde olmasından dolayı perişan oluyorlar. Güya şiddete karşı kadınları koruyormuş. Ne hikmetse kanun çıktığından beri kadına şiddet arttı fakat hâlâ ısrarla kanun savunuluyor. Şimdi benim anlamadığım şey bu kanun maddesi uygulamada sadece halkı mı kapsıyor yoksa siyasileri ve tanınmış insanları da kapsıyor mu? Onlardan olanlar cinsel istismar suçlamasına maruz kalsa yine “kadın beyanı esastır” deyip kanun maddesini savunacaklar mı?2

EĞİTİME EL ATTILAR

Söz konusu sapkınlık Millî Eğitim Bakanlığı kullanılarak yürütüldü. 2014- 2016 yıllarında Orta Öğretim Genel Müdürlüğü organizesiyle 10 ayrı ilde, liselerin 11. ve 12. sınıf öğrencilerine “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi (ETCEP)” başlığıyla seminer konusu olarak sunuldu. “Yeniden Yazmaya Var Mısın?” sloganıyla gençler tahrik edildi. Projenin etkisiyle, o günlerde ODTÜ’de tuvaletler, soyunma odaları kız erkek müşterek olsun, talepleri seslendirildi. Uygulamalar kamuoyunda büyük tepkilerin oluşmasına yol açtı. Bu sebeple Millî Eğitim Bakanlığı, projenin uygulamasını durdurdu. Daha sonra, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi Türk Tabipler Birliği (TTB) kanalıyla yürütülmeye çalışıldı. Kendi personeline, bazı kurumların çalışanlarına, toplumun farklı kesimlerine konferans ve seminerler verdiler. Yine tepkiler oluştu. Bu yüzden proje askıya alınmak zorunda kaldı.

İstanbul Sözleşmesi’nde Roma ve Cenevre anlaşmaları esas alınmış; kararlar AİHM ve BM içtihatları ölçü kabul edilerek hazırlanmıştır. Sözleşmenin 12/1. maddesinde “Kadın ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı önyargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınmasını amaçladığı” anlatılmaktadır. Buradaki “diğer uygulamalar”dan maksadın İslam dininin kuralları olduğu bellidir.

Yusuf Kaplan ise bu sözleşme ile ilgili şunları söylemektedir: İnsanlığın geleceğini tehdit eden sinsi bir tehlike, bütün dünyaya virüs gibi hızla yayılıyor. Önce aileyi çökertecekler. Sonra cinsiyeti ve insanı. Ailenin çökmesiyle sonuçlanacak olan bu tehlike de eşcinsellik yaygınlaşmasıdır. Nitekim eşcinsellik dünyada hızla yaygınlaşmaya başladı.3

Dünyada 19 ülkede eşcinsel evlilik yasallaşmıştır. Bu ülkeler: Kanada, ABD, Brezilya, Uruguay, İzlanda, Norveç, İsveç, Finlandiya, Danimarka, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İspanya, Portekiz, Fransa, İrlanda, Birleşik Krallık, Güney Afrika ve Yeni Zelanda. Meksika’da belli hukuki bölgelerde yasal.4

Yusuf Kaplan başka bir yazısında şöyle demektedir: Batılıların AB uyum yasaları çerçevesinde bize dayattıkları projelerin başında, aileyi, toplum yapımızı ve dokumuzu çökertecek İstanbul Sözleşmesi ile bu ülkenin bazı illerinde, okullarında pilot olarak uygulanma aymazlığı gösterilen “cinsiyet eşitliği” gibi yıkıcı projeler geliyor! Başlarına çalmamız lazım, bütün bu tür sinsi, yıkıcı projeleri! Halbuki kadın hakları konusunda da temelde de Batılılardan alacağımız hiçbir şey yok aslında. Batı’da insan yok ki! Kadın da yok, aslına bakarsanız! Kadın, tüketimin kölesi, kapitalizmin tüketim nesnesidir Batılı toplumlarda! Onun için bu sözleşme derhal terk edilmelidir.5

Sözleşmede, “Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır” deniyor. Sözleşmede “namus” kavramına da atıfta bulunuluyor, “Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde ‘namus’ gibi kavramların bu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir” deniliyor.

İstatistikler ise aile kurumunun ülkemizde her geçen yıl daha da bozulduğunu ispatlamaktadır. Ülkemizde evlenme yerine boşanma sayıları artmaktadır. Erdoğan’ın 3 çocuk çağrısı artık bir hayal, çünkü artık gençler evlenmiyor ve evliler de boşanmak için kuyruğa girmiş durumdalar. 2018’de 142.448 kişinin boşanma oranları da eklenince ülkemizde son 10 yılda boşanan toplam çift sayısı 1 milyon 218 bin 458’e ulaşmış durumda.6

1.        Şakir Tarım- Rezil Tehlike: İstanbul Sözleşmesi

2.        Hiçbir Erkeğin Şerefi Güvence Altında Değil 18 Aralık 2018 Sema Maraşlı

3.        haber7.com/yazarlar/yusuf-kaplan/2880429-ailenin-cokmesi-insan-turunun-sonunu-getirebilir/?detay=1

4.        milliyet.com.tr/gundem/escinsel-evlilik-engelleri-kalkiyor-2081969

5.        yusuf-kaplan-istanbul-sozlesmesi-ve-cinsiyet-esitligi-gibi-sinsi-projeler-vakit-gec-olmadan-kaldirilmalidir

6.        trthaber.com/haber/yasam/turkiyede-son-10-yilda-12-milyon-cift-bosandi-353637.html