Gündem

Furkan Hareketi Mensuplarının Dilinden Depremde Yaşananlar

Paylaş:

                6 Şubat gecesi ülkemizin, gözlerini şiddetli bir depreme açması üzerine, açılan yaralara duyarsız kalamayan Furkan Hareketi mensupları tüm imkanları seferber etmiş ve enkaz bölgelerine giderek hem arama kurtarma çalışmalarına katılmış hem de depremzedelere yardımda bulunmaya başlamışlardı. Deprem bölgelerinde yaşananlara tanıklık eden Furkan Hareketi mensuplarının gördükleri tabloları sizlerle paylaşıyoruz.

Hakan YENİGÜNLÜ

Ben Antakya merkezde oturuyorum. Evim merkezi yerde değil şehirden biraz daha yukarıda. Dördüncü katta ikamet ediyorum. Bir sarsıntıyla uyandık. Eşimle beraber çocukların odasına gidip onları muhafaza altına almak istedik. O esnada depremin şiddetiyle sağa sola çarpa çarpa gidiyorduk. Çocukları muhafaza ettikten sonra olduğumuz yere çökmek durumunda kaldık. Tabi deprem şiddetini artırıyordu. Depremi şöyle anlatabilirim. Normal şartlarda depremler yatay olur ya da binalar sallanır. Bizim yaşadığımız depremde sanki alttan vuruyordu. Bir nefes alma gibiydi. Bir balon şişirirsiniz sonra tekrar indirirsiniz, aynı o şekilde bir etkisi vardı. Daha sonra eşimle binanın arka tarafa doğru yıkılacağını hissettik. Tabi o anda dua etmekten, Rabbimize sığınmaktan başka yapacak bir şeyimiz yoktu. Depremin süresi belki bir buçuk dakika gibi ifade ediliyor ama o anı yaşayan bir insan olarak bizim için çok uzun bir süreydi. Biter bitmez zaten çocukları alıp aşağıya indik. Aşağıya inmemizle beraber başka bir sürprizle karşılaştık. Sicim gibi yağmur yağıyordu. İnsanlar yalınayak, kimi üstü başı dağılmış bir şekilde kimi normal ev kıyafetleriyle dışardaydı. Feryatlar, çığlıklar, binaların çöküşünün sesi, sanki mahşer alanını andırıyordu. Ben o esnada eşimi ve çocuklarımı onları muhafaza etmek için bir arabaya attım. Yanıma daha sonra o karanlıkta yaşlı bir teyze geldi. “Oğlum şurada evladım enkaz altında kaldı bana yardımcı olur musun?” dedi. Ben yardım etmek için gittim ama nereye gittiğimi de bilmiyorum. Karanlık, dört katlı bir binaydı diye tahmin ediyorum. Baktığımda bina iki kata düşmüştü. Seslendim, ses gelmedi. O anda bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz ama elinizde imkân yok. Çaresizce geri dönmek zorunda kaldım. Tabi o esnada telefonların da azizliğine uğradık. Hiçbir iletişim operatörü çalışmıyordu, kimseye ulaşamıyorduk. Ara ara mesajlar atıyordum ama gitmiyordu. İletişim kopukluğu oldu. Daha sonra ailemle beraber Adana’ya geldik.

Adana’ya giderken bazı güvenlik zafiyetlerine şahit olduk. Ara sokaklarda, bazı caddelerde yetkili namına kimseyi göremedik. Sanki insanlar kendi kaderine terk edilmiş gibiydi, hiçbir yardım göremiyorduk. Daha sonra Adana’ya ulaştım. Saat beş, beş buçuk gibiydi. Harun Hocam Allah razı olsun ondan: “Akşama yardım aracı çıkacak, gelir misin?” dediğinde hiç düşünmedim. Üzerimdeki o ıslak elbiselerle çıktım ama şunun farkındaydım: Allah bize oradan canlı çıkmayı nasip etti, canımızı bağışladı. Biz de diğer insanlar için bir şeyler yapmalıydık. Bu düşüncelerle tereddütsüz aynı akşam Hatay’a geri döndüm. O gece ilk yardım dağıtanlardan birisi olduğumuzu düşünüyorum. Gece Antakya’ya geldiğimizde saat iki buçuk üç gibiydi. İnsanların o kadar ihtiyaçları vardı ki göndermiş olduğumuz aracı on dakika içerisinde boşalttılar ve dua ettiler. Daha sonra orada birkaç gün kaldık. Furkan Gönüllülerinden Allah razı olsun. İlk anda yardımları ulaştırmaya başladılar.

Yusuf KARACA

                Deprem esnasında Adana’da evimdeydim. Depremin ilk anlarında ‘Furkan Hareketi olarak bu depremde bize düşen nedir, neler yapabiliriz?’ diyerek bir kriz masası kurduk. İlk etapta televizyondan edindiğimiz bilgilere göre, olayın vahametini ortaya koyacak bir tablo oluşturmaya ve ihtiyaçları tespit etmeye çalıştık. Biz de ihtiyaçları karşılayabilmek için aracımız alabildiği kadar malzeme ve dağıtmak için çorba da alarak, bir ekip ile Antakya’ya doğru yola çıktık. Henüz Belen’de iken yıkımları görmeye başladık ve orada durumun vahametini biraz anlamaya başladık.

                Ben Hataylıyım, şehri ezbere biliyorum, buna rağmen caddeleri tanıyamadım. Yollar da kapalıydı. Öyle ki şehrin merkezine ulaşacak yol bulamadık. Biz ilk gün ilkindi vaktine doğru Antakya’daydık ve gördüğüm ilk tablo insanların şok olmuş bir şekilde ne yapacaklarını bilemez halde olmalarıydı. Hiçbir yerde devlet, asker, polis namına hiçbir şey göremedik. Marketlerin, özellikle eczanelerin, tatlıcı dükkanlarının bile yağmalandığını kendi gözlerimle gördüm. Hatta insanlar marketlerdeki beyaz eşyaları bile talan ediyordu çünkü hiçbir güvenlik önlemi alınmamıştı.

                Gezdiğimiz cadde ve sokaklardan çığlık sesleri geliyordu, yelekli olduğumuzu görenler bize gelip dertlerini anlatıyorlardı. İnsanlar bizden erzak değil, enkaz altında kalan akrabalarını çıkarmamızı istiyorlardı. Bu konuda tecrübemizin olmadığını, AFAD ekibinin gelmesi gerektiğini, ancak onlarla beraber bir şeyler yapabileceğimizi söyledik. İnsanların bu konuda daha çok ihtiyaç sahibi olduğunu görünce erzak dağıtmayı bıraktık birkaç kurtarma malzemesi alarak enkaza, özellikle seslerin duyulduğu yerlere doğru gittik. Biz birkaç kişi ile hiçbir tecrübemiz ve aletimiz olmamasına rağmen ilk günde 7-8 kişiyi sağ olarak çıkardık. Gücümüz fazlasına yetmiyordu ve maalesef AFAD ekipleri ikinci gün öğle saatlerinde geldi. Biz de AFAD ekiplerine yardımcı olmak için bir gün sonra merkez bölgeye gittik fakat yine ekipleri göremedik. Geldikleri sırada şehrin merkezinde Kızılay çadırına yerleştiler ve insanlar AFAD ekiplerini görünce onlara doğru akın ettiler ama ekipler üstlerinden bir talimat almadıkça yardımda bulunmayacaklarını söyleyip ilkindi vaktine kadar hiçbir müdahalede bulunmadılar.

                İlk iki gün enkaz altından kurtarma çalışması yaptık, üçüncü günden sonra erzak yardımı çalışmalarımıza ağırlık verdik. Birçok kuruluş yardımda bulundu ama bizim şöyle bir farkımız oldu, biz adreslere ve ihtiyaç miktarınca yardım yapıyorduk ama diğer kuruluşlar tırlarını alanın ortasına boşaltıp geri gidiyorlardı. Hatay’da toplam ekip sayımız 70-80’e ulaşmıştı.

                İbrahim KILIÇ

                Deprem sabahı çorba dağıtmak ve halkın ihtiyacı olabilecek bazı eşyaları ulaştırmak amacıyla Hatay’a gittik fakat durumun çok çok vahim olduğunu gördük. Daha önce bir tecrübemiz de olmadığı halde duyduğumuz sesler üzerine kurtarma çalışmalarına başladık. 13 katlı yıkıntı bir bina vardı, beşinci katından ses geliyordu ama beşinci kat neredeyse kaldırımla aynı seviyeye gelmişti. Birçok arkadaşın elinde eldiven bile yoktu. Çekiç, demir makası gibi aletler zaten yoktu. Yardım sesleri gelen yerler tehlikeliydi ama sesler gelince Bismillah deyip girdik. Biz net olarak dört kişiyi çıkardık. Yardım ekibi az olduğu için küçük bir yıkım altında kalmasına rağmen 4-5 gün çıkarılmadığından vefat eden kimseler vardı.

                Çok acı bir duruma şahit olmuştum. Bir odanın içinde 6-7 kişi vardı ve L şeklindeki kiriş hepsinin beline düşmüştü. Onların içinde 4-5 yaşlarında bir çocuk vefat etmişti, annesi ise “Allah rızası için ayağımı kesin çıkarın beni, ayağımı istemiyorum” diye bağırıyordu. Ayrıca gözleri patlamış bir insan gördüm. Ne zaman dursam ‘acaba daha fazla bir şey yapabilir miydim?’ diye düşünüyorum ve hep bu olaylar geliyor aklıma.

Furkan Hareketi tamamen gönüllü insanların destekleriyle yüz yılın felaketinin yaşandığı ve 10 ilimizin çok ciddi şekilde etkilendiği depremin ilk saatlerinden itibaren halkımızın yanında olmak için seferberlik çağrısında bulunarak mazlumların ve ihtiyaç sahiplerinin yanında olmaya, ihtiyaçlarını gidermeye çalışmışlardır.  Birçok şehirde toplamaya başlanılan yardımlar yine tamamen gönüllü kişilerle birlikte el ele vererek tırlara yerleştirilmiş ve depremden etkilenen şehirlere hava şartları zorlu da olsa ulaştırmayı başarmışlardır. Yardım için gidilen yerlerde enkaz kurtarma çalışmalarına katılarak soğukta saatlerdir enkaz altında kurtarılmayı bekleyenlere el uzatarak ve onlarca kişinin hayata tutunmasına vesile olmuşlardır.