Makale

KUR’AN’A GÖRE MÜSLÜMAN MODELİ-2

Paylaş:

İnsanı en güzel surette yaratan ve yarattıklarını başıboş bırakmayan Allah Azze ve Celle, kullarından hangi surette razı olacağını, nasıl bir kimliğe sahip olmaları gerektiğini defaatle bildirmiştir. Öncü bir şahsiyet olarak toplumuna ve ardından gelecek nesillere örnek olabilmenin yolu şüphesiz Rabbimizin emrettiği ve nehyettiği kurallara uymakla mümkündür.

Allah’a karşı görev ve sorumluluklarını bilmeyen bir kulun, diğer sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmesi düşünülemez. Bu yüzden bir önceki sayımızda öncelikli olarak bu konu ile başlamıştık ve konuya kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Müslümanı örnek bir şahsiyet kılan değerlerden bir kısmı şöyledir:

Hedefi Sadece Allah Rızasıdır

Allah’a kullukta ve yapılan tüm amellerde ihlas, olmazsa olmaz şartlardandır. Bu ise Allah namına yapılan hizmetlerin hiçbir şeye âlet edilmeden, sırf Allah rızası için yapılması demektir.

Madem ki insan yeryüzünde Allah’ın halifesi, o halde tüm amellerini sadece Allah Azze ve Celle için işlemeli, Allah için başlamalı, Allah için sevmeli, Allah için nefret duymalı, O’nun izni dairesinde varlığına devam etmelidir. Dolayısıyla insan, ne başarılarıyla gururlanacak, ne yenilgileriyle ümitsizliğe düşecek, ne kabiliyetleriyle övünecek; her şeyi O’ndan bilecek ve yeniden bir kere daha Rabbine yönelerek O’na bağlılığını beyan edecektir.

Halis Müslüman’ın tek bir endişesi vardır; Rabbini memnun etmek. Bu yüzden attığı her adımında, her kelamında, her amelinde ve hizmetinde insanların beğenisini değil, Rabbinin beğenisini ve rızasını gözetir. Yine insanlardan gelecek tehlikeden değil, Rabbinden gelecek azaptan dolayı korku duyar.

“İnsanlar kızsa dahi Allah’ın rızasını arayan kimseyi Allah, insanların şerrinden korur. İnsanların rızasını Allah’ın gazabıyla arayan kimseyi de Allah insanlara terk eder.”1

İbadetlere Düşkündür

İbadet; “Allah’a kulluk etmek, O’na itaat etmek, O’nun huzurunda her türlü inkâr ve isyandan uzaklaşıp O’na boyun eğmektir.” İbadet, kulun kendisini yaratana karşı saygı ve tazimidir. Kula yaratıcısı tarafından yüklenilmiş aslî bir görevdir.

İbadet; sadece, namaz, oruç, hac, zekât gibi İslam’ın temel emirlerinden ibaret değildir. Özel anlamıyla bunlar akla gelebilir, fakat daha geniş manasıyla ibadet mü’minin bütün hayatını İslam’a uygun hale getirme gayreti ve çabasıdır.  Buna göre ibadet, Allah’a karşı gösterilen saygı ve hürmetin yanında, Allah’ın hoşnut ve razı olduğu bütün fiil ve davranışları da kapsamına alır. İbadet, Allah’ı anmak ve kendini O’nun huzurunda görerek bu sayede dünyevî arzu ve ihtirasların şiddetini kırmaktır.

İbadetlerin ifasında devamlılık ve süreklilik asıldır. Bunun için Rabbimiz Teala insanın ölünceye kadar sadece kendisine  kulluk etmesini ister.2 Bu konuda Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e hangi ibadetin Allah katında daha hayırlı olduğu sorulduğunda, Efendimiz şöyle cevap vermiştir: “Gücünüz yettiğince ibadet edin. Allah katında amellerin en makbulü az da olsa devam üzere yapılanıdır.”3

Her An Tevbe ve İstiğfar Halindedir

“Kim ki tevbe etmez, işte böyleleri zalimdir.“4

Tevbe; “kötülükten pişmanlık duymak, bir daha yapmamaya karar vererek, Cenâbı Allah’tan af dilemektir.”

İnsanoğlu zayıftır, hata yapabilir. Bunun için de Allah-ü Teala merhametiyle ve verdiği fırsat sayesinde kulunun hatasını tevbe etmek suretiyle affeder. Hadis-i şerifte; “Her ademoğlu hatalar sahibidir, hata yapanların en hayırlıları ise, pişman olup tevbe edenlerdir”5 buyrulmuştur.

Allah-u Teâlâ, Hud Suresi, 3. ayette şöyle buyurmaktadır: “…Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonrada O’na tevbe etmeniz için Allah sizi tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır. Fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir. Eğer yüz çevirirseniz ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım.”

Şükreden Bir Dile Sahiptir

Şükür, her türlü nimetin tek ve gerçek sahibinin Allah olduğunun şuuruna varmak ve bunu en derin saygıyla ve usulünce ifade etmek olduğuna göre, insan ne kadar gayret ederse etsin; ne verilen nimetlerin karşılığını hakkıyla ödeyebilir, ne de nimet vereni hakkıyla övebilir.  Fakat mümin yine de Rabbinden kendisine bahşedilen emsalsiz nimetlerden dolayı bir yandan mahcubiyet duymalı diğer yandan da bunların şükrünü yerine getirmelidir.

Kur’ân-ı Kerim, sürekli olarak Allah’ın insanlara verdiği nimetlere, yaptığı bağışlara, ettiği ihsanlara dikkat çekmekte ve insanın bütün bu iyilikler karşısında minnettarlık duymasını, şükran duyguları içerisinde olmasını istemektedir. Çünkü nimete kavuşmanın, iyilik görmenin karşılığı bunu gerektirir. Bu sebeple Kur’ân şükrü, Allah’a kulluk etmenin şartı olarak belirtir: “Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temiz olanlarından yiyin,  ve yalnızca Allah’a şükredin.”6

Rabbine Tevekkül Edendir

Tevekkül; “Allah’ın dışındaki bütün farazî güçlerden yüz çevirip yalnızca Cenab-ı Hak’ka güven ve itimat etmek” gibi manalara gelmektedir. Tevekkülün başı Allah’a güvenip dayanarak esbâbı yerine getirmek, neticeyi O’na havale edip, işlerimizi hayra erdirmesini içtenlikle niyaz etmektir.

Müminin Rabbinden başka güven duyacağı bir dayanağı yoktur. Bu yüzden yaşadığı imtihanlardan, yitirdiği nimetlerden ötürü ah etmez. Her ne kadar yaşanılan olumsuzluklar üzse de onu, yine de asla ümidini yitirmez. Rabbindendir her şey ve ve kendisi dahi O’na aittir. Hal böyle olunca yaratanından başkasıdan yardım dilemek ve O’ndan başkasına güvenmek gibi bir yanılgıya kapılmaz.

“Allah’a güvenip tevekkül edene Allah yeter.”7  

Rabbbimizin Kur’an- Kerim’de vasıflarını anlattığı, Allah Rasulü’nün o hasletlerde vasıflandığı müslüman şahsiyetine sahip olmayı Rabbimiz hepimize nasip etsin. Diğer ay konuya farklı açılarla devam etmek üzere Allah’a emanet olunuz.

1- Tirmizi

2- Hicr, 98-99

3- Buhari

4- Hucurat, 11

5- Tirmizi

6- Bakara, 172

7- Talak, 65