Tefsir

Kâfirlere İtaat Etme

Paylaş:

“Kâfirlere ve münafıklara itaat etme, eziyetlerine aldırma. Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.”1

Tarih boyunca yoldan çıkan toplumlara peygamber gönderen Allah Azze ve Celle son peygamber olarak Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’i göndermiştir. İnsanlığa yol gösteren Allah Azze ve Celle, peygamberi Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e ve onun tâbilerine İslam’ı yeryüzünde hâkim kılmak için gayret gösterirken karşılaşacakları güçlüklerde nasıl bir yol izleyip, nasıl bir tavır takınmaları gerektiğini de öğretmiştir.

İşte bu ayeti kerime böyle bir içeriğe sahiptir. Tarih boyunca, egemen güçler hakkın önünde her zaman engel olarak durmuştur. İnananları dinden döndürmek, inanmaya meyilli olanları yoldan çevirmek ve dinin akidesini bozmak için plânlar yapmışlardır. Onlara gösterilmesi gereken tavır “itaat etme” emriyle net olarak ortaya konulmakla beraber, Kur’an-ı Kerim bu meseleyi peygamberler ve kavimleri ile olan mücadelelerinde örneklendirmeli olarak sürekli işlemektedir. Hz. İbrahim Aleyhisselam Nemrut’a, Hz. Musa Firavun’a, Hz. Nuh ise kavmine itaat etmemiştir. Bu tarihin seyri içerisinde değişmeyen bir tabloydu çünkü insan yeryüzüne mücadele etmek üzere imtihan için gönderilmiştir. Bu vazife ve mücadelede hak safının liderleri daima peygamberler olmuştur. Onun için Rabbimiz: “İşte böyle! Biz her peygambere mücrimlerden bir düşman kıldık”2 buyurmak sureti ile son dinin tâbilerine de değişmeyen bir sünnetullah olarak düşmanlar kılınacağını ifade etmiştir. Hz. Muhammed ve onun tabileri de tarihteki Rabbaniler nasıl bir tavır göstermiş ise onu göstermeliydiler. İşte ele alacağımız ayetler bu tavrı ortaya koymaktadır.

Ahzab Suresi Medine’ de inmiş olması sebebiyle akla şöyle bir düşünce gelebilir. Müslümanlar Medine’de bir güç olmuşlardı ve kâfire itaat etmeyebilirlerdi. Ama bu ifadeler Mekkî surelerde de mevcuttur. İlk inen surelerden Kalem Suresi’nde Rabbimiz: “Yalanlayanlara itaat etme”3 buyurmuş, yine Furkan Suresi’nde: “Kâfirlere itaat etme ve onlarla büyük bir cihad ile (Kur’an ile) cihad et”4 buyrulmuştur.

Allah Azze ve Celle dininin Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem tarafından beşerî sistemlerin tesirinden kurtulmuş bir şekilde en saf hali ile net olarak ortaya konulmasını istiyordu. Bu ayetlerdeki emirlerin uygulayıcısı bir ümmet olacaktı. Bunu numune olarak uygulayacak olan Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in de ne bâtıldan bir damla ona karışmış ne de o bâtıla yaklaşmış bir vaziyette olmadan hakkı tam bir şekilde uygulaması gerekiyordu ki; bu yükselmenin en kestirme yoluydu. Bu yol dikenli idi, çileli idi, zorlu idi ama hedefe ulaştırıcı, bozulmalara karşı koruyucu idi. Her şeyden önemlisi emir böyleydi.            

“Kâfirlere ve münafıklara itaat etme” buyrulmak sureti ile bu dinin tâbilerine ‘Siz âlemlerin Rabbinin emrini uyguluyorsunuz, bu sebeple beşerin ortaya koymuş olduğu her türlü öğretiden yüce bir inanca sahipsiniz. Siz kâfire itaat edemezsiniz’ denilmiş oluyordu. Daha iman edenler bir avuç iken üstünlüğün imanda olduğu inancıyla yetiştirilmekte idi.

Mesele hak ile bâtıl meselesidir. Hakkın taraftarlarının bâtıl ehline itaat etmesi mümkün değildir. Yine Rabbimiz: “Allah katında tek din İslam’dır”5 buyurmak sureti ile mü’minin, kâfirin inancını doğru görmesi veya üstünlüğünü kabul etmesinin mümkün olamayacağını bildiriyordu.

“Müslümanların küfre karşı duruşu nasıl olacak ve kâfire tavrı ne olacak?” soruları karışık bir mesele olarak karşımızda durmaktadır. Çünkü renklerini net olarak ortaya koyamayanlar, küfrün renklerinden de bir parçayı üzerlerinde bulunduranlar kâfire itaat etmekten de kendilerini alamamaktadırlar. Biz bir ümmetiz. Bu ümmetin sınırları ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenlerin yaşadığı her toprak parçasıdır. Yeryüzünde hangi coğrafyaya baksak akıtılan kan bizim kanımızdır! Hor görülen, sömürülen, memleketinden sürülen hep biziz! Bedenleri parçalanan bizim evlatlarımız! Kutsallara saygıyı bir kenara bırakın, kutsalları çiğnenen yine biziz! Hal bu iken bu ayete kulak verme zorunluluğu mevcuttur. Bugün rengimize bâtılı karıştırmadan medeniyetimizi özümseyerek “Kâfire itaat etme” ayetinin hükmünce tavrımızı ortaya koymamız gerekmektedir.

Onlar Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in yumuşamasını istiyorlardı. Rabbimiz onlara cevap verdi: “Onlar istediler ki sen yumuşaklık gösteresin. Onlar da sana yumuşaklık göstereceklerdi.”6 Ama Rasulullah yumuşamıyor, akidenin gerektirdiği Tevhidî duruşunu bozmuyordu. Orta yolda buluşmayı teklif ettiler, Rasulullah reddedince eziyetler başladı. Dava erlerini ılımlılaştıramayanlar, onlara eziyet etmek sureti ile davalarından döndürmek ya da sindirmek istediler ama Rabbimiz onların yıpratma, döndürme, ılımlılaştırma politikalarına karşılık: “Onların eziyetlerine aldırma” buyurarak mücadeleyi emretti. Davanın karakterinde bu vardır. İslam’ın talebeleri bu dava için çektiklerini önemli görmemek gibi yüce bir makama yükselmelidirler. Tıpkı Musa Aleyhisselam’a iman eden sihirbazların durumu gibi. Firavun onlara: “Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve hepinizi darağaçlarında sallandıracağım” dediğinde onlar: “Zararı yok” dediler. Çünkü biz Rabbimize döneceğiz.”7 Ayetlerdeki ‘aldırma’ ifadesi görmezlikten gel manasında değildir. Sen davanı yeryüzüne yayma gayesi üzerinde odaklan, kâfirin cürümleri ile meşgul olurken kendi aslî vazifeni unutma manasındadır.

Ayeti kerimenin ifade ettiği eziyetlere aldırmamayı gerekli kılan süreç, yükselen İslam’ın habercisidir. Eziyet gören ve aldırmayan, savaşa giren, ölmeyi isteyen ama dönmeyi düşünmeyen, dini için canını feda edecek kadar teslimiyet gösterenlere müjdeler yetişir. Bir din, dünyanın her tarafında bağlılarının kendilerini feda edecek imana sahip insanlar yetiştirmişse bu dinin yükselişini kimse durduramayacaktır. Rabbimiz bu zor şartlarda iman eden mü’minlere müjde veriyor: “Gevşemeyin, üzülmeyin eğer inanıyorsanız siz üstün geleceksiniz.”8 Bâtıl davalar, insanların desteği ile yola çıkarlar. Onlar için gücün ölçüsü; sayısal üstünlük ya da siyasî destektir. Bu güçle kendilerinin yazdığı insan haklarını dahi çiğneyerek hayali nükleer başlıklar ve hayali küresel korkular için memleket yıkar ve milyonları öldürürler. Onlar desteğini insanlardan almaktadır. İlkeli Müslüman ile kâfir arasındaki fark açıktır. Müslüman fitneyi kaldırmakla görevlidir. Bu zor vazifede ilahî düstur imdada yetişiyor. “Allah’a tevekkül et.” ‘Sen Rabbine güven ve 0’na dayan, yardımı yalnız O’ndan bekle ve O’na sarıl. İtaat etme ve eziyetlere aldırma’ emirlerinden sonra gelen bu net emir, kalpleri ilahî huzur ile yatıştırıyor. Allah’a güven ile sakinleştiriyor.

Allah’a tevekkülü tam olmayanların karşılaşmış oldukları güçlüklerde hemen dönmeyi düşünmeleri, ufak problemleri büyütmeleri de bir hakikattir.

İşlediğimiz ayet, aklı bir kenara koyarak vahye tâbi olmayı gerekli kılan bir içeriğe sahiptir. Çünkü insan aklı, kâfirin güçlü olduğu zamanlarda onunla uzlaşmayı doğru görebilir ya da çağın baskısı bunu gerekliymiş gibi gösterebilir. Biz vahye göre hareket etmekle görevliyiz. Allah Azze ve Celle bize kâfir ve münafığa itaat etmemeyi, eziyetlere aldırmamayı ve sadece kendisine tevekkül etmemizi emrediyor. Bir kul olarak bize düşen de budur.

  1. Ahzab, 4
  2. Furkan, 31
  3. Kalem 8
  4. Furkan, 52
  5. Al-i İmran, 19
  6. Kalem, 9
  7. Şuara, 49-50
  8. Al-i İmran, 139