Davet

KUR’AN’LA DAVET

Paylaş:

Modern cahiliye toplumunun yıkılması ve İslam Medeniyeti’nin oluşumu için, öncelikle asr-ı saadette olduğu gibi örnek bir “İslam Toplumu” oluşturulmasını zarurî gören Şehid Seyyid Kutub, bu toplumun oluşumunda en önemli etken olarak davetin esas kaynağı Kur’an’a işaret etmektedir.1 Hiçbir kültürden ve medeniyetten etkilenmeden ilk kaynak olan Kur’an’dan beslenen ve bu atmosferde yetişen nesil, sonrasında cahiliye sistemini yıkıp yerine İslam Medeniyeti’ni inşa etmiş, yeryüzüne adalet ve refah getirmiştir. Peygamber Efendimiz(s.a.v), ilk kaynaktan beslenirken, başka uygarlıkların ve kültürlerin etkisinden ashabını titizlikle koruyordu. Ömer b. Hattab (r.a)’ın elinde Tevrat sahifesini gördüğü zaman kızması ve elinden atmasını söylemesi bu kâbildendir. Modern cahiliye yerine İslam’ın ikâme edilmesi, Kur’anî metod ve davetle oluşturulan İslam toplumuyla mümkün olacaktır.  İslam’ın yayılmasında, davetin fertler tarafından kabulünde ve çekirdek kadronun oluşumunda Kur’an’ın ve Kur’an’la davetin mühim ve müstesna bir yeri vardır.

Her şeyden evvel bir hidayet ve dinî davet kitabı olan Kur’an-ı Kerim; düşünenleri, arzulayanları doğruya ve Hakk’a götüren, öğütler veren, muhataplarını ilahî cazibesiyle saran, ruhun derinliklerine nüfuz eden mukaddes kelamdır.2 Her zaman ve zeminde en önemli davet kaynağımız Kur’an olmalıdır. Rasûlullah’a davet metodunu beyan eden ayette: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et3 buyuruluyor. Bu ayetin tefsirinde geçen hikmetten kasıt İmam Taberî’ye göre Kur’an’dır. Güzel öğüt ise, yüce Allah’ın (c.c) varlığını ortaya koyan ve O’na ubudiyyeti sağlayan mev’iza ve ibarelerdir.4 Allah’a (c.c) davette Kur’an’dan istifade etmek, Kur’an’ın emir ve yasaklarına sımsıkı sarılmak bizzat Allah’ın (c.c) emridir. “Sen, sana vahyolunana (Kur’an) kuvvetle sarıl. Şüphesiz sen dosdoğru yoldasın.5

Bu Kur’an, bana kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu.6 Rasulullah (s.a.v), kendisine gösterilen Kur’an’la davet görevine sarıldı ve hayatı boyunca bu emre uydu. Kendisine sorulan sorulara genellikle Kur’an’la cevap verirdi. Onun metodu, önce tatlı sesi ile ve vecd içinde Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetler okumak, sonra onları tefsir etmek ve dinleyenleri imana davete dayanıyordu.7 Utbe b. Rebia, Peygamber (s.a.v) ile görüşmek, ona bir takım tekliflerde bulunarak davasından vazgeçirmek istemişti. Rasulullah (s.a.v) “Söyle, seni dinliyorum Ey Ebu’l Velid” dedi. Utbe b. Rebia, “Ey kardeşimin oğlu, ortaya koyduğun bu meseleyle mal istiyorsan, senin için mal toplayalım da en zenginimiz sen olasın, eğer şeref peşindeysen seni reisimiz yapalım, eğer krallık istiyorsan seni kendimize hükümdar yapalım. Yok, şu anda cinni kendinden uzaklaştıramıyorsan, seni hekimlere götürelim” gibi sözlerle çeşitli tekliflerde bulununca Hz. Peygamber (s.a.v) “Söyleyeceklerin bitti mi?” dedi. O da “evet” deyince Peygamber (s.a.v) ona Fussilet suresini okudu ve secde ayetine gelince secde etti. Rasulullah (s.a.v)’ı dinleyen Utbe çok etkilenmiş, hatta geri dönüp arkadaşlarına, Rasullullah’ı (s.a.v) davasıyla baş başa bırakmaları tavsiyesinde bulunmuştu.8 Kâbe’yi tavaf etmek maksadıyla Mekke’ye gelen Devs kabilesinin ileri gelenlerinden şair Tufeyl b. Amr, Mekke’ye girdiğinde müşriklerin olumsuz propagandalarına rağmen Hz. Peygamberle görüşmüş, Kur’an’ın eşsiz üslubu, fesâhat ve belâgâti karşısında iman edenlerden olmuştu.

Rasûlullah’ın (s.a.v) talebeleri de Kur’an’la davetin önemini çok iyi anlamışlardı. Mekke döneminin ilk yıllarında, Rasulullah(s.a.v)’tan başka hiç kimse müşriklere Kur’an’ı açıkça okuyamamıştı. Bir gün Müslümanlar aralarında istişare ederek: “Vallahi Kureyş hiç birimizden Kur’an’ı duymadı. Aramızdan kim gidip onlara açıkça Kur’an’ı okuyacak” dediler. Abdullah İbni Mes’ud (r.a), müşriklerin kendisini öldüresiye dövmeleri pahasına bu görevi üstlenmişti.9 Yine buna benzer bir olay da Habeşistan’a hicret sırasında vukû bulmuştu. Habeşistan’a hicret eden Müslümanları geri getirmek için Mekke müşrikleri yanlarında hediyelerle bir heyet göndermiş, heyetin isteklerini dinleyen Necaşi Müslümanları dinlemeden bir karar vermek istememişti. Müslümanlar bu kritik durumda sorulacak sorulara ne cevap verelim diye istişare ettikten sonra, “Rasulullah’ın bize öğrettiği şeyleri söyleyelim” dediler. Cafer b. Ebi Talip geliş amaçlarını ve toplumdaki cahiliye sistemini güzelce izah ettikten sonra, Necaşi’ye Kur’an’dan Meryem suresini okudu. Necaşi ve beraberindeki papazlar sakalları ıslanıncaya kadar ağladılar. Necaşi Mekke heyetini, kendisine sığınan Müslümanları teslim etmeyeceğini söyleyerek ve onlara getirdikleri hediyeleri iade ederek geri gönderdi. Kur’an’ın değiştirdiği hayatlar, Allah yolunda yurtlarını geride bırakmış, sığındıkları Habeşistan’da, çok kritik bir noktada imtihan olunuyorlardı. Onların imdadına Kur’an’la yoğrulmuş sağlam imanları ve okudukları Allah’ın ayetleri yetişiyordu. İzzetli bir hayata tâlip olanlar, zor zamanlardaki duruşlarıyla belli olurlar ve onlarda bu tavrı sergileyerek Necaşi’nin hayranlığını kazanmışlardı.

Mus’ab b. Umeyr, Medine’de davet göreviyle görevlendirilmişti. Rasulullah’ın (s.a.v) davetine katılan ve Dar’ul Erkam’da yetişen Mus’ab, Peygamber(s.a.v)’den öğrendikleriyle gelenlere Kur’an ayetlerini okuyor, akıllara ve gönüllere hitap ediyordu. Kur’an’ın eşsiz üslubu Mus’ab’ın güzel tilaveti ve ihlâsıyla birleşince dinleyenleri etkiliyor, kısa zamanda Medine hicrete hazır bir hale geliyordu. Hatta Mus’ab’ı kovmak için harekete geçen ensârın büyüklerinden Sa’d b. Muaz ve Useyd b. Hudayr dinledikleri Kur’an ayetleriyle iman ediyor ve davanın en önemli neferlerinden oluyorlardı. 

Kur’an’ın davetteki etkisini yalnızca müminler değil müşriklerde çok iyi biliyorlardı. Kur’an’ı dinleyen ve düşünenlerin Rasûlullah(s.a.v)’ın etrafında toplanıp, bir güç oluşturmalarından korkuyorlardı. Küfürde inatları sebebiyle Kur’anın anlaşılmaması için, Kur’an okunduğunda parmaklarıyla kulaklarını tıkıyor, gürültü çıkarıyorlardı. “İnkâr edenler: Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki bastırırsınız, dediler.10 Bir yandan Kur’an’ın dinlenmesini (davetini) engellemeye çalışırken, diğer yandan kendileri Kur’an’ın cazibesinden kurtulamıyor, gizlice Rasulullah (s.a.v)’ın evinin yanında birbirlerinden habersiz okunan Kur’an’ı dinliyorlardı. Dönüşte birbirleriyle karşılaştıklarında bir daha gelmemeye söz verdikleri halde bu olay üç kez tekrar ediyordu.11

İslam tarihinden benzeri örnekleri çoğaltmak mümkündür. Günümüz davetçileri, tüm bu bilgiler ışığında, Kur’an gibi bir kaynağı hayatının her safhasında en önemli azığı bilmeli, Kur’an üzerinde mütalaa yapmalıdır. Karşılaştığı tüm meselelerde öncelikle Kur’an’a yönelmeli, bulamazsa sahih sünnete, Peygamber(s.a.v)’in yaşantısına bakmalıdır. Üstad Bedîüzzaman’ın dediği gibi “Bütün kitaplar bizi Kur’an’a götürmeli, hiç bir kitap Kur’an’a perde yapılmamalıdır.” Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin de dediği gibi; “En çok okunan, en çok alıntı yapılan, en sık başvurulan kaynak Kur’an olmalıdır.” Kur’an’la yapılan davetin önemine işaret eden şu ayet hatırdan çıkarılmamalıdır. “Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlara karşı  (Kur’an’la) büyük bir cihad ver.12 Mekke’de Rasulullah(s.a.v)’ın etrafında bir avuç insan varken, gücü, ordusu, silahı vs. yokken, bu ayetle aslında elinde olan büyük bir güce işaret ediliyor. Çağları etkileyecek olan, yarınlarda kalplerde ve toplumlarda büyük inkılaplara yol açacak olan Kur’an’ın eşsiz gücüne işaret ediliyor. Yaşantımıza Kur’an’dan delil aramayı bırakıp da, tüm meselelerde Kur’an’a teslim olacak olursak, o zaman bu kaynak güç, bizi de harekete geçirecektir inşallah.

1- S. Kutub, Y. İşaretler,s.17

2- S. Kutub, Kur’an’da Edebi tasvir,s.117

3- Nahl,125

4- Taberî Tefsiri,XIV,s.194

5- Zuhruf,43

6- En’am,19

7- Hamidullah, İslam Peygamberi I, s.74

8- İbn-i Hişam, I, s.293-94

9- İbni Hişam,Sire I, s.314

10- Fussilet,26

11- İbni Hişam, II,315-17

12- Furkan,52