Kapak

İmtihan Zamanında Lidere Bağlılık

Paylaş:

İmtihanlar, bu dinin doğasında var olan ve tüm kuşaklar boyunca İslam davasının bağlılarını öyle veya böyle sarsan, marazlıları döken, kalanları sağlamlaştıran bir olgudur. Bu, aynı zamanda Allah’ın toplumlara uyguladığı bir Sünnetullah’tır. Bu bazen başa gelen bir musibetle, bazen engellemelerle, kimi zaman da iftiralarla karşımıza çıkar. Sünnetullah sağlamlarla çürükleri ayıklayan öyle ilahî bir elektir ki; Rabbimiz bunu insanlığın atası Hz. Âdem’in yaratılışından bu yana yapmaktadır. Öyle ki ilk imtihanda İblis, Hz. Âdem’e secde imtihanını kaybetmiş, yanlışında ısrar ve büyüklenme dürtüsüyle kaybedenlerin safına yazılmıştır. İblis’le imtihanında ise Âdem Aleyhisselam, başlangıçta kaybetse de, hatasında ısrarcı olmayıp tevbe yoluna girmiş ve sonunda affedilip kazananlar safına dahil olmuştur. Bu daima böyle olmuştur ve imtihanın kazananları ve kaybedenleri tarih boyunca hep var olagelmiştir.

                İmtihan, Kur’an’da birçok ayetle bize ihtar edilir ve bazı ayetlerde te’kidli ifadelerle (lâm-ı te’kid) gelmesiyle bize muhakkak vukû bulacak bir hadise olduğu hatırlatılır. İmtihanlar, kişisel olduğu gibi toplumsal da olabilmektedir. İşte bu ikincisi bizim asıl konumuzdur ve hareketten kastımız tabi ki İslamî harekettir.

                Hareketin imtihanlardan geçmesi, elbette ki takdîr-i ilâhi’dir ancak çoğu zaman hareketin gücü ile, (toplumdaki yansıması) merhalesiyle de bağlantılıdır. Bir hareket, henüz yeni filizlenme aşamasında iken imtihanı çoğu zaman kendi içindeki fertlerledir, dışarıdan bir etkilenme olduysa da bu küçük çaplıdır ve gayr-ı İslamî sistem tarafından en fazla “gözüm üzerinizde” mesajı verilir. Hatta hareket küçükken çoğu zaman “bekle gör” politikası işleme konulur, yapılan faaliyetler görmezden gelinir, âdeta yok hükmünde sayılır. Ancak kök salmaya başladıkça, halkın teveccühünü kazandıkça (mızrak artık çuvala sığmaz olunca) dikkatleri ister istemez çekmeye başlar ve işte bu durumda dışarıdan olan imtihanlar zuhur eder. Tarih boyunca İslamî hareketleri engellemek için iftiralar ve tuzaklar devreye girmiş, hareket daha da büyüyüp sistemi sarsacak toplumsal tabanlı bir güce ulaşmasın diye sistematik bir sırayla bu tezgâhlar uygulanmaya başlamıştır.

                Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hayatına baktığımızda bunu açıkça görüyoruz. Davetin ilk zamanlarında (her ne kadar gizlilik dönemi olsa da) Mekke toplumu İslam’a giren birkaç kişinin farkında oluyorduysa da toplumsal bir baskı ve karalama kampanyası yürütmemişti. Ne zaman ki davet açıktan yapılıp, toplumda yansıma buldu ve insanlar etkilenmeye başladı, işte o zaman Mekke müşrikleri hareketin ilerlemesini önlemek için Dâru’n Nedve’de toplantılar yapmaya, iftiralar atmaya başladılar. Aynı durum bugün de, hatta gelecekte de karşılaşılacak türden olaylardır. Yaklaşık bir senedir cemaatimize ve faaliyetlerimize yönelik engellemeleri, Muhterem Hocamıza atılan iftiraları bu perspektiften değerlendirmek gerekir. Tabi ki Muhterem Hocamız ve beraberindeki kişiler bugüne kadar birçok badireler atlattılar, imtihandan geçtiler. Ancak dışarıdan sistematik bir şekilde ve alenen yapılan bu engellemeler, bu yönüyle hem bir ilktir, hem de hareketin farklı bir döneme girdiğinin göstergesidir. Muhterem Hocamızın konferans yapacağı illerde, (hatta yurtdışında) kendisi daha o şehre gitmeden önce onunla ilgili iftiraların yayılması, hareketin dikkate alındığının ve alenen engellemeler yapılacak bir evreye girildiğinin resmidir. Bu engellemeleri Muhterem Hocamız bir soruya verdiği cevapta şöyle açıklıyor: “Bizim hareketimiz sadece fakirlere yardım paketi dağıtan bir hareket değildir. Bizim konferanslarımız da kültürel bir faaliyet değil, tevhidin anlatıldığı konferanslardır. İslam düşmanları bundan rahatsız oluyor. Sadece insanî yardım veya kültürel faaliyetler yapsaydık bizi başlarında gezdirirlerdi. İslam düşmanları tevhidi anlatmamızdan ve büyümemizden rahatsızdırlar.”

                Bu hareketi tanıdığım günden beri (üzerinden uzun yıllar geçti) Muhterem Hocamızın dengeli tavrı, olaylar karşısındaki tavizsiz dik duruşu, Allah vergisi basireti ve feraseti artık herkesin mâlumudur. Kendisi bir lider olarak bu yolda ne kadar kararlı ve azimli olduğunu, etrafında bir avuç insan varken de gösterdi bugün de gösterdi... Bu yolda gemilerini yakmış bir dava adamı ve bu hareketin lideri olarak karşımızda duruyor; bizler onun hayatına, çilesine, uykusuzluğuna, yorgunluğuna, kendisini, eşini ve çocuklarını bu davaya adayışına canlı birer şahidiz.

                Muhterem Hocamız her şeyiyle bu dava için koşturuyor, iftiraların, engellemelerin hedefi oluyorken, bizler bu davanın bağlıları olarak ne kadar onun yanında olabiliyoruz? Daha kestirmeden soracak olursak biz bu davanın neresindeyiz?

                Vallahi, üzerimizde bu kadar emeği olan ve tek düşüncesi Allah’ın hükümlerinin yeryüzünde ikâmesi olan, bu uğurda hayatına şahit olduğumuz Muhterem Hocamıza lâyık olmazsak, hele bir de bu davada onu yalnız bırakırsak Allah Celle Celaluhu’ya hesap veremeyiz!

                Şu bir gerçektir ki lider ne kadar basiretli, ferasetli ve azimli olursa olsun tek başına bir hareket, bunun da ötesinde bir medeniyet meydana getirmesi mümkün değildir. Hareketin kitlelere ulaşması ehil bir liderin kontrolünde bir kadro işidir, plânlı ve programlı bir çalışmayla ve tabi ki Allah’ın yardımıyla mümkündür.  Koskoca peygamberler bile Allah’tan kendileri için yardımcılar istediler. Musa Aleyhisselam, Medyen’den Mısır’a dönerken kendisine iki mucize (âsâ ve yed-i beyda) verilip peygamberlikle görevlendirildiğinde ilk işi, bu yolda kendisine destek olacak yardımcı (Harun Aleyhisselam’ı) istemek oldu. İsa Aleyhisselam, davasını ortaya koyduğunda İsrailoğullarının ekseriyetinin inkâr edeceğini sezince, havarilerine bu yolda kendisine ne kadar bağlı olduklarını test eden; “Men Ensârî İlallah”1 (Allah yolunda yardımcılarım kimdir?) sorusunu yöneltti. Çünkü o, öyle bir dava ile görevliydi ki bu davet, insanları iman edenler ve inkâr edenler şeklinde kutuplaştıracaktı. O, safların netleşeceği zamanda kimin gerçekten kendisiyle beraber olacağını öğrenmek istiyordu. Üstad Seyyid Kutub, İsa Aleyhisselam’ın bu sorusuyla ilgili şunu söylüyor: “Her inanç ve dava sahibinin yanında, kendisi ile beraber hareket eden, onun davranışını yüklenen, savunan, ulaşabildiklerine ulaştıran ve ondan sonra davasını yaşatan destekçilerin bulunması gerekir.”

                Hak davanın temsilcileri olarak bizler, davaya ve lidere olan sadakatimiz ve bağlılığımızla imtihan olunursak tavrımız nasıl olacaktır? Bu gün aslında “Men Ensârî İlallah” sorusu orta yerde duruyor ve “Nahnu Ensarullah” (Biz Allah’ın davasının yardımcılarıyız) cevabını verecek muhataplarını bekliyor. Her şartta ve zeminde, davaya ve davanın liderine ne kadar bağlıyız, bunun muhasebesini yapmalı, varsa bağlılıkta eksikliğimiz daha zor günler gelmeden, bırakın rüzgârları, kasırgalara bile dayanabilecek bir imana ve bağlılığa ulaşmanın yollarını bulmalıyız, bu konuda Allah’tan sabır ve yardım dilemeliyiz.

                Muhterem Hocamız bir keresinde cemaatin ilk zamanlarında bir kardeşimize şöyle bir soru yöneltir: “Benim hakkımda bir gün iftira niteliğinde bir söz duysan ne yaparsın?” O kardeşimiz de; “Gelip size sorarım hocam” deyince Muhterem Hocamız; “İşte sen bu imtihanı kaybettin” der. Çünkü herkes bu şekilde gelip ‘Hocam bu söylenileni yaptınız mı yapmadınız mı?’ diye soracak olursa, insan bir süre sonra sorulardan bunalır ve yapmasa bile “yaptıysam yaptım” deme noktasına gelir. Lidere bağlı olanın yapması gereken, bu iftirayı duyduğunda; “Hayır benim Hocam böyle bir şey yapmaz” deyip muhatabına tepkisini koymaktır.İmam Şafi Rahimehullah kendisine ‘Rafizi’ iftirası atanlara en son dayanamayıp: “Muhammed ailesini (Ehl-i Beyti) sevmek Rafizîlikse eğer,insanlar ve cinler şahit olsun, ben rafizîyim” der.

                İslamî harekette lidere bağlılığın tespiti çok önemlidir. Çünkü basit olaylarda lidere bağlılık göstermeyenler, daha ağır olaylarda hiç bağlılık gösteremezler. Lider, ancak kendisine bağlılığı kuvvetli olan kimselerle yola çıkabilir ve ancak böyle kimselerle zafere ulaşabilir. Sayısı fazla olsa bile lidere samimi bir bağ ile bağlanmayanlar, İslam toplumuna kuvvet değil ancak zayıflık katarlar. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Tebük seferinden döner dönmez bu sefere katılmayanları sorguya çekti. Birçok münafık çeşitli mazeretlerle kendilerini savaşa katılmamakta mazur gösterdiler ancak sahabeden üç kişi (Kâb B. Malik, Mürâre b. Rebi, Hilâl b. Ümeyye) hiçbir mazeretlerinin olmadığını itiraf ettiler. Efendimiz, bunlarla yaklaşık elli gün kimsenin konuşmamasını, onlara gidilip gelinmemesini söyledi. Aslında hem savaşa iştirak etmeyenler hem de onlarla konuşmaması gerekenler yani herkes imtihandaydı. Sonunda bu imtihanı kazandılar ve Allah Celle Celaluhu o kişileri affettiğini beyan eden ayetler gönderdi.

                Davanın liderine bağlılık ve itaate dair bunun gibi onlarca misal verilebilir. Tâlut-Câlut kıssası2 komutana itaat örneğidir. Tâlut, ordusuyla karargâhtan çıkar çıkmaz Allah’ın onlara; “Nehirdeki sudan bir avuç haricinde su içmeme” emrini söyledi. Çok az insan bu emre itaat edebildi. Bu emirdeki hikmet neydi? Az sonra girecekleri savaşta ordu için en elzem olan şey başlarındaki komutana itaat idi. Basit bir su içmeme konusunda bile itaat edemeyenler, savaş gibi daha zor bir görevde nasıl itaat edebileceklerdi?  Sonunda az bir topluluk kalsa bile kendilerinden kat be kat daha güçlü bir orduya Allah’ın izniyle galip gelmeleri (karşı tarafı hezimete uğratmaları) bize şunu gösteriyor: İtaat eden samimi az bir topluluk, itaatsiz ve disiplinsiz kalabalıklardan Allah katında daha evlâdır. Zafere lâyık olanlar da davasına ve liderine sadakatle ve itaatle bağlı olanlardır.

                Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Bu söyleyeceğim çeşitli il ve ilçelerdeki birçok konferansta defalarca dile getirildi. İftiralar, engellemeler olsun ya da olmasın, biz bunu sağır sultan duyana kadar daima söylemeye devam edeceğiz. Biz bu davayı Muhterem Hocamızla tanımış olduk, onunla bu davaya girdik ve bu yola baş koyduk. Bu yolda onu, kadınından erkeğine, gencinden yaşlısına, tüm cemaat fertleri olarak asla ve asla yalnız bırakmayacağımızı Allah Celle Celaluhu’yu şahit tutarak ilan ediyoruz. Kendilerinin de ifade ettiği gibi “değersiz başlarımız belki de bu vesileyle değer kazanmış olur”. Rabbim bu davada sebat edenlerden, davaya ve liderine sadakatle bağlı kalanlardan ve “Nahnu Ensarullah” diyenlerden olmamızı nasip eylesin. Selam ve dua ile… 

1) Âli İmran, 52

2) Bakara, 246-251