Esmâü'l Hüsnâ

El-Vedûd & El-Vekîl

Paylaş:

“Haberiniz olsun; Allah’ın velileri için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.”1

                Rabbimiz Teâlâ’nın isimlerinden olan “El-Vedûd” ve “El-Vekîl” mana itibariyle birbirini tamamlamakta ve Rabbimizin lütfuna ermek için sebep sonuç ilişkisini hayatımızda canlandırmaktadırlar. “El-Vedûd” ismi “iyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren yahut sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya lâyık olan” manalarını içerir. Nitekim Rabbimizin “El-Vekîl” ismi de “işlerini kendisine bırakanın işlerini en iyi şekilde yapan, kendisine dayanılıp güvenilen, her şeyi tedbir ve idare eden” manalarını içerir. “El-Vedûd” ismi için Arapça’da iki mana zikredilir: Bunlardan ilki; ‘seven’ ikincisi ise; ‘sevilen’ demektir. Bu iki ismi birlikte şöyle anlayabiliriz. İlk insandan günümüze kadar insanlar, daima iki şeyin mücadelesini vermiştir. Hak ve bâtıl… Hak ehli yaratılış gayelerine uygun bir yaşam isterken bâtıl ehli daima zulümle âbâd olmak istemiş ve hak ehlinin önünde her zaman büyük bir engel olarak var olagelmişlerdir. Rabbimiz El-Vedûd isminin ilk manasını, yeryüzünde kendi dini hâkim olsun diye mücadele eden kullarının üzerinde tecelli ettirir. Bir mü’min eğer Rabbini sevdiğini iddia ediyorsa, bunun ispatını da hayatında yapmalıdır. Çünkü bir davaya inanmak ve onu sevmek; onun uğrunda hayatı feda etmenin namütenahi boyutudur. Çünkü sevmek; en güzele ve kemale müştak olmak demektir. O’nun her emrine boyun eğmek, her türlü fedakârlığı yapmak ve bu uğurda bedel ödemeye hazır olmak demektir. Bu aşk ile kul kendi kisvesinden çıkmayı ve maşukunun emrettiği şekilde yaşamayı kendisine şiar edinecek ve O’nu mutlu ettiği ölçüde hatta daha fazlası ile kendisi de mutlu olacaktır. Nitekim Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teâlâ buyurdu ki; “…Kulum beni bir cemaat içinde anarsa ben de onu, onunkinden daha hayırlı bir cemaatte anarım. O bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim”1 Bu hadise mazhar olan kul; elbette ki Rabbinin yardım kapılarının kendisine açık olduğunu görecek, hayatında hiç tatmadığı manevî duygularla lezzetlenmeye başlayacaktır. Artık kul Rabbi ile bu kadar kuvvetli bir bağ kurup O’na yakınlaştıktan sonra tüm işlerinde vekili olarak sadece Rabbini bilir ve kaldıramayacağı hiçbir zorluğun olmadığının farkına varır. Müminlerin bu özelliğini Rabbimiz çok güzel bir şekilde anlatır ve buyurur ki; “İnsanlar onlara: ‘Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun’ dediklerinde bu, onların imanını artırdı ve şöyle dediler: “Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir.”2

                Hak yolunun taraftarlarına baktığımızda imanları davaya ve Resule muhabbete vesile olmuş, onları hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaz bir şahsiyete büründürmüştür. Kişinin gerek maddî gerek manevî bir işe girerken tevekkülü doğru anlaması lâzım. Bugün bazı insanların zannettikleri gibi tevekkül, hiçbir şey yapmadan nusreti Allah’tan beklemek değil, bilakis yapabildiğini, gücünün son raddesine kadar yapıp işin sonucunu vekîl olan Rabbe havale etmektir. Yani kişinin âdeti daima çalışmak, hali ise tevekkül olmalıdır. Bunu fiilî bir dua olarak da görebiliriz. Hayatımızın “ol” emrinden “öl” emrine dek bütün çizgisinde Vedûdumuzun, Rabbimiz olması temennisiyle…

                Allah’ım Senden Seni sevmeyi, Seni seveni sevmeyi, Senin sevgine ulaştıracak ameli sevmeyi dileriz. Rabbimiz sevgini bize nefsimizden, ailemizden ve soğuk sudan daha sevgili kıl…(ÂMİN)

1- Yunus, 62

2- Müslim, Zikr 2, Buhari Tevhid, 51

3- Âl-i İmran, 173