Mazlum Ümmetin Çığlıkları

İslam’a Kapılarını Açan İlk Topraklar: ERİTRE

Paylaş:

Eritre, Mekke’den sonra, Medine’den önce yeryüzünde İslam’ın girdiği ilk bölgedir. Mekke’de baskıların artmasıyla sahabeye kapılarını ve gönüllerini açan, Habeşistan hicretinde ayak basılan ilk topraklar şu anki sınırlarıyla Eritre topraklarındadır. Sahabeler Habeşistan’a yani Eritre’ye şimdiki adı Masavva olan Badi kenti limanından ulaşmıştır. Risalet, ana merkezi olan Mekke’de dahi henüz destek ve kabul görmeden evvel Eritre’de İslam nuru, geri dönmeyip bölgeye yayılan (şu an Etiyopya sınırları içerisinde bulunan Aksum kenti ve Negaş bölgelerine yerleştikleri rivayet edilir) sahabiler vesilesiyle yükselmeye başlamıştır. Nitekim o topraklarda bi’setin beşinci yılında sahabiler eliyle inşa edilen ve mihrabı ilk kıble Mescid-i Aksa’ya bakan ilk mescit de bulunmaktadır. Ne var ki; sahabeye ilk olarak ensarlık yapan bu memleketin halinden günümüz Müslümanlarının geneli habersizdir. İşte bu sayımızda Afrika kıtasının Kızıl Deniz ile bağlantısını sağlayan ve bu konumundan dolayı sürekli iç karışıklığa itilen Eritre ve orada yaşayan Müslüman kardeşlerimizin durumunu anlamaya çalışacağız.

Yaklaşık üç asır Osmanlı yönetiminde kaldıktan sonra 1885 yılında İtalya tarafından işgal edilen Eritre, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bir müddet İngilizlerin kontrolü altında kaldı. 1952’de Birleşmiş Milletler kararı ile Etiyopya ile birleşik federe bir devlet haline geldi. Müslüman halk tarafından kabul görmeyen bu durum aslında Hristiyan Eritrelilerin isteğiyle gerçekleşmiş ve doğal olarak Müslümanların ayaklanmaları ile neticelenmişti. 1962’de Etiyopya’daki iç karışıklıkları bahane eden İmparator’un (Haile Selassie) Eritre’yi Etiyopya topraklarına katmasıyla Müslümanlara karşı büyük bir baskı politikası da başlatılmış oluyordu. Bu süreçte, zalim Etiyopya rejimine karşı haklı bir mücadele ortaya koyan pek çok Müslüman katledildi. Etiyopya’nın şiddet ve terör uygulamaları ile 1967’den 70’lerin başına dek yüz binlerce Eritreli kadın, çocuk, yaşlı yurtlarını terk etmek zorunda bırakılarak yokluğa, ölüme mahkûm edildi.

Etiyopya daha sonraki yıllarda Marksist görüşe sahip yönetimlerce idare edildi ve Müslümanlar üzerindeki baskı ve zulümler artarak devam etti. Bu süreçte 10 bin cami yıkıldı ve 500 bin Müslüman Sudan’a sığınmak zorunda kaldı. 30 yıllık bir mücadelenin sonunda, 1993 yılında yapılan halk oylamasıyla Eritre bağımsızlığına kavuştu. Etiyopya diktasına karşı mücadelede etkin olan Müslümanlar, bağımsızlık sonucunda yine istediklerini elde edemedi ve Batı destekli, çoğunluğunu Hristiyanların oluşturduğu bir yönetim oluştu.

MÜSLÜMANLARA YAPILAN ZULÜM ARTARAK DEVAM EDİYOR

Yeni yönetim (28 yıldır iktidarda olan diktatör Isaias Afewerki) tüm ülke çapında Müslümanlara karşı terör estirmeye başladı. Yargısız infazlar, sorgusuz sualsiz gerçekleştirilen idamlar birbirini izledi. İslami okullar kapatıldı, camiler yıkıldı, Arapça resmi dil olmaktan çıkarıldı, yine yüz binlerce insan evini terk edip komşu ülke Sudan’a sığındı.

Bugün birçok İslam coğrafyasında olduğu gibi Eritre’de de zulüm şiddetlenerek devam ediyor. Müslümanların hiçbir gerekçe gösterilmeden gözaltına alınıp tutuklanmaları, adaletsiz mahkemelerde yargılanıp idamla cezalandırılmaları ve kendilerine yönelik yargısız infazlar yapılması artık sıradanlaşmış durumda. Ülkede her türlü muhalefetin yasak olması nedeniyle Müslümanların düşüncelerini özgürce dile getirememeleri, ibadet etme özgürlüklerinin kısıtlanması, Müslüman nüfusun azaltılmaya çalışılması (ki resmi rakamlarda Müslümanların oranı her geçen yıl yüzde 50’den aşağıya doğru düşüyor) gibi baskı, şiddet ve sindirme politikaları tüm hızıyla devam ediyor.

DİKTATÖRLÜK HAK- HUKUK TANIMAZ

İnsan Hakları Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşların raporlarına göre cezaevlerindeki yaşam koşulları ve insanlık dışı uygulamalar içler acısı bir durumda. Aslında gerçekte olanlar ise bilinenlerden çok daha kötü. Eritre zindanlarına atılanlar, yıllarca burada tutuluyor ve kesinlikle mahkeme edilmiyorlar. Ne aileleriyle görüştürülüyorlar ne de basının onların bulunduğu yerleri görüntülemesine izin veriyorlar. Basın zaten oralara yaklaştırılmıyor bile. Cezaevlerinde tutulan esirler, askeri üslerde, yer altı zindanlarında veya kavurucu sıcağın altındaki demirden yapılmış konteynerlerde tutuluyor. Öyle ki cezaevinde her an ölmek, sıradan ve yaygın bir hal almış durumda. Eritre’deki hapishane sayısı, okul ve hastane sayısından fazla. Çoğunluğunun gizli olmasından kaynaklı (bazı adalarda da cezaevleri olduğu söyleniyor) hiç kimse sayısını tam olarak bilmiyor. Tutuklu ve kaybedilenlerin sayısı 20 binden fazla. Çeyrek asrı aşkın bir süredir kendilerinden haber alınamayan tutuklular(!) var. Bunlar içerisinde davetçiler, âlimler, öğretmenler ve fikir adamları bulunuyor. Tarifi imkânsız hukuksuzluk ve haksızlıklara maruz kalan bu kimseler mahkemelere bile çıkarılmıyorlar. Ancak işkence sonucu ölenlerin cenazeleri o zindanlardan çıkabiliyor.

DİKTA REJİMİNDEN KAÇIŞLAR DEVAM EDİYOR

Demir Yumruk Afewerki’nin katı rejimi dünyada Kuzey Kore’den sonra en kapalı baskı rejimi olarak kabul ediliyor. Öyle ki uluslararası basına da sık sık yansıyan Eritre Milli Futbol Takımının gittiği ülkelere yaptığı sığınma talebi, ülkenin ne denli yaşanılmaz bir hal aldığını da göstermiş oluyor.

Doğu Sudan'da ölümcül yoksulluğu, hastalıkları yaşayan yaklaşık bir milyon Eritreli mülteci var. Bütün bunlar, Afewerki’nin cehenneminden ne pahasına olursa olsun bilinmeyene doğru kaçmanın bedeli. Baskı sadece Müslümanlara yapılmıyor; başta Müslümanlar olmak üzere halk, kendilerine uygulanan baskı, taciz, hapishaneler, gözaltı merkezleri ve suikastlardan kaçıyor. Gençler zamanı belli olmayan zorunlu askerlik ve sözde vatani görevden kaçıyorlar. Bundan dolayı Eritre halkının yarısı şu an kendi ülkesinin dışında yaşıyor. Ülkede camiler kapatılıyor. Kiliseler açtırılıyor ve halk Hristiyanlaştırılmaya çalışılıyor.

HER ŞEYE RAĞMEN…

Bir yandan hallerine bakınca diktatörlüğün ne demek olduğunu daha iyi anlayabildiğimiz ve neden kendi ülkelerimizde de zulümlere, haksız-hukuksuz uygulamalara mani olmamız gerektiğini anlamamızın yanında; ülkelerini terk etmek zorunda bırakılmış muhacir sahabeye kucak açan topraklarda yaşayan Eritreli Müslümanların, şu an kendi ülkelerinde aynı duruma maruz kalmaları içimizi burkuyor elbet… Ancak tüm bu baskı ve işkencelere, yok etme, Hristiyanlaştırma politikalarına rağmen yüreğimize su serpen şey;  bazı önemli davetçi aileler ve âlimlerin etrafında şekillenen İslami davet çalışmaları vesilesiyle Müslümanların dinlerini yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyor olmalarıdır.

Şu bir gerçektir ki: Allah Azze ve Celle, Müslümanlara musibeti uyanmaları ve yüzlerini yeniden İslam’a dönmeleri için gönderir çoğunlukla. O halde biz Müslümanlara düşen şu anda bu sayfaları okuyup sadece üzülmek değil, içimizde hissettiğimiz ümmetin acısının bir an önce dinmesi için birlik olup toplumu uyandırmak ve yönümüzü Allah’a döndürmeye davet etmektir. İşte o zaman kesin kurtuluşa ve zafere götüren نَصْرٌ مِّنَ اللَّهِ وَفَتْحٌ  قَرِيبٌ “Allah’tan yardım ve yakın bir fetih”1 gerçekleşecektir…

 

  1. Saf, 13