Siyer

Hicret Yoluyla Korunma

Paylaş:

Cahiliyeden temizlenmiş kalpler imanla sapasağlam olmuştu. Fakat bedenler kalbe giren bu imanın yükünü zulümle ödüyordu. Ashap İslam’ın ilk kahramanları olmuş ve mücadeleleri ile destan yazmışlardı. Onların fedakârlıkları da büyüktü. Artan zulüm ve imanlarının gereğini yapmaktan alıkonulmaları onları hicrete götürüyordu. Bu yepyeni bir başlangıçtı, bilmedikleri diyarlara İslam’ı götürmekti…

Kıymetli okurlarımız size bu sayımızda da Münir Muhammed Gadban’ın ‘Nebevi Hareket Metodu’ kitabından bölümler sunmaya devam ediyoruz. Geçen sayımızda iman etmeleriyle Allah yolunda baskı ve eziyetlere maruz kalan ashabın durumunu örneklerle aktarmıştık. Bu sayımızda ise artan zulümlerden uzaklaşma ve imanlarını muhafaza etme amaçlı ashabın Habeşistan’a olan hicretlerini ele alacağız.

Şirkin pençeleri arasında kalmak ve böylece şirkin Müslümanları yok etmesine sebep olmak, ahmakça bir uygulamadır. Tabi ki Allah erinin sabırlı olması, musibetleri gönül rahatlığıyla karşılaması ve bütün zorluklara rağmen dinine bağlı kalması gereklidir. Yöneticilerin ana vazifesi yönetilenleri tehlikelerden korumaktır ama bu koruma inanç ve şeriata zarar getirebilecek şekilde olmamalıdır. Bundan dolayı, yöneticilerin efendisi Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem yeryüzünde, şirkin elinin uzanamayacağı, güvenli bir yer arıyordu. Bu yer ise Habeşistan toprağıydı.

İbnHişamsiyerindeİbn İshak’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasulullah Müslümanlara; “Eğer Habeşistan toprağına çıkarsanız, orada yanında kimsenin zulme uğramadığı bir hükümdar bulacaksınız. O topraklar doğruluk topraklarıdır. Bulunduğunuz durumda, Allah sizin için bir çıkış yolu verene kadar orada kalınız.” Bunun üzerine, Rasulullah’ın ashabından bazıları fitneden sakınmak ve dinlerini muhafaza edebilmek için Habeşistan topraklarına hicret ettiler. Bu hicret İslam’da ilk hicrettir.

Müslümanların Habeşistan topraklarına hicreti peygamberliğin beşinci yılının, Recep ayında idi. Şaban ve Ramazan ayları boyunca Habeşistan’da kaldılar. Kureyş müşrikleri, Müslümanların izini takip ederek Kızıldeniz’e kadar ulaşmış fakat onlardan birine bile yetişememişlerdi. Sonra Kureyş’in ileri gelen müşriklerinin, Rasulullah’tan artık vazgeçtikleri haberi kendilerine ulaşınca Şevval ayında Mekke’ye geri dönmüşlerdi.

Rasulullah onların ilahlarına ve putlarına karşı olmaya devam edince, yine eski şerlerine döndüler ve Müslüman olanlara daha zalimce davranmaya başladılar. Habeşistan’a hicret edenlerin dönerken Mekke’ye ulaştıkları haberi müşriklere ulaşınca, onları şehre girmekten men etmişlerdi. Sonra muhacirlerden her biri Kureyş’ten birinin koruması altında Mekke’ye girdiler. Kureyş müşriklerinin işkenceleri daha da arttı, bela ve musibetler gittikçe şiddetlendi. Müslümanlar Necaşi’nin kendilerine olan dostluğunu aramaya başladılar. Bunun üzerine Rasulullah ikinci defa Habeşistan topraklarına hicret etmelerine izin verdi ve hicret ettiler. Habeşistan’a ikinci hicret, birincisinden daha zor ve daha meşakkatliydi. Bu sefer hicret edenlerin sayısı tam seksen üç erkek ve on dokuz kadındı. Bu şekilde Müslümanların büyük bir kesiminin Habeşistan’a kaydığını görüyoruz. Seksen üç erkek ve on dokuz kadının Mekke’yi terk etmesi, büyük bir topluluğun ve gayet kuvvetli bir potansiyelin, Mekke ve Mekke müşriklerinden uzak bir ülkede yer alması demektir. Bu toplum yayılıp, büyüyerek bizzat Mekke’nin varlığını tehdit edebilirdi. Bu ilke, Rasulullah’ın aklından kesinlikle çıkmıyordu. Onun için devamlı olarak, Mekke haricinde sağlam temeller üzerine oturtulmuş güvenilir bir yer arıyordu. Böylece Kureyşliler ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, yeryüzündeki İslam toplumunu yok edemeyeceklerdi.

Günümüzde İslami hareket, uygulama planında bu konuya önemle eğilmelidir. Beşeri ve maddi potansiyelin bir bölgede toplanılarak yok edilmeye maruz bırakılmaması gerekir. Toplanma bölgelerinin sayılarak arttırılarak bir bölge kaybedildiği zaman ikinci bir bölgeye kaymak suretiyle cahiliye toplumuna karşı mücadeleye devam edilmelidir. Şüphe yok ki Müslüman gençlerin yetişmiş oldukları asıl vatanlarını terk ederek yeni bir bölgeye kaymaları ve o bölgede bir gurbet acısı, vatan ve aile özlemi çekmeleri zor bir iş ve büyük bir fedakârlıktır. Bunu gerçekleştirebilmek ve bu engelleri aşabilmek için Müslüman gençlerin büyük bir iman seviyesine sahip olmaları, inançları ve inançlarına olan sevgilerinin vatan sevgisinden, aile özleminden ve toprağa olan bağlılıklarından daha büyük olması gerekir. İnanç bağının nefislerindeki derinliği ve kalplerindeki izi ne kadar değerli olursa olsun diğer bütün bağlardan daha kuvvetli olması gerekir. “De ki: babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaretiniz, hoşunuza giden evler sizce Allah’tan, peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise Allah’ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.”1

Özelikle de böyle bir yere hicret etmek, kendi dillerinden ayrı bir dille konuşan insanların arasında yaşamak, kendi dinlerinden, örf ve adetlerinden başka dine, örfe, adetlere sahip olanlarla bir arada olmak nefse daha ağır gelir. Eğer İslami hareketin mücahitleri, iman yönünden belirttiğimiz seviyede olmazlarsa; yönetici kadro, planların pratiğe konulmasında başarılı olamaz.

Müslüman gençlerin inancı, kendisi için hayatındaki her şeyden daha değerli ve dinine olan bağlılığı, ailesine, eşine, çocuklarına, toprağına, malına, evine, vatanına veya menfaatine olan diğer bütün bağlarından daha kuvvetli olabilecek bir şekilde yetiştirilmeleri gerekir. Rasulullah’ın ashabının iman yönünden sahip olduğu yüksek seviye, Habeşistan gibi uzak ve bilmedikleri bir yere büyük bir çoğunluğunun hicret etmesine sebep olmuştur.

Biz bugün yirmi birinci asırda yaşamaktayız. Ayları saatlere indirgeyen her türlü ulaşım ve iletişim araçlarının bulunduğu ve haberleşme yönünden bütün dünya devletleri arasında kolayca bağlantı kurulabildiği günümüzde Habeşistan’a hicret edilmeye çağrılsak, bu bize o kadar ağır ve zor gelir ki, içimizde cevap vermekte güçlük çekenler bile çıkar. Habeşistan lafını duymamız bile, içimizde yalnızlık ve hasret duygularının hâkim olması için yeterlidir.

Yemin ederim ki bu hicret tarihte eşine çok ender rastlanan bir hicrettir. Bu hicret yeryüzündeki bütün değer ve bağların, Allah yolunda erimesini sembolize eder. Rasulullah’ın “-Medine’ye hicret edenleri kastederek- sizin için bir hicret (yani bir hicret sevabı); -Habeşistan’a hicret edenleri kastederek- sizin için de iki hicret (yani iki hicret sevabı) vardır” demesi, bunda ne kadar haklılık payı olduğunu ortaya koymaktadır.*

 

*Münir Muhammed Gadban’ın ‘Nebevi Hareket Metodu’ kitabından alıntıdır.

1- Tevbe, 24