Esmâü'l Hüsnâ

Er-Rafi’ (c.c.)

Paylaş:

“Yükselten, Aşağıdan Yukarı Kaldıran”

Rabbimiz Teâlâ’nın er- Râfi’ ismi Arapça’da “r-f-a’” kökünden gelir ve kelime manası “yükseklik” demektir. Istılah manası ise; “yükselten, dilediğine şeref bahşeden, yücelten, dereceler bahşederek istediği kulunu diğer kullarından üstün kılan” manalarını içerir. Rabbimizin bu ismi Kur’ân-ı Kerîm’de hem maddî yükseklikler hem de mânevî dereceler elde edilerek kazanılan yükseklikleri anlatmak için kullanılmıştır. Nâziât sûresinin 27. ve 28.ayetlerinde “Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Onu (Allah) bina etti. Tavanını yükseltti, onu bir düzene koydu” buyrulurken burada Râfi’ kelimesinin maddî olarak zuhur ettiğini görmekteyiz. Yine “Göklerin direksiz olarak yükseltildiğini”1 ve Hz. İbrahim ile oğlu İsmail’in Kâbe’nin duvarlarını yükseltmelerini anlatan ayetlerde de   bu kelimenin “maddî yükseklik” anlamında kullanıldığını görüyoruz. Rabbimiz Teâlâ bu ayetlerle bir taraftan biz kullarına kendisinin muhteşem bir sanatkâr olduğunu gösterir, diğer taraftan insanların O’nun hükümlerine tâbi olmaları durumunda hayatlarında yükselmenin olacağını bildirir. Nitekim insan sadece İslam fıtratı üzerine yaratılıp bırakılmamış, aynı zamanda kendisine akıl ve hür bir irade de verilmiştir. İnsan bu özellikleriyle âlemlerin Rabbi olan Allah’a bilinçli bir teslimiyet göstermelidir. Çünkü insana yakışan, akıl-baliğ olduktan sonra Allah’ın kendisine vermiş olduğu şerefi en güzel şekilde muhafaza etmektir. Bunun için kişi, önündeki iki yoldan birini tercih etmek zorundadır. Dilerse bâtıl yolda ilerler; böylelikle her türlü insanî değerini şeytana veya nefsine kulluk yaparak bir hiç uğruna feda eder ve bundan sonraki hayatını inançsız, huzursuz ve gayrı medenî olarak geçirir ki; böyle bir hayatın hayvanların hayatından farklı olmadığı aşikârdır. Nitekim onlar da yemek yerler, gezerler, hayat kavgasına girerler, çiftleşirler. Ama bunların hiçbirisi şeref sayılmaz. Eğer bunlar şeref veya övünç sebebi sayılsaydı, birçok hayvan insandan daha şerefli sayılırdı. Hâlbuki şeref ve üstünlük imanla mümkündür. Bunun dışındaki hiçbir yol, doğru yol değildir ve insana hak ettiği değeri vermez.  Kuran’ı Kerim’e baktığımızda, bizlere yükselmenin yollarını belirttiğini görürüz: “Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur.”2 evet, ayette sayılan bu özelliklerle insan hem dünya hayatında hem ahiret hayatında yüksek dereceleri elde edebilmektedir. Elbette ki Rabbimiz nefsinin hevasını ayaklar altına alan, davasına sahip çıkanların, Rablerine karşı itaatte yoğunlaşanların derecelerini artırmıştır. Çünkü Allah Azze ve Celle kendisini yüceltenleri yüceltir,  kendisi için bedel ödeyenleri diğer insanlarla bir tutmaz.

 “Kitap’ta İsmail’i de an; çünkü o, vaadine sâdık bir kuldu ve gönderilmiş bir peygamberdi. Ailesine ve çevresine namaz kılmayı ve zekât vermeyi emrederdi ve Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti. Kitap’ta İdris’i de an; çünkü o, çok sâdık (özü, sözü pek doğru) bir peygamberdi. Biz onu yüce bir yere yükselttik.”3

Evet, böyle olan insanlar ve bu insanların eliyle oluşan devletler ve toplumlar yükselebilir ve bir medeniyet kurabilirler. Devletlerde tecelli eden Râfi’ ismi, devlet yöneticilerinde de tecelli etmiştir. Fakat ne zaman ki yöneticiler Kur’an’ın rotasının dışında bir rota aramaya koyuldular işte o zaman yüksek makamlarından alaşağı edildiler. Çünkü insan nefsini Kur’an’la dizginleyebilir. Kur’an’ı hayatına hâkim kılmayan insan, yüksek mertebelere çıkarsa mütekebbir ve zalim olur. Eğer   alçalma da yükselme de dünyada oluyorsa; insan sınav anı olan dünyayı çok iyi değerlendirmelidir. Yükseldim diye kendini bir şey zannetmemeli, her şeyin Allah’ın elinde olduğunu hiç bir zaman unutmamalıdır. Dünyadaki yükselmelere de kanmamalı, insanların onu övücü ifadelerde bulunmasına da aldırmamalıdır. İnsanı köle yapmasını bilen Allah, yeri geldiğinde onu zindanda sultan yapmasını da bilir tıpkı Yusuf (a.s) gibi. Yine bir zamanlar seni ayakta alkışlayan insanlar, gün gelir hiç beklemediğin kadar alaşağı ediverir. Üstad Bediüzzaman bu konuyu ifade ederken der ki: “Teveccühün-nas istenmez belki verilir, verilirse de ona itibar edilmez.”

Durum bu olduğuna göre, Rabbimiz bizi daima hayatında şu ayeti şiar edinenlerden eylesin: “İşte Allah’ın inanan ve iyi işler yapan kullarını müjdelediği (büyük lütfu) budur. De ki: ‘Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ancak (Allah’a) yaklaşmayı arzu ediyorum.’ Kim bilir iyilik işlerse onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah bağışlayan, (iyiliğe) karşılık verendir.”4         

  1. Rad, 2
  2. Şems, 9
  3. Meryem, 56-57
  4. Şura, 23