Makale

İmanın Tezahürleri

Paylaş:

İman, Allah’ın kullarına bahşettiği en büyük nimettir. İman sayesinde hayat anlamlı olur, insan hayatı şeref kazanır ve yaşamaya değer şeyler olur. İman, Allah’ı tanımanın adıdır, bu sayede kâinatın Rabbi ile irtibat kurulabilir, O’nun isim ve sıfatları ile her alandaki kusursuz yaratıcılığı, hakimiyeti ve vahdaniyeti anlaşılabilir. Bilmeyenler, tanımayanlar ve dünya düşkünleri, iman nimetini elde edemediklerinden Allah Azze ve Celle’den başkasıyla mutlu olmaya çalışırlar. Hâlbuki bir veliyullah: “Eğer krallar bizdeki iman lezzetinin farkına varsaydılar, ordular gönderip bizim elimizden alırlardı” demek suretiyle imanın sırlarla dolu lezzetini anlatmaktadır.

Hakiki imanı elde etmiş mü’minlerde, başkalarında olmadığı kadar imanın tezahürü görülmektedir. Tezahür, asıl olarak Arapça bir kelime olmakla beraber Türkçede de kullanılmaktadır. Türkçede belirme, görünme, ortaya çıkma, belirti gibi anlamlara sahiptir. Bu manalardan yola çıkarsak, gerçek imanı elde etmiş kimselerde pek çok fazilet, kıymet ve üstün ahlak belirtileri görülecektir.

Şimdi imanın bu belirtilerinin neler olduğuna bakalım:

İlahi Korku: İmanın tezahürlerinden belki de en önemlisi ilahi korku ve endişenin artmasıdır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Onlar, azabından korkarak ve rahmetini umarak Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar...”1

İmanın tezahürlerinden biri olan ilahi korkunun da farklı derecelerinden bahsedilmektedir.

Havf: İmanın şartı ve sonucudur. Bu konuda Rabbimiz: “Eğer mü’minseniz benden korkun”2 buyurmaktadır. Buna göre mü’minim diyenlerin ilk yapmaları gereken şey, insanlardan korkmamaları, yalnız Allah’tan sakınmalarıdır.

Haşyet: İlmin şartıdır. Ayette: “Kulları içinde Allah’tan gerçek manada ancak alimler korkar”3 buyurulur. Bu demek oluyor ki ilmin sonucu, diğer insanlardan daha çok takva sahibi olup Allah’a yaklaşmaktır.

Heybet: Bu ise marifetin yani Allah’ı tanımanın şartıdır.4 Rabbimiz: “Allah sizi kendisinden sakındırır”5 buyurmuştur ki herkes iyi tanıdığından daha çok sakınır, ona daha çok hürmet eder. İnsanlar dünya nimetlerini önemli görürse, dünyayı önemserse dünyanın güçlülerinden sakınır. Yok eğer imanın sonucu olarak marifetullahı elde etmişse, bu durumda ahireti önemser ve sadece Allah’tan sakınır, Rabbini razı etmeye çalışır, O’nun azametini tanımanın sonucu olarak takvası ve kulluğu artar.

Kuvvetli Tevekkül: Tevekkül sözlükte: “İşini görmesi için birini vekil tayin etmek, kalbinde vekile güvenmesi”6 demektir. İmanın önemli tezahürlerinden biri de Allah’a tevekkülün tam olmasıdır. İman kuvvetlendikçe Allah’a olan güven artar. Bu yüzden Rabbimiz: “Mü’minseniz yalnız Allah’a güvenin”7 buyurmaktadır. Allah Azze ve Celle iman ehlinin tevekkülünün asla boşa gitmeyeceğini, darlıkta, zorlukta, sıkıntı ve çilelerinde her zaman kulumun yanında olacağını haber vermiştir. “Kim Allah’a tevekkül ederse, (güvenirse) Allah ona yeter.”8

Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem tevekkül sahibi olmanın Allah katındaki önemini şu hadisle buyurmuştur: “Siz Allah’a gerçek anlamda tevekkül etmiş olsaydınız, Allah kuşları rızıklandırdığı gibi, sizi de rızıklandırırdı. Nitekim, kuşlar sabahleyin yuvalarından aç çıkarlar, akşamleyin yuvalarına tok olarak dönerler.”9

Tevekkülün, mü’minin Rabbine güven duyması yönüyle üç derecesi bulunmaktadır:

  • Kulun kendi vekiline karşı itimadı gibi Allah’a güvenmesi.
  • Kulun annesinden başkasını tanımayan çocuk gibi, sadece Allah’a yönelmesi.
  • Kulun kendini “gassal önünde meyyit, rüzgâr önünde yaprak gibi” Allah’a teslim etmesi.10

Allah yolunda ve Allah’ın dedikleri olsun diye, İslam’ın tebliği ve haklarını savunmak için yaşayan mü’minler, pek çok sıkıntı ve zorluk yaşayabilirler. Tevhid davasının adeta kaderi diyebileceğimiz bu zorlukların üstesinden gelmenin tek çaresi güçlü bir tevekküldür. Kalbi bir eylem olan tevekkül, mü’mini sağlam tuttuğu gibi başkalarına itimat etmekten, güvenmekten alıkoyar. Firavun’un sihirbazlarının Hz. Musa Aleyhisselam’a iman edişlerinin akabinde, kendilerine yapılan işkence ve ölüm tehdidine karşı “Zararı yok, nasıl olsa Rabbimize döneceğiz” diyebilmeleri bu yüksek tevekkülün sonucudur. 

Tevekkülü güçlü olanların Allah’tan başka dayanağı, Allah’tan başka güveneceği mercii ve Allah’tan başka yardım isteyeceği kapı yoktur.

SIDK, SADAKAT, İSTİKAMET

Sıdk: Doğruluk, sadakat, bağlılık ve sözünde durma, istikamet ise dosdoğru olmak anlamlarına gelmektedir. Aynı kökten türemiş bu kavramların ortak anlamı ise “doğru olmak, sözünde durmak” demektir.

Sıdk kelimesini Ragıb el-İsfehani: “Hem içte gizli tutulan örtülü sözün, hem de haber verilen sözün birbiriyle mutabık olması” olarak açıklar, devamında ise şöyle der: “Bu şartlardan herhangi birinin çiğnenmesi halinde bu, tam bir ‘sıdk’ olmaz ve artık o sıdk kelimesiyle nitelenmez.”11

Kuşkusuz iman kelimesi olan “La İlahe İllallah: Allah’tan başla İlah ve otorite yoktur” cümlesinde kalbi tasdik olması gerektiği kadar, söylenen bu söze bağlı kalmak, sözünde durmak, Tevhit kelimesinin gerektirdiği hayatı yaşama, uğrunda mücadele verme konusunda da sözünden dönmemek gerekmektedir. Zira gerek ayetlerde gerekse hadislerde sözünce duranlar (Sıdk Ehli) övülmektedir.

Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadislerinde: “Sıdk insanı “birr”e, birr de insanı cennete götürür”12 buyurmuştur. Rabbimiz de: “Allah’a verdikleri sözde duran nice rical(yiğitler) vardır”13 buyurarak sözlerinde duran ve canlarını Allah’a satan kullarından övgüyle bahsetmektedir. İmam Gazali’nin ifadesine göre sıdk hem lisanda hem niyet ve iradede hem de azim ve amelde olmalıdır.14

Şüphesiz ki hakiki imanın sonuçlarından olan sıdk, her verilen söze sadakat göstermeyi gerektirir. Sıdk ehli, başta Rabbine verdiği elest bezm-i’nde “Kalu Bela” diyerek verdiği ahde, sonra da tüm hayatında verdiği sözlere bağlı kalmayı şiar edinir. İşte verilen bu sözler, nice iman erlerinin (rical, rıbbiyyun) Allah yolunda mücadelesinde ana sebep olmuş, ahdini yerine getirene kadar cihadını sürdürmüştür.

Bediüzzaman Rahimehullah’ın beyanıyla: “İman hem nurdur hem kuvvettir. Evet hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir.” Mü’min açısından imandan daha büyük servet, daha büyük güç ve daha kuvvetli bir sur asla olmadı, olmayacaktır. İmanı elde etmek kâinatın sahibinin himayesine girmek, O’nunla dost olmaktır. Bu dostluk için her şeye değmez mi?

  1. Secde, 16
  2. Âl-i İmran, 175
  3. Fatır, 28
  4. Kuşeyri Risalesi, Semerkand yay, 174
  5. Âl-i İmran, 28
  6. Dr. H. Kamil Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, 172
  7. Maide, 23
  8. Talak, 3
  9. İbn Mace, Zühd, 14
  10. Dr. H. Kamil Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, 173
  11. Rağıb el Isfahani, el-Müfredat, Pınar yay, 848
  12. Müslim, Birr, 108
  13. Ahzab, 23
  14. Dr. H. Kamil Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatler, 169