Ahlak

Kur’an’a Göre Müslüman Şahsiyeti-6

Paylaş:

Müslümanın Ahlakî Değerleri

                Örnek Bir Mü’min Olmak İçin Gayret Sarf Ederler

                Allah’ın “halifem” diyerek nitelendirdiği Müslüman, îtikâdını ve o inanca bağlı amel ve ahlâkını bir bütün olarak yaşamadığı müddetçe, onu temsil ettiğini iddia edemez.

                İslâm’ın kendisinde bulundurduğu muazzam değerler insanı en şerefli mahlûk seviyesine çıkarmaktadır. Yani İslam’ın özünde bulundurduğu değer, insana en üst seviyede değer katmaktadır. Bununla birlikte insan nazarında dinin ne derece bir değere sahip olduğu da önemli bir olgudur. Özetle diyebiliriz ki İslam’ın bir kendi değeri, bir de bizdeki değeri vardır. Önemli olan ise bizim bu değerlere karşı tutum ve davranışlarımızdır. Dolayısıyla bir kul, dinin emirlerine tâbi olduğu müddetçe yüce bir şahsiyete, örnek bir kişiliğe sahip olacak aksi takdirde ne hakkıyla müslüman sayılacak ne de Kur’an ahlâkıyla ahlâklanan öncü bir şahsiyet olacaktır.

                Örnek bir mü’min; öncelikli olarak Rabbini hakkıyla tanıyan, O’na gereği gibi kul olma gayretinde olan ve O’nun hakkının gasp edildiği şu dünyada yaratıcısı adına yol alandır. Bununla birlikte hayırlı kul; insanlara faydalı olan, salih amellerde bulunan, her türlü hareketlerinde dürüst olan,1 insanlara iyiliği emrederken kedisini unutmayan,2 kötülüğü iyilikle savan,3 kendisi için istediğini kardeşleri için de isteyen bir özelliğe sahip olmalıdır.

                Müslüman, şahsiyet sahibidir. Şahsiyetsiz, mukallid, riyakâr insanların İslâm’ın yüce değerlerinden nasipleri olamaz.

                Müslüman, hayâ sahibi olmalıdır. Çünkü hayâ imandandır.

                Müslüman, her haliyle insanlara örnek bir davranışın temsilcisidir. Öncelikli örnekliği davasına sadâkatinde zuhur eder. Ümmetin kurtuluşu için her türlü fedakârlığı çekinmeden yapar.

                Müslüman, hal ve davranışlarını Allah’ın ve peygamberlerinin ahlâkıyla süsleyen örnek bir insan, bir yol gösterici, bir mürşiddir. İrşad için ilk prensibi doğruluktur. Peygamberlerdeki özelliklerin başında zikredilen “sıdk” da bu gerçeği teyid etmektedir. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Emîn” idi. Kur’an-ı Kerim’in bir adı da “Furkan” (hakkı bâtıldan ayıran) dır. Peygamberimizi ihtiyarlatan Hûd Süresi’ndeki: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” emri, irşad için en önemli hususun doğruluk olduğunu göstermektedir.

                Bu anlatılanlar ışığında örnek bir Müslümanı şöyle tarif edebiliriz. İnsanlarla münasebetinde herkesi kendisine hayran bıraktıran, hal ve hareketleriyle örnek olan, cesareti, merhameti ve sadâkatiyle yüce bir şahsiyete sahip olan kişidir.

                Müslüman ilmiyle âmildir. Dinî hükümleri, ahlâkî prensipleri, iman esaslarını mücerred bilgiler tarzında değerlendirmek, insana hiçbir fayda sağlamaz. Bu mücerred bilgilere sahip olanı dindar saymak da mümkün değildir. İlmiyle âmil olmayanın, ne kendisine ne de başkalarına faydası olamaz.

                Dinde başvurulacak iki kaynak; Kitap ve Sünnet’tir. Bu iki kaynağı kendine düstur edinmeyen bir Müslüman, örnek insan olgunluğuna eremez, sevemeyen sevdiremez, yaşamayan yaşatamaz...

                Müslümanın müessir olması; onun örnek şahsiyetine, imanının güzelliğine, davası uğrunda gösterdiği çabasına bağlıdır. İslâm’ın sözcüsü olmak İslâm ahlâk kurallarından çıkarılan belirli davranışların otomatik olarak yapılmasını sağlamak değildir. Zulmü alkışlayıp, zalimi destekleyen, ruhî sefaletleri benimseyip, sadece ahlâkın kelimelerini tesbihe dizerek tekrarlayan, Kur’an-ı Kerim’i bir mezarlık kitabı haline getiren zihniyet, İslâm’ı ne yaşar ne de yaşatabilir. Dini sadece günah-sevap nizamnâmesi görüp, onun bir medeniyet inşa etme hedefini unutursak, İslâm’ın hedeflediği bir din anlayışını ortaya koymuş olamayız. Tohum atmadan toprağı sulayıp mahsul beklemek ne kadar yanlışsa, emek vermeden ürün almayı ummak da o derece hatalıdır.

                Birbirlerine Danışarak (İstişare İle) Hareket Ederler

                Kur’an ahlâkı ile ahlâklanan müminler, herhangi bir konuda karar almaları gerektiğinde mutlaka birbirleriyle fikir alışverişinde bulunur ve ortak karar alırlar. Rabbimiz, Şura Suresi’nin 38. ayetinde istişareye, namaz ve infak ibadetinin yanında yer vererek, Müslümanlar için bu konunun önemine dikkat çekmiştir. “Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler…”

                İstişare yapan kişi, kendi fikri ile yetinmeyip diğer müminlerin de fikrini alarak hata yapma riskinden uzaklaşmış olur. Aynı zamanda istişare, müminler arasındaki dayanışmanın da artmasına vesiledir. “Her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır”4 ayeti gereği istişare eden kişiler, karşılarındaki müminlerin fikrine çok değer vermeliler. Bu konuya Kur’an’dan verilecek en güzel örnek şüphesiz Hz. İbrahim’in, henüz koşma çağında olan oğlu Hz. İsmail ile yaptığı istişaredir. “Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): “Oğlum” dedi. “Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bu konuda sen ne düşünüyorsun.” (Oğlu İsmail) Dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın.”5

                İstişarenin önemine dair Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in de önemli hadisleri mevcuttur. “İstihare eden mahrum kalmaz, istişare eden pişman olmaz.”6 “Yapacağı işi ehli ile istişare edene, o işin en güzeli nasip olur.”7

                Kendi görüşünde direnen kişi, hata yapmaktan kendisini hiçbir vakit kurtaramaz. Danışma yolunu benimseyen kişi ise helakten korunmuş olur. Hikmet ehli bir zat şöyle der: “İstişare, doğru yolu bulmanın tâ kendisidir! Her kim ki, kendi görüşünü beğenip başkası ile istişareye muhtaç olmadığını düşünse ve müşavereye lüzum görmese elbette yapacağı işte hata meydana gelir.”

                Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ümmetini istişareye teşvik etmiş, kendisi de her konuda onlarla müşavere etmiştir. Meselâ; Bedir Savaşı’nda Mekke müşriklerinin geldiğini haber alan Peygamber Efendimiz bu konuda ne gibi tedbir alınacağı hususunda ensarla istişare etmiştir. Ayrıca muharebeden sonra da Bedir esirleri konusunda, Uhud ve Hendek Gazvelerinde, Hudeybiye’de, Taif Seferinde, ezan konusunda ve daha birçok meselede ashabıyla istişare etmiştir. Bunun içindir ki, Ebû Hureyre Radıyallahu Anh şöyle buyurmuştur: “Ben Rasulullah’tan daha çok ashabıyla istişare eden kimse görmedim.”

                Akıl ve zekâ yönüyle insanların en mükemmeli olan Hz. Peygamber istişareye bu kadar ehemmiyet verdiği halde, bizim gibi aciz ve noksan kimselerin kendi görüşleriyle yetinip istişare etmemesi büyük bir hatadır.

1-  Araf, 58

2- Bakara, 44

3- Kasas, 54

4- Yusuf, 76

5- Saffat, 102

6- Taberani

7- Taberani