Röportajlar

İslam Dünyası Kendi Hikayelerini Anlatmalı

Paylaş:

Bu ayki kapağımıza Efendimiz’in Nebevi Hareket Metodu konusunu taşımamız sebebiyle sinema alanında siyer dalında yapılmış yapıt taşı eserlerden olan “Çağrı” filminin yönetmeni Mustafa Akkad’la film hakkında yapılan manidar bir röportajı ekliyoruz.

18 yaşında film yönetmeni olma hayaliyle ülkesinden ayrılmak isteyen Akkad, Hollywood filmlerinin yıldızının parladığı bir dönemde özüne ve kendi değerlerine ait bir eser bırakma sancısıyla Peygamberimiz’in hayatını konu alan bir film çekmeyi vazife görüyor. Ardından uzun ve meşakkatli bir süreç sonucunda yıllar boyu etkisini diri tutan Çağrı filmini armağan ediyor çağa.

Etkisine birçok insanın şahitlik ettiği Çağrı filminin çekim süreci benzer etkide bir hikâye barındırıyor aslında. Ortaya koyduğu bu başarılı eserde ailesinin daha yolun başındayken kendisine güvenip destek oluşunu şöyle aktarıyor Akkad:

“Ben, Halepli bir gümrük memurunun oğluyum. Babam, birçok çocuğu aynı anda büyütmeye çalışan yoksul, fakat son derece namuslu bir adamdı. 18 yaşıma bastığımda, ona Amerika Birleşik Devletleri’ne gidip ‘film yönetmeni’ olmak istediğimi söyledim. Bu, 1940’ların Halep’inde, benim yaşadığım küçük kasabada adeta şakadan farksız bir istekti. Müslüman bir Arap’ın Hollywood’a gitmesi ve sinema sektöründe söz sahibi olması hayal bile edilebilecek bir durum değildi. Fakat babam bu düşüncemi büyük bir ciddiyetle dinledi. Bu konuşmanın üzerinden kısa bir zaman geçtikten sonra henüz 18’imde, beni Şam Havalimanından Los Angeles’a uğurlarken elini cebine atıp 200 dolar çıkardı. ‘Ne yazık ki bütün birikmiş param bu oğlum, daha fazlası olsaydı onları da gözümü kırpmadan verirdim’ dedi. Sonra diğer cebinden de bir Kur’an-ı Kerim çıkardı. Mukaddes kitabı avuçlarımın arasına şefkatle sıkıştırırken: ‘Senin için yapabileceğim tek şey, sana bunları vermektir. Bundan sonraki günlerde belki görüşürüz belki de hiç görüşemeyiz. Ancak şunu asla unutma, dualarım seninledir. Allah, giriştiğin bu davada yolunu açık etsin’ diyerek bana göz yaşları içinde sarıldı. Yarım yüzyılı geride bırakan Hollywood maceram, işte bu veda anıyla başlamıştır. Onun, ideallerime verdiği bu içten desteği ömrüm boyunca hiç unutmadım. Babam o günlerde böylesine ileri görüşlü davranmasaydı ‘Çağrı’ da olmazdı, ‘Ömer Muhtar’ da…”

Kendisini film sürecine yönlendiren temel duygunun Batı’da yaşayan bir Müslüman olarak kendi dinini anlatan bir eser ortaya koyma sorumluluğu olduğunu ifade eden Akkad: “Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etmiş ve Hollywood’da iyi kötü bir konum elde etmiş Müslüman bir sinemacı olarak, böyle bir projeyi gerçeğe dönüştürmek boynumun borcuydu. İlk hedefim kesinlikle para kazanmak değildi. Çocuklarım bana ileride ‘Baba, kendi kültürünü ve dinini insanlığa tanıtmak için ne yaptın?’ diye sorduklarında verebilecek sağlam bir cevabım olmalıydı” diyor.

Aldığı bu karar sonrasında uzun bir yolculuk bekliyor Akkad’ı. Sponsor arayışları, birçok ülkenin kendilerini kabul etmeyişi ve filme karşı önyargı besleyen kitlenin çokluğu gibi birçok sorunu aşan Akkad, filmin çekimi esnasında da birçok ilginç hadise yaşıyor. Film setini aksatacak derecede yaşanan yoğun duygulardan bahseden Akkad, röportajlarında bu olaylardan bahsediyor:

“Benim için en zor olan şey, aslında oyuncu olmayan grupları yönlendirmeye çalışmaktı. Hz. Muhammed’e taş atma sahnesindeki oyuncuları zor buldum, hiç kimse kabul etmiyordu. Taşı atan oyuncular ile diğer oyuncular arasında büyük bir kavga çıktı ve günlerce konuşmadılar. ‘Sen nasıl Hz. Muhammed’e taş atarsın?’ diye. Örneğin Uhud Savaşı’nı çekerken ilginç bir şey yaşandı. Hz. Hamza’nın müşriklerle savaştığı sahnede onun etrafına bu insanlardan birkaç kişiyi yerleştirmiştim. Yapılması gereken savaşan birliklerin boş bir alan açması, Ebu Sufyan’ın karısı olan Hind’in kölesi Vahşi’nin de bu birliklerin arasından sıyrılıp elindeki mızrağı fırlatarak Hz. Hamza’yı öldürmesiydi. Her şeyi hazırladıktan sonra sahneyi çekmeye başladık. Vahşi Hz. Hamza’nın etrafında savaşanların çevresinde tur atıyor ancak mızrağı fırlatmak için bir türlü açıyı yakalayamıyordu. Çünkü Hz. Hamza’nın etrafındakiler hiçbir şekilde bir boşluk açmıyordu. Çekimi durdurup yanlarına gittim. ‘Neden komutlara uymuyorsunuz?’ dedim. ‘Biz arayı açarsak Vahşi Hz. Hamza’yı öldürür, buna müsaade edemeyiz!’ dediler. Ben ‘Kenara çekilin, bırakın oku atsın’ diye bağırıyordum. Hiç unutmam oyuncunun biri bağırdı: ‘Hamza’yı öldürmenize müsaade etmeyeceğim!’ hepimiz orda çok ağladık…

Filmden yıllar sonra tekrardan Vahşi’yi canlandıran aktör ile bir araya gelme fırsatı buldum. Bana çok kızgın olduğunu söyledi. Yıllar sonra ilk kez görüştüğüm birinden ilk olarak bunu duyunca biraz afallamıştım. Sebebini sorduğumda insanların filmde Hz. Hamza’yı öldürdüğü için sokakta ona saldırdığını, filmdeki olumsuz rolü yüzünden hiçbir film şirketinin onu işe almak istemediğini, bu yüzden bir süredir işsiz kaldığını öğrendim. Hemen tanıdıklarımdan bazı kişileri arayarak ona iş vermelerini söyledim.

Yine Uhud Savaşı’nı çekerken bir olay daha yaşandı. Senaryo şöyleydi: Peygamberimizin ordunun arkasını kollamak için tepeye yerleştirdiği okçuların mevzilerini terk etmesi sonucunda ordunun arkası sarılmış, Müslümanlar iki grubun arasında kalarak ele geçirdikleri üstünlüğü kaybetmişlerdi. O sırada Peygamberimiz de ricat (geri çekilme) emri vermiş, asker tepelere çıkarak geri çekilmişti. Buna göre savaşan birliklerin benim komutumla savaş alanından yukarı çıkmaları gerekiyordu. Sahneyi çekmeye başladık. Ben onlara ricat komutunu veriyordum, ancak hiçbir şekilde yerlerinden kıpırdamıyorlardı. Yaklaşık on kere tekrarlamama rağmen pozisyonlarında bir değişiklik olmadı. Yine sahneyi durdurarak yanlarına gittim ve neden dediklerimi yapmadıklarını sordum. Aldığım cevap hepimizi şaşırtmıştı: “Biz Müslümanız, mevzilerimizi terk edemeyiz!”

Çok zorlandığım diğer bir sahne ise Veda Hutbesi sahnesiydi. Peygamberimizin son hutbelerden biri olması ve “veda” niteliği taşıması hasebiyle hutbeyi dinleyenlerden ağlamaklı bir ifade bekliyordum. Ancak tabiatıyla istediğim ifadeyi bana veremediler. Ne yapacağımı düşünürken Fas’ın Marakeş şehrindeki ünlü Câmiu’l-Fenâ Meydanı’nda hikayeler anlatarak insanlara hitap eden bir adama. ‘Bu insanları ağlatabilir misin?’ dedim. Bana yapabileceğini söyledi. Adamla anlaştıktan sonra Veda Hutbesinde Peygamberimizi dinleyen sahabileri temsil edecekleri, sahne için bulunmaları gereken (temsili) Arafat Dağı’nda topladık ve onlara Mekke’den Şeyh Hasan el Mekkî’nin geldiğini haber verdik. Daha sonra adam sahneye çıktı ve bütün ayrıntısıyla Peygamberimiz’in son günlerini anlattı. Birkaç dakika geçtikten sonra orada topladığımız insanların hepsi ağlamaya başladılar. O sahneyi izleyenler, hutbeyi dinleyenlerin ağlamaklı yüz ifadelerini göreceklerdir. Bu ve bunun gibi durumlar eşliğinde meşakkatli de olsa filmi bitirmeyi başardık.”

Akkad, film gösterime girdikten sonra filmin isminin değiştirmesine sebep olacak derecede duygusal tepkiler almaya devam ediyor: “Bir sinema salonu ayarladık ve protesto eden insanların bir kısmını salonda toplayarak filmi izlettirdik. Filmin sonunda dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanları namaz kılarken gösterdiğim bir sahne vardı. Bu sahneye geldiğimizde seyirciler oturdukları yerlerden kalktılar ve perdenin önüne geçerek filmdekilerle birlikte onlar da namaza durdular. Hayatımda gördüğüm en duygusal sahnelerden biriydi. Öyle ki gözyaşlarıma engel olamadım. Film bittikten sonra dışarı çıktık. Yanıma filmi izleyen Müslümanlardan üç kişi geldi. Ağlıyorlardı. Neden ağladıklarını sorduğumda film broşürlerinin barların, içki satan dükkanların üstüne asıldığını, Peygamber Efendimiz’in ismini bu tür münasip olmayan mekânlarda görmeye tahammül edemediklerini, bu yüzden ‘Muhammed Rasulullah’ ismini değiştirmem gerektiğini söylediler. İlk başta bunun sorun olmayacağını anlatmaya çalıştım ancak ikna edemedim. Bu arada hâlâ ağlamaya devam ediyorlardı. Daha sonra kendimi iç muhasebeye çektim ve ‘Ben kimim ki insanların saf duygularına zarar veriyorum’ dedim. Benim yanıma gelen üçlü, gerçekten hislerinde samimiydiler. O andan sonra filmin ismini ‘Muhammed Rasulullah’tan ‘Er-Risale’ye çevirdim. (Böylece film, Türkçe’ye “Çağrı” ismiyle geçmiştir.)

 

*Akkad’ın farklı mecralarda yayınlanan Arapça röportajlarından çalışılmıştır. https://www.gzt.com/mecra/cagri-filmi-nasil-cekildi-mustafa-akkad-anlatiyor-3594004 sitesindeki çalışma derlenmiştir.