Öncü Şahsiyetler

EBU’L HASAN EN NEDVÎ İLE RÖPORTAJ

Paylaş:

Hindistan’da dünyaya gelen Ebu’l Hasen En-Nedvî’nin soyu Hz. Ali’ye kadar uzanır. İlim sahibi bir ailede yetişen Nedvî, küçük yaşlardan itibaren ilim ve kitaplarla meşgul olmaya başlar. İlk eğitimini ailesinden alır ve 9 yaşında babasını kaybeder. Ağabeyinin yanında eğitimine devam eden Nedvî Arapça, Urduca, Farsça ve İngilizce’yi öğrenir.

Günümüz Müslümanlarının Kur’an ve sünnete her zamankinden daha çok bağlı olmaları gerektiğine inanan Nedvî’de güçlü bir tarih bilinci vardır. Müslümanların günümüzde her alanda İslamî fikir ve davranışlarıyla var olmalarının gereğine dikkat çeken Nedvî, dünya-ahiret dengesinin iyi kurulması hususunda özel gayret gösterir.

Ebu’l-Hasen en-Nedvî bütün hayatını eğitim ve öğretim için harcadı. Onun felsefesinde her on yılda bir nesil eğitilebilir ve yetiştirilebilirdi. Ve en kalıcı hizmet de şüphesiz buydu. On beş yaşlarında başladığı eğitim ve öğretim hayatını, seksen beş yaşında noktaladığında tam yedi nesil onun terbiyesinden geçmiş oldu. Ömrünü Allah’ın dinine hizmetle geçiren âlimimizi rahmet ve saygıyla yâd ediyor ve yayınlanan röportajı ile sizleri baş başa bırakıyoruz…

İslam, Hayatı Bütünüyle Kuşatır

Soru: Bugünkü Müslümanların fikir ve amel alanında öncelikleri neler olmalıdır?

Cevap: Kanaatimce Müslümanların ilk önceliği şu olmalıdır: Herkesten ve her şeyden önce Müslümanların, İslâm’ın evrensel ve ahirete kadar geçerli olacak bir sistem olduğuna inanmaları gerekir. Aynı zamanda toplumu yönetmeye elverişli, çağın ihtiyaçlarına cevap veren ve asrın sorunlarına çözüm getiren yegâne sistem olduğuna kesin şekilde inanmaları, bu konuda herhangi bir tereddüde düşmemeleri icap eder.

Müslümanların İslâm’ın ebedi ve çağın gerisinde kalmayan, çağlar üstü bir nizam olduğuna ilişkin inançlarında meydana gelebilecek şüphelerden daha tehlikeli bir yıkım olamaz. Bu kuşku Müslümanların kendilerine olan güvenlerini sarsar. Çünkü zamanın gerisinde kalmış, tökezleyerek ilerlemeye çalışan bir din, tüm çağları kuşatıcı ebedi bir din olamayacağı gibi toplumun ihtiyaçlarına da cevap veremez. Onun için genelde bütün Müslümanların ve özelde ise topluma öncülük edecek olan davetçilerin İslâm’ın üstünlüğüne ve toplumun maslahatlarına en uygun sistem olduğuna dair inançlarını tazelemeleri gerekir. Bu ilk adımdır. Diğer adımlar bundan sonra gelecektir.

Soru: Müslüman ve gayri müslim toplumlarda, İslâm tebliğinin nasıl olması gerektiği konusunda bizlere bazı özet bilgiler verir misiniz?

Cevap: İnsanları İslâm’a çağırma metodumuz “amelî” ve “ahlâkî” olmalıdır. “Amelî” olmasıyla kastettiğimiz insanların İslâm’ı pratiğimizde görmeleri, “ahlâki” olmasıyla kastettiğimiz ise davetçilerin güzel bir ahlâka sahip olmaları ve davetlerini bu güzel ahlâka dayandırmalarıdır. Müslüman amel ve ahlâkıyla temeyyüz ettiği gibi sağlam, güvenilir, sarsılmaz akidesi ve müspet anlayışıyla da ön plâna çıkar.

Soru: Müslümanların üzerinde yıllardır devam eden ve gittikçe artan zulmün sebebi sizce nedir?

Cevap: Bunun sebebi İslâm’ın “yaşayan” bir din oluşudur. Bütün asırlarda önderlik yapmaya hak kazanmış bir dindir İslâm. Çünkü bütün asırların ihtiyaçlarına cevap verebilecek niteliktedir. İslâm’ın bu üstün özelliğinden dolayı kendilerini İslâm’ın rakibi olarak gören din ve milletlerde bir haset ve kin oluştuğu gibi bu haset ve kin bir korku ve endişeyi de beraberinde getirmektedir. Çünkü onlar sultayı yani iktidarların iplerini ellerinden kaçırma korkusu içerisindedirler. Bu korku ve endişelerinden dolayı İslâm’a ve Müslümanlara karşı savaş açmışlardır. İslâm’ın idareyi eline geçirmesi halinde, onların dünya üzerindeki sömürgelerinin sona ereceğini bildiklerinden, bu zulüm Müslümanların gelişmesi ve ilerlemesiyle orantılı olarak artmaktadır.

Soru: Peki hocam bizim bu durum karşısında tavrımız ne olmalıdır?

Cevap: Burada bize düşen İslâm’la iftihar etmemiz, gurur duymamız ve İslâmî şiarlarımızı yükseltmemizdir. Ayrıca İslâm’ın tüm insanlığın yararına olduğunu ispatlamamız lâzım. Çünkü İslâm’ın sadece belli bir toplum veya milletin yararına değil bütün beşeriyetin yararına olduğu açıktır. Şunu da belirteyim ki; Müslümanlar hiç bir baskının karşısında yılmamalı azim ve kararlılık göstermelidirler.

Soru: Bugünkü İslâmî hareketin sorunları nelerdir? Bu sorunların çok olduğunu biliyoruz, ancak size göre önemli olanları kısaca açıklar mısınız?

Cevap: Kanaatimce en büyük sorunumuz hem İslâm’ı iyi bir şekilde tanıyan hem de asrın şartlarını ve ihtiyaçlarını bilen şuurlu davetçilerin olmayışıdır. Müslümanların bir yandan inandıkları İslâm’ın ne olduğunu iyice öğrenmeleri öte yandan içinde yaşadıkları toplumun şartlarını iyi değerlendirmeleri gerekir. Bu konudaki sorunlarımızın hâlâ devam ettiği kanaatindeyim.

Soru: Hocam dışarıdan Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz, bize bu konuda bir değerlendirme yapabilir misiniz?

Cevap: Dünyanın her tarafındaki Müslümanların özellikle Hint Müslümanlarının Osmanlı hilafet devletine olan sevgi ve bağlılıkları bilinen bir gerçektir. Ancak şu anda hem Müslüman Hintlilerin hem de diğer Müslümanların Türkiye’ye bakış tarzları pek olumlu değildir. Zira Türkiye’de İslâmî hayatın toplum hayatından tecrit edildiğini görüyoruz. İslâmî hayat bir tarafta, toplumsal hayat başka bir taraftadır. Öyle ki Türkiye’de artık İslâm’dan korkulur hale gelinmiştir.

Bütün bunlara rağmen şunu da belirtmek isterim ki; Türk halkının itikada ve namaz, oruç gibi ibadete taalluk eden konularda hassasiyeti hâlâ devam etmektedir. Ancak uygarlık ve toplumsal yaşantı açısından daha çok batılı bir topluma benzemektedir.

Soru: Son olarak okuyucularımıza tavsiyeleriniz nelerdir?

Cevap: Türkiye halkının İslâm’a güvenmesini ve İslâm’ın her çağın ve özellikle çağımızın ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir din olduğuna tereddütsüz inanmalarını istiyorum. Ayrıca dünyada yaşayan halkları en verimli ve faydalı bir şekilde idare edebilecek, asrın ruhuna uygun yegâne nizamın “İslâm nizamı” olduğunu bilmeleri gerekir. Kendilerine bu konuda hiçbir tereddüte düşmeden İslâm’ı bir bütün olarak benimsemelerini tavsiye ediyorum. Şunu çok iyi bilmelidirler ki; İslâm sadece bir ibadet dini değil aynı zamanda hayatın tümünü kuşatan bir hayat nizamıdır. Bu konuda insanların zihinlerinde oluşturulan tereddütler, İslâm hayat nizamında eksiklik olmasından değil insanların bu yüce nizamı eksik bilmelerinden ileri gelmektedir. Dolayısıyla bu konudaki bilgilerini artırmaları, İslâm’ı bir bütün olarak tanımaları halinde birtakım dış güçlerin olumsuz propagandalarından dolayı zihinlerinde oluşan bazı tereddütler de kaybolup gidecektir.*

 

*01/1998 tarihinde Vahdet Dergisi’nde yayınlanan röportajdan kısaltılmıştır.