Davet

DAVET YOLUNUN ŞAHİTLERİ

Paylaş:

EBU ZER GIFÂRÎ (r.a)

Ebuzer-i Gıfârî: Hayatı mücadele ile başlamış ve mücadele ile son bulmuştur…

Fesat ve yanlışlıkla mücadele edenlerin kahramanı; uşaklık edenlerin ve nifakçıların en büyük düşmanı, İslâm daha duyulmadan hakkın dâvetine cevap veren ve hakikî iman eden büyük sahâbîlerden biri.

Ebu Zer, Mekke’den birisinin, insanları Allah’a, Allah’ın gönderdiği son dine davet ettiğini duydu. Daha fazla bilgi alabilmek için kardeşini Mekke’ye yolladı. Ancak kardeşinin verdiği bilgi onu tatmin etmedi ve Rasulullah’ın yanına bizzat kendisi gitti. Rasulullah (s.a.v), ona Kur’an okumaya başladı. Ebu Zer pür dikkat dinliyordu okunanları ve bir müddet sonra yüksek sesle kelime-i şehadet getirerek iman edenlerlerin safına girdi.

Ebu Zer müslüman olduğunda Rasulullah (s.a.v), halkı gizli olarak İslam’a davet ediyordu.

Ebu Zer: “Allah’a yemin ederim ki kavmime dönmeden önce bu halka İslam’ın sesini duyuracağım...” diyerek Mescid-i Haram’a girdi ve yüksek sesle kelime-i şehadet getirdi. 

Rasulullah (s.a.v) ‘ın tahmin ettiği şey gerçekleşmişti. Küfrü reddeden ve hâkimiyetin sahibini yücelten bu sese, Kureyş tepkisiz kalmadı. Bir anda Ebu Zer küfrün hışımına uğramış ve kanlar içinde yere yığılmıştı. 

İmanını haykırarak, inancını ilan eden ve bu uğurda ilk darbesini alan cesur sahabi… Allah’ın selamı üzerine olsun Ey Yiğit İnsan!

 

MUS’AB BİN UMEYR (r.a)

Bir defasında Rasulullah Mus’ab’ı üzerindeki yamalı elbise ile uzaktan görünce, mübârek gözleri yaşla doldu ve: “Kalbini Allah-ü Teâlâ’nın nurlandırdığı şu kimseye bakın! Anne ve babası onu en iyi yiyecek ve içeceklerle besliyordu. Allah için bunların hepsini terk etti. Allah ve Rasûlü’nün sevgisi, onu gördüğünüz hâle getirmiştir” buyurdu. 

Rasûlullah’ın Medine davetçisi Mus’ab bin Umeyr. İslam devletinin temelleri atılıyordu Mus’ab’ın davet çalışmalarıyla. Büyük gayretleri ve hizmeteri netîcesinde İslâmiyet, Medîne’de sür’atle yayıldı. Öyle k; bu hak din her eve girmiş ve tüm Medine’de gündem İslam olmuştu. 

Uhud’ta müşrik ordusundan biri Peygamberimize saldırırken, Mus’ab bin Umeyr onun karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle Mus’ab bin Umeyr’in sağ kolunu kesti. Mus’ab bunun üzerine sancağı derhâl sol eline aldı.

Mus’ab o esnâda: “Muhammed (s.a.v.) ancak Rasûldür. Ondan evvel daha nice peygamberler gelip geçmiştir”1 meâlindeki âyeti okuyordu. 

Ya Rabbi ne büyük bir mertebe, kolları doğranırken dahi davet vazifesini yerine getiriyordu Mus’ab! Eyvah başıma gelenlere demiyordu. İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı ve yine aynı âyet-i kerîmeyi okudu. Son bir bir mızrak darbesiyle yere yıkılıp şehîd oldu. İslam’a davetle başlayan mücadele şehadet ile süslendi. ‘Din hâkim olsun da benim aciz bedenimin ehemmiyeti yok, varsın Uhud toprağına gömülsün cesedim. Adımız Allah’ın kurbanı olsun, bu bize yeter’ der gibi şerefli bir ölümle Rabbine gttin. 

Biz de senin gibi davamızın sözcüsü olmak, senin gibi yaşamak ve senin gibi ölmek istiyoruz Ey Peygamber’in Davetçisi!  Selam ve rahmet üzerine olsun…

               

HARAM İBNİ MİLHAN (r.a.)

İbni Milhan (r.a.); Suffa ashabından olup, Rasulullah’ın Necid bölgesine İslam’ı anlatmak için gönderdiği kırk kişilik grubun içinden, en güzel Kur’an okuyanı ve hitabeti en tesirli olanıydı.

Rasulullah’ın davetçileri, Maûne Kuyusu’nun başına geldi ve orada konakladılar. Bu arada, “Civar halkını hangimiz İslam’adavet eder?” diye konuştular. İbni Milhan (r.a): “Ben davet ederim” dedi ve sonra da arkadaşlarına: “Ben haber getirinceye kadar yerinizde durunuz. Eğer onlar bana Rasûlullah’tan aldığımız emri kendilerine tebliğ edinceye kadar imkân verirlerse ne âla! Eman vermez de ihanet ederlerse, zaten siz de benden uzakta değilsiniz, tedbirinizi alırsınız” dedi ve gitti dinin sözcüsü…

İbni Milhan (r.a.) onlara yaklaşınca: “Rasûlullah’ın elçiliğini tebliğ için bana eman verir misiniz?” dedi. Müsaade edince, onları İslam’a davet etti. “Ben Resûlullah’ın size gönderdiği elçiyim. Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed de O’nun kulu ve Rasûlüdür. Öyle ise siz de Allah ve Rasûl’üne iman ediniz.” dedi.

Âmir bin Tufeyl askerlerinden birisine işaret ederek, İbni Milhan (r.a.)’ı arkadan mızraklattı. Arkadan saplanan mızrak bu büyük sahabinin göğsünden çıktı. O arada Hz. Haram: “Allah-u Ekber! Kâbe’nin Rabbine andolsun ki ben kazandım!” diyerek canını Rabbine teslim etti ve bu haliyle de İslam’a davet etti.Bu duruma şahit olan bir asker, ölürken bile ebedî bir mutluluk kazandıran bir dine iman ederek  İbni Milhan’ın davetine icabet etti.

Onlar sadece yaşamlarıyla değil ölümleriyle de Allah’a davet ediyorlardı… Selam Sana Ey Davet Şehidi!

 

Ömrünü Kur’an Eğitimine Adamış Âlim:

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN

Son yüzyılın âlimlerinden olan Süleyman Hilmi Tunahan, İstanbul’un büyük camilerinde halka vaaz vererek, insanlara dinin emir ve yasaklarını anlatan, böylelikle davet görevini yerine getirme gayretinde olan bir âlimdi.

Süleyman Efendi, Allah’ın dinini öğretme işinin kendisine yüklendiğini ve bu işin mesuliyetinin ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Çünkü kendisi ilim tahsil etmişti ve bildiği şeyleri başkalarına öğretmesi gerekiyordu. Öğretmez ise Allah indinde mesul olacağını da biliyordu. Kendisine “kendini niçin bu kadar yıpratıyorsun?” diyenlere şu cevabı veriyordu:“Yarın hesap günü var. Allah Teâlâ: ‘Süleyman! Verdiğim ilimle ne hizmet ettin, onu sana bu kara topraklara getir de göm diye mi verdim?’ derse ne cevap veririm.”

Kur’an öğretmenin yasak olduğu zamanlara şahit olan âlim, tren yolculukları yaparak insanlara Kur’an öğretirdi. Sırf Kur’an öğretebilmek için kaç kez tren yolculuğu yaptığını hatırlamayan bu çileli insan, âdeta arkasından gelenlere: “Ben Kur’an öğretiminin yasaklandığı, zulüm dönemi insanıyım ve elimden ancak bu kadarı geldi, siz de kendi yurdunuzda, dinin hâkimiyeti için gayret ve çaba gösterin” der gibi, çilesini dile getirmeye çalıştı. Ve yetmiş iki senelik ömrünü Rabbinin dinini anlatarak geçiren Süleymân Hilmi Tunahan, bir İslam davetçisi olarak ruhunu teslim etti.

Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.

 

SEYYİD KUTUP

Şehid Seyyid Kuyup; Amerikan yaşam tarzını ve toplumunu, tanık olduğu ırkçılığı eleştirmiş, Amerikan medeniyetini ilkel olarak görmüş ve reddetmiştir. Kitaplarında ve yaptığı davet çalışmalarında geleneksel İslam’a karşı, sahih bir İslam inancını savunmuştur.

Kutup’un siyasi ve düşünsel görüşlerinin en son ve bütününü ifade eden Yoldaki İşaretler`i kaleme alması ve İslam’ın hâkimiyetine, zulmün son bulmasına dair söylemleri sebebiyle 22 Ağustos 1966’da hakkında idam cezası verilmişti. Eğer dönemin zalim ve diktatör cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’dan özür dilerse idam cezasının geri çekileceği söylendi. Fakat İslam’ın izzetine sahip bir İslam davetçisi olan Seyyid Kutup’un ağzından dökülen sözler hayatı gibi net ve tavizsizdi:

“Eğer Allah’ın kanunu ile mahkûm edilmişsem, ben Hakk’ın hükmüne razıyım. Eğer bâtıl kanunlarla mahkûm olmuşsam, ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için bâtıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah’a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah’ın birliğine şehadet eden parmağım tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır!”

Allah’ın selamı üzerine olsun Ey Şehid!

Ve daha niceleri var ki; bu davanın sözcüleridir onlar. Hakkın bâtılla karıştırıldığı, Rabbimizin hâkimiyetinin unutulduğu zamanlarda Firavunlara karşı Musa olup küfre karşı durdular ve gerekirse bu uğurda vuruldular.  

Ey bu dava için ömrünü harcayan;  Said Nursi,  Hasan el Benna, Malcom X, Ahmet Yasin, Rantisi ve niceleri… Allah’ın rahmeti ve merhameti üzerinize olsun. 

Ayrıca, dünyaya bu denli bağlanıldığı ve Rabbimizin unutulduğu bu çağda, gecesini- gündüzünü ümmetin kurtuluşu için fedâ eden ve bir nesil yetiştirmek için yola çıkan bu çağın davetçisi Muhterem Alparslan Kuytul Hocamızı da  hürmetle selamlıyoruz.

                                                                                                                                                        Furkan Nesli

 

1) Al-i İmrân sûresinin 144.