Kavramlar

İslami Literatürde Kavramlar -4

Paylaş:

Misak.

Sözlükte “güvenmek, itimat etmek” manasındaki “sika” (vüsûk) veya “sağlam ve muhkem olmak” anlamına gelen “vesâka” kökünden türemiş bir isim olan “misak”, kuvvetli ahit ve antlaşma demektir. Dinî metinlerde “Allah ile peygamberler ve kullar arasında gerçekleşen antlaşma” anlamında kullanılmaktadır. Gerek kişi ve kabileler gerekse hükümdar ile tebaası arasında cereyan ettiği şekliyle siyasî manada sözleşme eski Mezopotamya kültürlerinde sıkça rastlanan bir uygulamadır. Ancak tarafları Tanrı ve insanlar olan ahitleşme inancının eski İsrail dinine has bir kavram olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir. İnsanlar ve tanrılar arasında ahitleşme fikri, özellikle adağa dayalı törenler bağlamında yakın doğu dışındaki kültürlerde de bulunmaktadır. Tevrat’ta ahit veya misak karşılığında İbranice “berit” dışında “edut” ve “alah” kelimeleri de kullanılmaktadır. Kur’an’da “ahit” ve “misak” kelimeleri genellikle birbirinin yerine geçecek şekilde kullanılmakla birlikte “ahit” geniş manada her türlü dinî, siyasî ve sivil anlaşmayı ifade etmekte, “misak” ise daha ziyade dinî mahiyette ve bir nevi kayda bağlanmış veya pekiştirilmiş sözleşmeye işaret etmektedir. Bazı müfessirlere göre “ahit” kelimesiyle Allah’ın kullarını sorumlu tuttuğu bütün emir ve nehiyler, “misak” ile de bunları tekit eden deliller kastedilmektedir.

Şuubiye.

Sözlükte “topluluk, cemaat, halk ve millet” anlamına gelen “şa’bın” çoğulu “şuûbdan” türeyen “şuûbiyye” terim olarak İslam’ı kabul eden Fars, Türk ve Berberî gibi milletlerin Araplardan üstün olduğunu savunan milliyetçilik akımını ifade eder. Bu düşünceyi benimseyenlere “şuûbî” denilir. Kur’an-ı Kerim’de “şuûb” kelimesi “milletler” (kavimler) karşılığında kullanılmakta, bütün insanlığın tek bir insanlık ailesinden geldiği, milletler arasında bir üstünlük farkının bulunmadığı ve Allah katında üstünlüğün takvaya bağlı olduğu bildirilmektedir. Hz. Peygamber hem fiili uygulamalarıyla hem de Veda Hutbesi’nde Arapların Arap olmayanlara, Arap olmayanların Araplara hiçbir üstünlüğünün bulunmadığını ilan etmek suretiyle Cahiliye Araplarındaki ırki üstünlük düşüncesinin izlerini silmek için büyük gayret göstermiştir.

 

Biat.

Türkçe’de “biat” şeklinde kullanılan kelimenin Arapça aslı “bey’at”tır. Bey’at “satmak; satın almak” manasındaki bey’ mastarına bağlı olarak “yöneticilik tevdi etmek, birinin yöneticiliğini benimsemek” anlamında kullanılmıştır. Sosyo-politik bir akit olarak ise devlet başkanını seçme, belirleme ve İslam hukuku çerçevesinde ona bağlılık gösterme anlamına gelmektedir. Genellikle Araplar yaptıkları ticarî anlaşmaları teyit amacıyla el sıkışmayı âdet hâline getirdiklerinden idare edenle edilen arasında bir nevi anlaşma niteliği taşıyan devlet başkanı seçimini de el sıkışma suretiyle belirlemişler ve aradaki benzerlikten dolayı buna da “bey’at” demişlerdir. Adeta devlet başkanını belirleme akdinin taraflarından biri (halk) yönetilme hakkını öbürüne devretmek, diğeri de (devlet başkanı) hukuka riayet etmek suretiyle bunun karşılığını ödemek üzere anlaşmışlardır. Hz. Peygamber döneminde daha çok dinî hükümlere bağlı kalmak ve Rasulullah’a itaat etmek anlamında kullanılan “biat”, Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesinden itibaren sonraki kullanışlarına esas olacak siyasî bir mahiyet kazanmış, bir devlet başkanını seçme yahut seçilmiş veya bu makama herhangi bir yolla gelmiş devlet başkanına bağlılık sunma anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Gerek dört halife döneminde görülen, gerekse sonraki dönemlerde ortaya çıkan uygulamalar bu kurumun teorik esaslarının belirlenmesinde önemli rol oynamıştır.

Hicret.

Sözlükte “terk etmek, ayrılmak, ilgisini kesmek” anlamına gelen “hecr” (hicran) mastarından isim olan “hicret”, “kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisanen veya kalben ayrılıp uzaklaşması” demektir; ancak kelime daha çok “bir yerin terkedilerek başka bir yere göç edilmesi” anlamında kullanılır. Terim olarak genelde gayrimüslim ülkeden (dar-ül harp) İslam ülkesine göç etmeyi, özelde ise Hz. Peygamber’in ve Mekkeli Müslümanların Medine’ye göçünü ifade eder. Medine’ye göç eden Müslümanlara “Muhacir”, Rasulullah’a ve Muhacirlere yardım eden Medineli Müslümanlara da “Ensar” unvanı verilmiştir.

Ümmet.

Sözlükte “yönelmek, kastetmek; öne geçmek, imam olmak” manalarındaki “emm” kökünden türeyen “ümmet” kelimesi “kendilerine peygamber gönderilmiş topluluk, kavim, her kabileden bir grup insan, her canlı cinsi, bütün iyilikleri şahsında toplamış kişi veya kendisine uyulan önder” gibi anlamlara gelir. Râgıb el-İsfahânî ümmeti “aynı dine inanma, aynı zamanda yaşama veya aynı mekânda bulunma gibi önemli bir unsurda toplanan gruplar” diye açıklamıştır. Bazı şarkiyatçılar kelimenin aslının İbranice, Aramice veya Akkadca olabileceğini ileri sürmüşlerse de bu iddia temelsiz bulunmuştur. Kur’an-ı Kerim’de 64 yerde geçen ümmet kelimesi yukarıda sözü edilen anlamlarda kullanılmıştır. Bu bağlamda insan topluluklarının yanı sıra hayvan ve cin topluluklarına, benzer inanç ve hayat tarzına sahip insan gruplarına da ümmet denilmiştir. İslam âlimleri ümmeti iki manada kullanmıştır. Birinci anlamda, son peygamberin gelişi ve İslamiyet’in doğup Arabistan Yarımadası’nın dışında duyulmasından itibaren bundan haberdar olan bütün insanları ifade eder. Bu insan kitlelerine “ümmet-i davet, ümmet-i belâğ” denilmiştir. İslam’ın sesini duymayan insanlar ise fetret ehlinden sayıldığından özel hükümlere tabidir. Âlimlerin ümmet kelimesine verdiği ikinci anlam, “Hz. Muhammed’e iman edip tabi olan kitleler” (Ümmet-i Muhammed) şeklindedir ve kelimenin yaygın kullanılışı da bu yöndedir; bu kitlelere de “ümmet-i icabet” denilmiştir. Kur’an’da yer alan “mutedil ümmet” ve “en hayırlı ümmet” ifadeleri, ayrıca çok sayıdaki hadis rivayetinde tekrarlanan ümmet kelimesi Muhammed ümmetini belirtmektedir.

Ülfet.

Sözlükte “alışmak, birleşip kaynaşmak, sevmek” anlamındaki ilf (elf) kökünden türeyen ülfet insanların birbirine ilgi ve sevgi duymasını, destek olmasını sağlayan, toplumsal uyum, birlik ve beraberliği güçlendiren kaynaşma ve birlikte yaşama eğilimini ifade eder. Aynı yahut yakın manalarda i’tilâf/teâlüf (uzlaşma), üns/müânese (kaynaşma), ihtilât (birlikte yaşama), muâşere, sıla/tevâsul, mücâlese (bir arada bulunma); bunların karşıtı olarak da teferruk (ayrışma), teferrüd (tek başına yaşama), ihtilâf, tekatu‘ (birbirinden kopma), tedâbür (birbirine sırt çevirme), tebâyün (zıtlaşma) ve hicret gibi kavramlar kullanılır. Tasavvuf kitaplarında kişinin insanlar arasına karışması daha çok ihtilât, yalnız yaşaması uzlet terimleriyle, salikin kalbinin Allah’la birlikteliği ve sırf O’nunla meşgul olması üns, Allah’tan uzak kalması vahşet kelimeleriyle anlatılır. İslam ahlâk düşünürleri arasında sosyal ahlâka büyük önem verdiği bilinen Maverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn adlı eserinde geniş bir şekilde incelediği ülfeti huzur ve mutluluğa ulaşmanın başlıca şartlarından biri olarak görür. Ülfet insanlar arasında duygu bağını sağlayan bir motiftir. Zira insanların ilkel tabiatları başkalarına eziyet etmeye meyillidir. Fertler arasında ülfet bağı kurulmazsa düşmanlık ve kıskançlık duyguları hayatı çekilmez duruma getirir.

 

* islamansiklopedisi.org.tr/’den yararlanılmıştır.