Alıntı

MADDİ VE MANEVİ HAYATIMIZDA İTİDAL

Paylaş:

YAZAR: EBUBEKİR SİFİL

Adalet” kelimesi ile aynı kökten gelen itidal, sözlükte, “bir şeyi yerli yerinde yapmak, iki uç arasında orta yolu tutturmak, kıvam ve denge hali” gibi anlamlara geliyor.

Namaz kılarken rükûlar arasında vücudumuzun aldığı şekle göre her âzamız yerli yerine oturana kadar beklemeye, kısa veya uzun olmayıp orta boylu olmaya, vücudun sıhhî dengesine... itidal denmesi hep bu sözlük anlamının muhtelif yansımalarıdır.

Kaynaklarımızda bu anlamı ifade etmek üzere kast, iktisad, sidâd, adl... gibi kelimeler de kullanılmıştır.

İtidal, sadece yukarıda örnek olarak zikrettiğimiz durumlara özgü değildir. Hayatın her alanında itidal üzere olmak, her şeyin aşırısından sakınarak orta yolu tutturmak, Mü’minlerin en temel özelliklerinden biri olarak dikkat çekmektedir.

Böyle olduğu içindir ki Efendimiz (s.a.v): “İtidal, teenni, hal ve gidişi iyi olmak peygamberliğin yirmi dört kısmından bir kısımdır.1 buyurmuştur.

Yanlış üzerinde ittifak etmeyen topluluk

Ehl-i Sünnet ulemasının, icma-ı ümmeti dinî bir delil saymasının temel esprisi de burada yatmaktadır. Zira yukarıda işaret ettiğimiz Bakara Suresi’nin, 143. ayetinde, Ümmet-i Muhammed’in vasat bir ümmet kılınmakla bütün insanlık üzerine şahit tutulduğu haber verilmiştir. Şüphesiz bu durum, bu ümmetin vasat ümmet oluşundan, yani adalet sıfatına hakkıyla sahip oluşundan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Kur’an’da bu şekilde zikredilmiş olan bir ümmetin, batıl ve yanlış bir konuda görüş birliği edebileceğinin düşünülmesi, adalet sıfatını kaybettiğinin söylenmesi ile aynı anlama gelecektir.

Böyle bir iddia, Kur’an’ın haber verdiği duruma ters düşeceğine göre, bu ümmetin, özellikle de “Şüphesiz ki Allah’tan ancak alimler hakkıyla korkar.2 ayeti gereğince ümmetin alimlerinin bir konudaki görüş birliğinin herkesi bağlayıcı bir delil olması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkar.

Ilımlı olmak mı, itidal sahibi olmak mı?

Yine bu aşamada, ikinci bir noktaya değinmemiz gerekiyor: Günümüzde özellikle Batılı çevrelerin, dünyada kurdukları sömürü dengesi için sakınca teşkil etmeyen fikir akımları ve hareketler hakkında kullandığı “ılımlı” kelimesiyle “itidal” birbirine karıştırılmamalıdır. Yani itidalli Müslüman ifadesiyle, ılımlı Müslüman ifadesi birbirinden farklıdır.

Ilımlı Müslüman, adı Müslüman olmakla birlikte, hiçbir haksız uygulamaya ve zulme ses çıkarmayan, her yapılanı onaylayan insan tipini anlatmaktadır.

İtidalli Müslüman ise küçük düşürülmeye ve horlanmaya kesinlikle gönlü razı olmayan, İslâm’ın izzet ve mehabetine sahip çıkan, Müslümanların menfaatlerini koruyan; ancak bunu yaparken asla ifrat ve terfide kaçmayan kişi demektir.

Öyleyse itidalin, hangi sahalarda ve ne şekilde ortaya çıkan bir tutum olduğunu ayrıntılarıyla bilmek biz Mü’minler için bir zarurettir.

İtikatta itidal

En temel özelliği itidal olan Müslümanlar, Sahabe döneminden hemen sonra yabancı din ve kültürlerle yoğun bir ilişki sürecine girilmesinin yanı sıra, birtakım siyasî mülahazalarla bazı ayrışmalar yaşadı. Kelâm ve Fırak kitaplarında ayrıntılarıyla açıklanmış olan bu fırkalaşma süreci içerisinde, Efendimiz (s.a.v.)’in tavsiye ettiği ve Sahabe’nin (Allah hepsinden razı olsun) fiilen yaşadığı itidal durumunu sadece Ehl-i Sünnet muhafaza etti. Bunun dışındaki gruplar, kimi ifrada, kimi de terfide düşmek suretiyle Nebevî çizgiden şu veya bu oranda sapmalar gösterdi.

Mesela Haricîler ve Mu’tezile, büyük günah işleyen Mü’minlerin iman dairesinden çıktığını söylerken ifrada, Mürcie de günahın ve amelsizliğin kişiye hiçbir zarar vermeyeceğini söyleyerek tefride düştü. Ehl-i Sünnet ise Allah Tealâ’nın bağışlamaması durumunda amelsizliğin ve günahların kişiye zarar vereceğini ve ahirette azap görmesine sebep olacağını söyleyerek itidali muhafaza etti. Ehl-i Sünnet’e göre ,bir kimse, kendisini iman dairesine sokan hususlardan birisini inkâr etmedikçe Mümin sıfatını kaybetmez ve dinden çıkmaz. Bununla birlikte, bu kişi, eğer günahkâr bir kimse ise, Allah Tealâ’nın kendisini bağışlamaması halinde günahları oranında cehennemde azap görür ve azabı bittikten sonra içinde ebedi olarak kalmak üzere cennete gider.

Amelde itidal

Efendimiz (s.a.v.)’in, ümmetine her konuda olduğu gibi amel ve ibadetlerde de itidali emir/tavsiye ettiğine dair kaynaklarımızda pek çok rivayet mevcuttur. Örnek olarak birkaçını zikredelim:

 Enes b. Mâlik (r.a.)’in rivayet ettiğine göre bir grup sahabi, Efendimiz (s.a.v.)’in hane-i saadetlerine gelerek O’nun ibadet tarzının nasıl olduğunu sordular. Konu kendilerine açıklanınca: “Rasul-i Ekrem (s.a.v.), geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmış birisidir. Bu sebeple gece ibadetini az yapıyor olmalıdır. Oysa bizim durumumuz O’nunla kıyaslanamaz.” diye düşündüler.

İçlerinden birisi, hayatı boyunca her gece namaz kılmaya, bir diğeri bütün hayatını oruçlu geçirmeye, bir diğeri de nikâhlı hanımına asla yaklaşmamaya karar verdi. Bilahare bu durumdan haberdar olan Efendimiz (s.a.v.), onları yanına çağırarak şöyle buyurdu: “Sizler şöyle şöyle söylemişsiniz. Halbuki Allah’a yemin olsun, Allah’tan en çok korkanınız ve O’nun yasaklarından en çok sakınanınız benim. Böyle olduğu halde ben bazen (nafile) oruç tutar, bazan tutmam. Gece namazı kıldığım da olur, uyuduğum da. Kadınlarla (eşlerimle) beraber de olurum. (Benim sünnetim budur.) Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.3 buyurdu.

Bu rivayetler bize şunu anlatıyor: Güzeli ve mükemmeli aramanın sonu yoktur. En iyisini yapacağım diye hareket eden bir kimsenin, zaman içinde bir kısım vesveselere boğulması, bıkkınlık hissine kapılması veya takatten düşmesi çok görülen bir durumdur. İşte bu gibi olumsuzluklara meydan vermemek için Efendimiz (s.a.v.) devamlı surette itidali tavsiye buyurmuş ve en efdal davranışın itidale riayet olduğunun altını çizmiştir. Ahmed b. Hanbel’in naklettiği bir rivayette “Sizler (mükemmeli yapmak için) mübalağa(lı davranış) ile hedefe ulaşamazsınız. Dini en iyi tatbik şekliniz, kolaylık tarafını tutmanızdır.” buyurulmuş olması, amel ve ibadette ölçünün kolaylık ve itidalden ayrılmamak olduğunu tenbih etmektedir.

1- Ebu Davud

2- Fâtır, 28

3- Buharî, Müslim, Nesaî