Başyazı

İnsanı Harekete Geçiren Etmenler (Muharrikun)-4

Paylaş:

Kullarını seven ve onlara muhabbeti bahşeden Allah’a hamd; Allah Azze ve Celle’ye olan sevgisi ve bağlılığı ile harekete geçen inkılapçı Peygambere salât-u selam; Allah’ı ve Rasulünü her şeyden çok seven ve ümmetin kurtuluşu için mücadele veren kardeşlerime selam olsun. İnsanı harekete geçiren (muharrik) etkenlerden ümit ve kudsiyeti anlattıktan sonra 3. muharrike geçelim.

3- AŞK: Mümkün görmeyenler olmuşsa da kulun Allah’ı, Allah’ın da kulunu sevmesi mümkündür. Kur’an ve sünnette Allah’ın sevdiği kullardan da, Allah’ı seven kullardan da sık sık bahsedilmiştir. Mesela Allah Celle Celaluhu, sevdiği kullarla ilgili:

“Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.”1

“Hayır; kim ahdine vefa eder ve sakınırsa şüphesiz Allah da sakınanları sever.”2

“Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.”3

“Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever.”4

“Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”5

“Allah arınanları sever.”6

“Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.”7

“Şüphesiz Allah, adil olanları sever”8 buyurur.

Allah Azze ve Celle’yi seven kullarla ilgili olarak da:

“İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür.”9

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, kendisinin onları sevdiği onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve güçlü, Allah yolunda cihad eden ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmayan bir topluluk getirecektir.”10

“Onlar, öyle kimselerdir ki, Allah kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır”11 buyrulmuştur. Kulun Allah’ı sevebilmesi;

1- Allah’ın üzerimizdeki haklarını ve bize olan cömertliğini bilmekle gerçekleşir. Çünkü insan en çok Allah’ı sevsin diye kendi üzerinde hakkı olanları ve kendisine cömertlik yapanları sevecek bir şekilde yaratılmıştır. Onun için Allah;

“Görmediniz mi ki Allah, göklerdekini ve yerde olanı hep menfaatiniz için birer sebep kılmıştır. Hem âşıkâre, hem gizli olarak her türlü nimetlerini üzerinize tamamlamıştır.”12

“Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür.”13

“Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinizden korkup sakının”14 buyurur. Üzerimizdeki haklarını hatırlatır. Böylece kullarının kendisini severek yükselmelerini sağlar ve O’nun emirlerini yerine getirecek, O’nun uğrunda fedakârlık yapacak hale getirir.

2- Allah’ı sevebilmek O’nun kullarını sevdiğini, bize olan yardımını ve merhametini bilmekle mümkün olur. Çünkü asaletini kaybetmemiş, fıtratını bozmamış insan kendisini seveni sever, kendisine yardım edeni sever, kendisine karşı merhametli ve bağışlayıcı olanı sever. Allah Azze ve Celle bütün bu yönlerden sevilmeye layıktır. O, kullarını sevendir, onlara yardım edendir, onlara karşı son derece merhametli ve bağışlayıcıdır. Kur’an-ı Kerim bunlarla ilgili olarak:

“Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim kullarına karşı çok merhametlidir, kullarını çok sevendir.”15

“O, kullarını çok bağışlayandır, çok sevendir.”16

“Allah, kendi dinine yardım edenlere kesin olarak yardım eder.”17

“De ki: Ey günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”18 buyurur.

3- Allah’ı sevmenin en kolay ve en hızlı yolu ise O’nu tanımak ve marifetullaha ulaşmaktır. İnsan, Rabbini tanıdığında O’nu sevecek, O’nu sevdiğinde ise O’nun yolunda her türlü fedakârlığı yapabilecektir. Çünkü aşk veya kuvvetli muhabbet kişiyi harekete geçirir. O’nu tanımak ise O’nu doğrudan tanıtan şu 3 şeyle mümkün olur:

a.Kâinat kitabını okumakla. Allah’ın ilmini ve kudretini ispat eden en büyük delil elbette ki kâinattır ve kâinat Allah’ın birinci kitabıdır. İnsan kâinatı tefekkür etmekle, Allah’ın sanatını müşahede etmekle O’nun sonsuz kudret ve ilmini görür ve O’na hayran olur. Çünkü insan fıtraten ilim ve kudret sahiplerine meyillidir. Bu sırra binaendir ki Allah bütün peygamberlerine çobanlık yaptırmış, onların kâinat kitabını okumalarını, tefekkür etmelerini ve bakıp da görecek hale gelmelerini sağlamıştır. Böylece önce marifetullaha sonra da muhabettullaha ulaşmış ve Allah’ı hakkıyla takdir edecek hale gelmiş olan peygamberlerini resul veya nebi olarak görevlendirmiş ve harekete geçirmiştir. Allah peygamberleri bu şekilde eğitip muhabbet ile doldurmadan görevlendirmemiştir. Çünkü kul muhabbetullaha ulaşmadan harekete geçmeyecektir. Başka faktörlerin (âmillerin) tesiriyle harekete geçilse bile bu, Allah için olmuş olmayacak ve kul yaptıklarının karşılığını göremeyecektir. Onun için yapılanların Allah adına ve Allah için olması muhabbetullah ile mümkün olabilir.

  1. Allah’ı tanımanın ikinci yolu Allah’ın ikinci kitabı olan Kur’an’ı okumak, anlamak ve üzerinde derin derin düşünmektir. Kur’an bize Allah’ı tanıtır. Bir yazarın kendisini tanıma imkânı olmayınca onu kitabından tanırız. Kitabı onun bakışını yansıtır, sevdiği ve sevmediği şeyleri ortaya koyar hatta yazarın ahlakını kitabından anlamak mümkün olur. Hepsinden önemlisi kitap, yazarın ilmî seviyesini gösterir. İnsanın Kur’an’a hâkimiyeti arttıkça, ilmî noktalarını ve mucizelerini görecek hale geldikçe Allah’ı ve O’nun ilmini anlar ve Kur’an’a, dolayısıyla Allah’a hayranlığı artar. Bu hayranlık zamanla muhabbetullaha dönüşür ve bu muhabbet kişiyi harekete geçirir.
  2. Allah’ı tanımak Esmâü’l-Hüsna’yı yani sıfatlarını bilmek ve anlamakla olur. İsimleri Allah’ı tanıtır, O’nun eksiksiz sıfatlara sahip olduğunu ve sıfatlarının sonsuz olduğunu bilen, Allah’a hayran olur ve O’nu sever. O’nun her şeyi işitebildiğini, her şeyi görebildiğini, her şeyi bilebildiğini, her şeye kudretinin yetebildiğini, bütün gücüne rağmen hemen cezalandırmayıp mühlet verdiğini, merhametle muamele ettiğini, mazlumların hakkını zalimlerden alacak adaletli bir ilah olduğunu ve diğer sıfatlarını bilen bir insan nasıl O’na hayran olmaz, nasıl muhabbete ulaşmaz, O’na nasıl secde etmez ve O’nun için nasıl harekete geçmez ki? Onu seven gönderdiği dini de, gönderdiği peygamberi de, onun davasını da sever. O’nu sevince yeryüzünde O’nun dediğinin olmasını, O’nun medeniyetinin kurulmasını da ister ve bu aşk onu harekete geçirir, kişiyi ayağa kaldırır, rahatını terk ettirir.

Allah’ı tanımak için yapılması gerenleri yapmamış, dolayısıyla da O’nu tanıyamamış, tanımadığı için de sevememiş olan kişi başka şeyleri sevecek ve hiçbir zaman mutlu olamayacaktır.

Ey Allah’tan başkasına âşık olmakla, aşkı katletmiş olan kâtil! Bil ki; insana mâşuku (sevdiği) uğrunda her zahmete katlanma gücü veren aşk, yalnız Allah Azze ve Celle’ye layıktır. Çünkü aşk ister ki; kusursuzu seveyim veya sevdiğim kusursuz olsun. Hâlbuki Allah’tan başkasında kusur çoktur ve kusursuz olan ancak ALLAH’tır. Sen bir sürü kusurlu olan hatta mânen çirkin olan şeyleri sevmekle aşkı rahatsız ettin hatta ona zulmettin. Aslana et yerine ot veren ve bu suretle ölümüne sebep olan onu nasıl ki katletmiş sayılırsa sen de sendeki aşk denilen kuvvetli duygunun gıdasını ona vermemekle ve onu Allah Azze ve Celle’ye tevcih etmemekle, onu aç bıraktın ve onun kâtili oldun.

Hem aşk ister ki; mâşukuma kavuşayım. Hâlbuki görülüyor ve sen de görüyorsun ki ekseriyetle fani şeylere âşık olanlar ona kavuşamadan ya kendileri ya da mâşukları ölüyorlar. Aslında onlar kavuşamayacakları veya kavuşmaları çok zor olan ve çok zahmet gerektiren şeylere âşık olmakla ve kendilerine teslim edilmiş bir emanet olan aşkı böyle umutsuz bir yolda kullanmak ve onu boş yere çatlatırcasına koşturmakla aşka zulmetmişlerdir. Haramda kullanılan uzuvlar kıyamet günü nasıl sahibinden şikâyetçi olacaklarsa, aşk da manevî uzuvlardan bir uzuv olarak hakkını istediğinde ne yapacaksın! Öyleyse onu kavuşabileceğin yakın ve kolay bir hedefe tevcih et ki o da ALLAH’tır.

Hem aşk ister ki; mâşukum da beni sevsin, hâlbuki görülüyor ve sen de görüyorsun ki sevdiğin şeyler ekseriyetle senden kaçıyor ve seni sevmiyor, üstelik çok da zahmet veriyor. Bil ki sendeki aşk, bundan rahatsızdır ve aşkına karşılık verecek bir mâşuk arıyor. Ona aradığı karşılığı hakkıyla verecek olan bir zat vardır ki o da ALLAH’tır.

Hem aşk ister ki; mâşukum beni ihlâsla sevsin. Yani benden bir şey beklemeden ve bir menfaat ummadan, o şekilde sevsin. Hâlbuki bütün sevenlerin birbirinden bir menfaati vardır. Bu menfaat bazen bizatihi sevdiğidir. Böyle ihlâslı bir aşka ancak Allah’ın aşkı cevap verebilir. Çünkü insandan hiçbir menfaati olmayan bir zat vardır ki o da ancak Allah’tır.

Hem aşk ister ki; mâşukum bana karşı pek cömert olsun, hep versin ve bitmesinden korkmadan gönül rahatlığıyla versin. Hâlbuki insanlar malı çok severler ve çok da cimridirler. Bu kadar cömert bir mâşuk arayan aşkın aşkına karşılık verebilecek aşk, bir zâtta mevcuttur ki o da kâinatın mülkü elinde olan, insana bir yerine bin veren, servetinin bitmesinden korkmayan, tüm kâinatı ve içindeki milyarlarca nimeti insanın emrine vermiş olan Rahman, Rahim ve Kerim olan ALLAH Azze ve Celle’dir.

Hem aşk ister ki; mâşukum yüksek ve ulvi olsun, öyle ki ondan daha yükseği ve daha güzeli olmasın. Bu kadar yükseğe ve güzele âşık olan bir aşkı dünyanın içindekiler tatmin edemez, geçici olarak etse de ondan daha güzelini ve ulvisini gördüğünde yine içine bir kor düşer, bu sefer ona âşık olur. Ve bu böyle gider. Bunun son bulması ve huzura kavuşması ise en yüceye, en güzele kavuşmak ve ona âşık olmakla mümkündür ki o da ancak yüceler yücesi, güzeller güzeli ALLAH’tır. Allah Celle Celaluhu kendinden güzeli de, kendi gibisini de yaratmamıştır ve O, en güzeldir.

Hem aşk ister ki; mâşukumla olan aşkım daim ve ebedi olsun. Çünkü Üstad’ın ifadesiyle “Zeval-i elem lezzet olduğu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir.” Yani elemin son bulması lezzet, lezzetin son bulması ise elemdir. Âşık sürekli mâşukuyla birlikte olmayı ister. Hatta öyle ki mâşukundan bir saat ayrılmak bile onun için çok acıdır. Bu sırra binaendir ki âşık, mâşukunu görmek için kilometrelerce yol yürür, yağmur-çamur, sıcak-soğuk demez çünkü zevali elem lezzettir. Mâşukunu gördüğünde ayrılık acısı da yorgunluk da bitecek, lezzete ve mutluluğa erecektir. Ayrılma vaktini düşünmek bile ona üzüntü verir çünkü zeval-i lezzet elemdir. Bu yalnız insanlara olan aşk için böyle değil, makam ve zenginlik gibi mâşuklar için de böyledir. Hâlbuki hiçbir mâşuk ebedî değildir ve hepsinden bir ayrılma vakti vardır. Allah Celle Celaluhu müstesna. Öyleyse Allah’a âşık ol ki o lezzet hiç bitmesin ve o elem hiç gelmesin.

Hem aşk-ı hakikî ister ki; mâşukumun düşmanlarını düşman, dostlarını dost kabul edeyim. Sen Rabbinin düşmanlarını dost kabul edersen bu nasıl aşktır?

Hem aşk-ı hakikî ister ki; Mâşukumun sevdiğini seveyim, sevmediğini sevmeyeyim, yap dediğini yapayım, yapma dediğini yapmayayım. Sen mâşukun olan ALLAH’ın sevmediğini sever, yapma dediğini yaparsan bu nasıl aşktır?

Ey insan bil ki; sana verilen her uzuv bir maksat için verilmiştir. Aşk da mânen bir uzuvdur ve seni çok seven, seni yeryüzünde kendi vekili kılan ALLAH’ı sevmen için verilmiştir.

Vel hasılı… Bir çok kusuru olan, kavuşabilmen çok zor olan, aşkına ihlâsla karşılık vermeyen, sana karşı cimri olan, seni en fazla bir-iki kere affedip sonra affedemeyen, güzeller güzeli olmadığı gibi belki güzel de olmayan, daimi olmayan ve bunlardan ötürü sendeki kuvvetli, ihlaslı, yüksek ve asil aşkı tatmin etmekten fersah fersah uzak olan şeylere âşık olmakla aşka ve kendine zulmetme. Bu değersiz mâşukların peşinden koştun ve kavuşamadın. Artık gerekir ki “Aşk-ı mecaziyi aşk-ı hakikîye inkılap ettiresin.” Yani gerçek mâşukunu bulasın.

Bundan sonra ey aşk-ı mecazîyi aşk-ı hakikiye inkılâp ettirmiş kişi! Mademki aşk-ı mecazîyi terk ettin ve aşk-ı hakikîye geçtin, sana gerekmez mi ki mâşukun uğrunda her zahmete katlanasın ve gerektiğinde gerçek bir âşık gibi onun yolunda canını ve malını feda edesin. Mâşuku uğrunda bunları yapamayana ‘âşık’ demezler belki ‘biraz seviyordu’ derler.

Hem sana gerekmez mi ki mecazî mâşuklar uğrunda gösterdiğin cesareti, cömertliği, fedakârlığı gerçek mâşukun uğrunda da gösteresin ve hatta mecazî mâşukun için 10 km. yol yürüyor idiysen gerçek mâşukun için 100 km. yol yürüyesin, mecazi mâşukun için harcadığının birkaç mislini gerçek mâşukun için harcayasın, ilâ ahir…

Seni yaratmamış olan, seni rızıklandırmamış olan, sen ona iki adım attığın halde sana bir adımı bile zor atan, sen ona koştuğun halde sana doğru yürümeye bile üşenen sahte mâşukun için yaptığının birkaç mislini seni yaratan, seni besleyen, sen ona bir adım attığında sana iki adım atan, sen ona yürüdüğünde sana doğru koşan gerçek mâşukun için yapmazsan sendeki aşk, seni mâşukuna şikâyet edecek ve sen de mâşukun olan Rabbinin yüzüne bakamayacaksın.

Ne mutlu aşk-ı hakikîye ulaşmış hakikî âşıklara ve binlerce esef, paraya, insana ve dünyaya âşık olmakla, aşk gibi ulvî ve asil bir duyguyu ayağa düşüren aşk katillerine.

Ey Allah Azze ve Celle’ye hizmetçi ve ona âşık olmak isteyen kişi bil ki; aşk; fedakârlık ve gözyaşı, bazen kan ve can ister. Mâşukun senin aşkının gerçek olup olmadığını yakında deneyecek, hazır ol.

Ey âşık olduğunu iddia eden bil ki; aşk kişiyi harekete geçirir. Harekete geçirmeyen aşk, aşk değildir.

  1. Bakara 222
  2. Âli İmrân-76
  3. Âli İmrân-146
  4. Âli İmrân-148
  5. Âli İmrân-159
  6. Tevbe 108
  7. Saf 4
  8. Hucurat 9
  9. Bakara 165
  10. Maide 54
  11. Mücadele 22
  12. Lokman 20
  13. İbrahim 34
  14. Nisa 1
  15. Hud 90
  16. Buruc 14
  17. Hacc 40
  18. Zümer Sûresi 53