Tefsir

İSLAM KARDEŞLİĞİ VE HAYRA DAVET

Paylaş:

YAZAR: SEYİD KUTUP

 

Âl-i İmran Suresi: 103-104: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız sakın ayrılığa düşmeyiniz, Allah’ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız. Hani bir zamanlar düşman olduğunuz halde O, kalplerinizi uzlaştırdı da O’nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Hani siz bir ateş kuyusunun kenarındayken, O sizi oraya düşmekten kurtardı. Allah size ayetlerini işte böyle açık açık anlatır ki; doğru yolu bulasınız. Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmet olsun. İşte kurtuluşa erenler bunlardır.”

Kardeşlik için birinci temel kural, takva ve iman kuralıdır. Yani, başka düşünceler, başka hedefler veya çeşitli cahiliyye iplerinden birinin etrafında toplanmayıp sadece Allah’ın ipine yani kelâmına, metoduna ve dinine sarılmak esasına dayanmakla birleşmektir.

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz.”

Allah’ın ipine sarılmaktan kaynaklanan bu kardeşlik, yüce Allah’ın ilk müslüman cemaate bahşettiği bir nimettir. Yüce Allah, bu ihsanını sevdiği kullarına bahşetmiştir. İşte burada yüce Allah onlara bu nimetini hatırlatarak cahiliyye döneminde nasıl “düşman” olduklarını hatırlatıyor. Çünkü Medine’de, öncesinde birbirine düşman olan Evs ve Hazrec kabilelerinden bir tek düşman bile kalmamıştı. Bunlar Medine’de yaşayan iki Arap kabilesiydi. Aralarındaki düşmanlığı teşvik edip bu iki kabilenin bağını koparmak isteyen ve düşmanlık ateşini körükleyen Yahudiler de onlara komşuluk ediyordu. Bu yüzden Yahudiler, hiçbir zaman yapamadıkları ve hep onunla yaşadıkları özelliklerine uygun bir ortam bulmuşlardı. Ancak İslam’dan başka hiçbir gücün ve toptan sarıldıkları ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldukları Allah’ın ipinden başkasının bir araya getiremeyeceği bu kalpleri bir araya getirmek suretiyle yüce Allah, bu iki kabilenin kalplerinin arasını uzlaştırmıştı.

Tarihî kinlerin, kabileci arzuların, şahsî menfaatlerin ve ırkçı bayrakların yanında çok küçük kaldığı, Allah yolunda kardeşlikten başka hiçbir güç bu kalpleri bir araya getiremez. Ve ancak, büyük ve yüce Allah’ın sancağı altında saflar bir araya gelebilir.

“Allah’ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız. Hani bir zamanlar düşman olduğunuz halde O, kalplerinizi uzlaştırdı da O’nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz.”

Aynı şekilde O’nun ipine sarılmak (birinci temel esas) ve kalplerinin arasını uzlaştırmak (ikinci temel esas) suretiyle kardeş olmaları sayesinde, düşmek üzere oldukları ateşin kenarından onları kurtarmasından dolayı, yüce Allah üzerlerindeki nimetini hatırlatıyor.

“Hani siz bir ateş kuyusunun kenarında iken, O sizi oraya düşmekten kurtardı.”

Kur’an-ı Kerim duyguların ve bağların kaynağı olan “kalbe” dayanmakta, “aranızı uzlaştırdı” demeyip “kalplerinizi uzlaştırdı” demek suretiyle derin noktalara nüfuz etmektedir. Böylece kalpleri; Allah’ın misakı, ahdi ve eli altında görünümüyle tasvir ediyor. Ayrıca içinde bulundukları durumu resmederek canlı ve beraberinde kalpleri süsleyen hareket halindeki bir sahne şeklinde gözler önüne seriyor.

“Siz bir ateş kuyusunun kenarında iken…”

Ateşten bir uçurumun içine düşme hareketi meydana gelirken, kalpler Allah’ın elini görüp O’na tutunarak kurtuluyorlar, uzanıp Allah’ın ipine sarılıyorlar. Tehlike ve dehşetten sonra kurtuluş manzarası...

“Allah size ayetlerini işte böyle açık açık anlattı ki doğru yolu bulasınız.”

Ayet-i kerime; surenin akışı içinde kendisinden önce ve sonra gelen ayetlerle beraber müslüman safları parçalamak ve her aracı kullanarak aralarına fitne ve ayrılığı yerleştirmek için Yahudilerden kaynaklanan bir çabanın varlığını belirtiliyor. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim sürekli olarak Müslümanları ehl-i kitaba itaat etmekten, onların hile ve desiselerine kulak vermekten ve onlar gibi ayrılığa düşüp parçalanmaktan sakındırıyor. Bu sakındırmalar, Medine’deki müslüman cemaatin karşılaştığı Yahudi tuzaklarının şiddetine ve sürekli ayrılık, şüphe ve kargaşa tohumları saçtıklarına işaret etmektedir. Ve bu, Yahudilerin her zamanki uğraşılarıdır. Bugün, yarın, her zaman ve mekânda müslüman saflar arasında aynı işlevini sürdüreceklerdir.

Müslümanların Görevi

Bu iki temel esasa (iman ve kardeşliğe) dayanan ve onlarla ayakta kalan, Allah’ın metodunun yeryüzünde ikamesi, hakkın batıla, iyiliğin kötülüğe ve hayrın şerre galip gelmesi için Allah’ın metoduna uygun olarak, O’nun gözetimi altında ve O’nun elleriyle meydana gelen müslüman cemaatin görevi ise aşağıdaki ayette belirtiliyor:

“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmet bulunsun.”

Evet, (bu kardeşliğin oluşması ve toplumda hakkın batıla üstün gelmesi için) hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir cemaatin bulunması kaçınılmazdır. Bizzat Kur’an ayetinin ifadesiyle yeryüzünde, hayra çağıran iyiliği emreden kötülüğü nehyeden bir otoritenin bulunması da kaçınılmazdır. Çünkü ayette hayra davet olayı söz konusu edildiği gibi iyiliği emir ve kötülüğü nehyetmek de söz konusu edilmiştir. Bilindiği gibi davet, otorite olmadan da yerine getirilebildiği halde emir ve nehiy ancak bir otorite (bir güç) ile mümkündür.

İslam’ın bu sorunla ilgili düşüncesi budur. Birliklerini bir araya getirip, Allah’ın ipi ve kardeşlik bağlarıyla mü’minleri birbirine bağlayan bir otorite... Hayra “davet” ve şerden “nehiy” üzerine kurulu bir otorite... İnsan hayatında Allah’ın metodunun gerçekleşmesi için birbirinden ayrılmayan bu iki esas üzerine kurulu bir otorite... Evet, yeryüzünde Allah’ın hayat için indirdiği metodunun gerçekleşmesi ve insanlar tarafından bilinmesi; hayra daveti ve iyiliği emredip, kötülüğü nehyeden ve kendisine itaat edilen bir otoriteyi gerektirir.

Yüce Allah buyuruyor ki: “Biz Rasulleri ancak Allah’ın izniyle itaat edilsin diye gönderdik.”1 Allah’ın yeryüzündeki metodu vaaz, irşad ve açıklamalardan ibaret değildir. Bu meselenin sadece bir yönü. Diğer yönü ise, insan hayatında iyiliği gerçekleştirip kötülüğü yok edecek, toplumun iyi âdetlerini; hevasına, şehvetine ve menfaatine uyan kişilerin oyuncağı olmaktan koruyacak, her önüne gelenin kendi görüş ve düşüncesini hayır, iyi ve doğru zannetmemesi için bu iyi âdetleri koruyacak “emir” ve “nehiy” yetkisine sahip bir otoritenin kurulmasıdır.

Bu açıdan baktığımızda, tabiatı gereği bazı insanların şehvetleri ve ihtirasları, bazılarının maslahat ve çıkarları, bazılarının gurur ve kibirleriyle çarpışacağından hayra davet etmenin, iyiliği emredip kötülüğü nehyetmenin o kadar kolay ve rahat olmayacağını görürüz. Çünkü insanlar arasında zorba diktatörler, baskıcı egemenler, yükselmekten hoşlanmayan alçaklar, sıkıntıya gelemeyen zenginler, ciddiyetten uzak laubaliler, adaleti sevmeyen zalimler, doğruluktan hoşlanmayan sapıklar ve iyiliği reddedip kötülükten hoşlanan insanlar her zaman bulunur. Bu yüzden, “hayır” galip gelip; iyilik, iyilik olarak ve kötülükte kötülük olarak bilinmedikçe millet kurtulamayacağı gibi insanlık da kurtulamaz. İşte bütün bunlar için iyiliği emredip, kötülükten nehyeden ve kendisine itaat edilen bir otoritenin varlığı gerekmektedir.

Bu sebepten Allah’a inanan ve Allah için kardeşlik desteğine dayanan, yüklendiği göreve iman ve Allah’tan korkma kuvvetiyle, sonra sevgi ve dostluk güçleriyle göğüs geren bir cemaatin bulunması elbette zorunludur. Yüce Allah bu görevi yerine getirenler için; “İşte onlar kurtuluşa erenlerdir” buyurarak müjdelemektedir.2

 

1-Nisa, 64

2-Fî- Zilal’il Kur’an