Esmâü'l Hüsnâ

Mâliku’l Mülk

Paylaş:

“Çağrışır tellallar inanmaz mısın?”

Yunus Emre

“Eyy Ahali! Duyduk, duymadık demeyin!” diyerek başlayan cümleler, eminim herkesin hafızasının hatırı sayılır bir köşesinde yer edinmiştir. Hatırlayacağınız üzere, padişahların tellallar aracılığıyla halka buyruklarını sunduğu fermanların giriş cümlesidir bu: “…Duyduk duymadık demeyin!..” Allah’ın mülkünde ufacık bir kara parçasına hâkim olan bir padişahın tellalı dahi “duyduk, duymadık demeyin!” diyerek söylenecek sözün ehemmiyeti hakkında ifadede bulunabiliyor. Ya da farklı bir açıdan konuya bakıldığında tellalın bu sözü duymayanların herhangi bir mazeretinin kabul edilmeyeceğinin de ifadesi oluyor. Çünkü fermanın sonunda şöyle bir ifade yer alır ki, zihninizdeki taşların yerine oturmasını sağlar: “Duyanlar, duymayanlara anlatsın!” Yani ferman, topluma iletildi; duyulmadığına dair mazeretler ortadan kalktı. Bunun arkasından, fermanın gereğinin yapılıp yapılmayacağının denetleneceği, duruma göre mükâfatın veya cezanın verileceği bellidir. Tıpkı bunun gibi; gönderdiği peygamberler, kitaplar ve davetçiler aracılığıyla emir ve yasaklarını kullarına ulaştıran Rabbimizin ilahi çağrısından bihaber olmak hiçbir kulun mazereti sayılamayacaktır.

MÂLİKU’L MÜLK: MÜLKÜN YEGÂNE SAHİBİ

Rabbimizin isim ve sıfatlarını ele alırken unutmamamız gereken bir nokta vardır ki o da bu isimlerin neleri işaret ettiğini göstermektir. Bu isim ve sıfatlarda Rabbimizin yüce zatını açıklayan yönler olduğu gibi, biz kullarının hayatına rehberlik edecek yönleri de içerisinde barındırmaktadır. Şimdi, Mâliku’l Mülk isminin Rabbimizi ifade eden yönünü ele almaya çalışalım:

Esmâü’l Hüsna müellifleriyle, Kelâm ve Tefsir âlimleri, melik ve mâlik isimlerinin manalarını “görünen ve görünmeyen âlemlere, dünya ve ahiret hayatındaki her şeye gerçek anlamda ve hiçbir şartla mukayyet olmayarak hâkim ve kâdir olup dilediği gibi tasarrufta bulunma” noktasında yoğunlaştırmışlardır. Maturidi mutlak manada mâlik kavramının sadece Allah’a nispet edilebileceğini, insanlar için ise “falan şeyin mâliki” şeklinde kayıt koymanın gerektiğini kaydeder.1

Kuşeyri ise, “Allah’ın yegâne mâlik olduğu bilincine ulaşan kimsenin herhangi bir mahlûka boyun eğmeyeceğini; çünkü O’nun kudret ve mâlikiyetinin mahiyetine vâkıf olmak kişiyi başkasına değil, sadece O’na yönelip yaklaşmaya sevk eder” demektedir.2

“Mal Sahibi, Mülk Sahibi; Hani Bunun İlk Sahibi?”

Mal Sahibi: Falanca kişi 

Filanca Köyü’nde bilmem ne kadar metrekarelik bir tarla. Tapu-senet-mühür-imza… Tahmin edeceğiniz üzere mal sahiplerinin elinde bulundurduğu bir kâğıt parçası bu. İşbu belgeyle her sene mahsul veren tarlanın bundan sonra belki on -bilemedin- belki de otuz senelik yeni sahibiyle tanışmış bulunmaktasınız. En fazla bir önceki sahibinden haber veren bu kâğıdı elinde bulunduran kişi, mal sahibi olma sevinciyle büyük bir şey elde ettiği zannına kapılmaktadır.

İnsanın bu dünyada Rabbimizin nimetlerinden faydalanması elbette yadırganacak bir durum değildir. Ancak insanın Rabbini ve ölüm hakikatini unutarak; yalnızca bekçiliğini ettiği tarlanın yegâne sahibiymiş gibi hareket etmesi ne kadar da acı bir durumdur. Hâlbuki insanın kendisine emanet edilen maldan yetimlerin, fakirlerin hakkını gözetmesi ve malının bir kısmını Allah yolunda infak etmesi gerekmektedir. Rabbimiz kitabında mal sahiplerinin üzerine düşen vazifeyi bizlere şu şekilde açıklamaktadır: “Allah kiminize kiminizden daha fazla rızık verdi. Ama kendilerine fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilerle paylaşıp da onları bu hususta kendileriyle eşit hale getirmeye yanaşmıyorlar. Peki, onlar Allah’ın nimetini inkâr etmiş olmuyorlar mı?”3

Kâinatın yaratılışından bu yana el değiştirip duran şu bahsi geçen tarlanın, anlamak isteyenler için ne kadar da hikmet barındırdığı ortadadır. Eski sahipleri şimdi nerededir bilinmez ama kulak verebilirsek bu dünyadan göçenlerin, kalanlara mezarlarından şu hakikati fısıldadığını duyabiliriz: “Mal sahibi, mülk sahibi; hani bunun ilk sahibi? Mal da yalan mülk de yalan; var biraz da sen oyalan.”4

“Bu Dünya Hangimizin?”

Sahibi belli olmayan bir eşyayla karşılaşıldığında “Bunun sahibi kim acaba?” sualine şahit olmuşsunuzdur. Cepten hızlıca çıkarılırken düşürülmüş bir cüzdan veya para az evvelki sorunun ana malzemesi olabilir. Bunun sahibi kim? “Ben düşürmüşüm de…” “Unutmuşum…” diyerek yitirip de bulduğuna sevinen insan, acaba elinde tuttuğu malın gerçek sahibinden ne kadar haberdardır?

İnsan kendi bedeninden başlayarak etrafına şöyle bir bakacak olsa her şeyin bir sahibi olduğunu anlayacaktır. Başımızın üstünden gökyüzüne, ayaklarımız altında bastığımız topraktan yer küreye varıncaya dek her bir şeyin mâliki olduğunun farkına varmamız sanırım çok da zamanımızı almayacaktır. “Bu ev benim şu araba benim, oradaki tarla benim…” İnsanın, “benim, benim” deyip noktaladığı her bir cümlenin sonuna “Bu Dünya Hangimizin?” sualini yerleştirdiğimizde mülkün asıl sahibini görmemiz daha da mümkün hale gelecektir. O halde hakikatte bizim olmayan bize yalnızca emanet edilen dünya malına insanların tamahı nedendir? Allah’ı unutanlar gibi olmayın düsturunu unutup hiç ölmeyecekmiş gibi mal biriktirmenin manası nedir?

Şimdi, konunun zihnimizde yer bulduğu kadar yüreğimizde de yer bulması adına; edebiyatımızın mihenk taşlarından Şair Abdurrahim Karakoç’un Bu Dünya Hangimizin? adlı şiirine müracaat edelim:

 

 

 

Bırak deli Haydar-bırak be gardaş

Kafayı bozmaya değmez bu dünya

İster hızlı dönsün isterse yavaş

Sen seni üzmeye değmez bu dünya

 

Fani diyen varsın desin sana ne

Gönül veren gitsin versin sana ne

Haydut vursun hırsız yesin sana ne

Gücenip kızmaya değmez bu dünya

 

Nerde kan akıtıp kavga verenler

Nerde şimdi sefasını sürenler

Ne götürdü kucağına girenler

Bir yırtık çizmeye değmez bu dünya

 

Gel gitme kal desem kalamazsın ki

Ortadan böl desem bölemezsin ki

Git tekrar gel desem gelemezsin ki

Aldanıp azmaya değmez bu dünya

 

Senin benim ne ki? Küçük mü dar mı?

Hani kimin dostu, kimseye yâr mı?

İnsan öldürmenin manası var mı?

Karınca ezmeye değmez bu dünya

 

Kabuktur, manayı unutturmasın

Babayı, anayı unutturmasın

Boş hayal Mevlâ'yı unutturmasın

Tırnakla kazmaya değmez bu dünya                                                 

 

 

Bilesin ha canım Haydar bilesin

Seni bekler soğuk mezar bilesin

Ebediyet ötede var bilesin

Tek satır yazmaya değmez bu dünya.5

 

  1. Maturidi, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 75b
  2. Gazzâlî, el-Maḳṣadü’l-esnâ(Fazluh), s. 37, 70-71, 152.
  3. Nahl, 71
  4. Yunus Emre
  5. Abdurrahim Karakoç, Yasaklı Rüyalar, Alperen Yayınları