Yılın Hedefi

OKUMAYA KUR’AN’LA BAŞLAMAK

Paylaş:

“De ki: Rabbim ilmimi artır.” Taha-114

Allah Azze ve Celle’nin, hidayet kaynağı olarak gönderdiği kitabına “oku” emriyle başlaması, ilmin ve âlimin önemine dair birçok ayet ve hadisin varlığı, ümmetin içinde bulunduğu içler acısı durum elbette ki bizi okumaya, ilme, araştırmaya sevk etmektedir. Ancak bu okuma eylemi gelişi güzel, plânsız, programsız olmamalıdır. Bir önceki sayımızda gelişi güzel okumanın, bir amaç etrafında ve bir metot dâhilinde olmayan programsız okumanın sağlıksız nesiller ve hedefe götürmeyen hareketler doğurduğu üzerinde durmuş; tek yönlü ve sığ eğitimlerin, tavize dayalı yanlış metotların zaman, enerji ve ekonomi kaybına neden olduğuna vurgu yapmıştık. Bu durumda yapılması gereken nedir? Okumaya nereden ve ne ile başlanmalıdır? (Buradaki mevzumuz kâinat kitabını okumanın dışındaki diğer okuma eylemi ile ilgilidir.)

 Okumaya başlarken evvela sağlam kaynaklara müracaat etmeliyiz. Beynimizi ve kalbimizi evvela sahih bilgilerle donatmalı, bilgisayar terimiyle söylersek Kur’an ve sahih sünnetle kendimizi formatlamalı, ondan sonra diğer bilgileri almalıyız. Böylece elimizde sahih bir kriter olmuş olur. Sonra okuduğumuz bilgileri, Kur’an ve sünnet süzgecinden geçirir, ona göre doğru olup-olmadığına karar verebiliriz.  

 Hayatımızın her alanında uymak zorunda olduğumuz gibi, eğitim alanında da Rabbanî metoda, Nebevî öğretiye muhtacız. Mekke’de ilk İslam toplumu teşekkül ederken de Medine’de İslam Devleti kurulurken de Müslümanların ellerindeki en önemli kaynak Kur’an’dı. İlk neslin oluşumunda başka bir kaynağın bulanmaması ve başka bilgilerin karıştırılmaması için Efendimiz azami dikkat gösteriyordu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hz. Ömer Radıyallahu anh’ın elinde Tevrat sahifelerini gördüğünde Hz Ömer’i ikaz mahiyetinde: “Allah’a yemin ederim ki, Tevrat kendisine verilen Musa bu zamanda olsaydı, bana uymaktan başka yapabileceği bir şey olmazdı” buyurmuştur. Bu ifadelerden anlıyoruz ki Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Kur’an okunması ve Kur’an’a olan yaklaşım konusunda çok hassas davranıyor, sahabesini başka bulanık kaynaklardan uzak tutuyordu. Geçmişte Kur’an’a sarılmanın sonucunda İslam Medeniyeti kurulmuştu ve yeryüzünde uzun bir süre İslam’ın hâkimiyeti söz konusuydu. Bugün Kur’an ilk günkü gibi hiçbir harfi değişmeden elimizde duruyor ve Kur’an’ı anlayacak kadar korunmuş sahih sünnede sahibiz. Ama heyhat ki İslam Medeniyeti’ni ve bu medeniyetin değerlerini kaybettiğimiz bir zaman diliminde yaşıyoruz. Bunun en önemli sebebi Kur’an’ı yeterince okumayışımız, okuduğumuzu hayatımıza uygulayamayışımız ve Kur’an’a yaklaşımımızdaki bazı eksikliklerdir. Oysa Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin dediği gibi: “En fazla okuduğumuz, en çok üzerinde durduğumuz, en çok alıntı yaptığımız kitap Kur’an olmalı, okuduğumuz diğer kitaplar ve kaynaklar bizi Kur’an’a götürmelidir.” Tıpkı Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi: “Kitaplar ve içtihatlar Kur’an’a dürbün olmalı, ayine olmalı, gölge ve vekil olmamalı.”1

Kur’an’ı okurken evvela Kur’an’ın ne olduğu ve ne olmadığı iyice bilinmelidir. Kur’an; çeşitli isimlerinden de (El-Beyyine, Zikir, Hablullah, El-Furkan gibi) anlaşılacağı üzere bir hidayet ve kurtuluş reçetesidir. İçinde Peygamberlerin kavimleri ile mücadelesini anlatan kıssaların bulunduğu, müminlerin kalplerine rahmet ve şifa kaynağı olan, insanlar arasında hükmedilsin diye indirilen, Arapça lisanı ile lafzı ve manası Allah Azze ve Celle’den olan, mushafın iki kapağı arasında olan Allah kelamıdır. Kur’an; insan, cin, şeytan, şair veya kâhin sözü değildir. Eskilerin masalları veya modası geçmiş, miadını doldurmuş bir kitap da değildir. Kur’an; tarihî olaylara, fiziksel bir takım kanunlara veya insanın yaratılışı gibi tıbbî bilgilere temas etse de salt bir tarih, astronomi, fizik ve tıp kitabı da değildir. O, insanın hayatını ilahî hükümlere göre tanzim etmek, Allah Azze ve Celle’yi Ulûhiyette ve Rububiyette birlemek ve yeryüzünde Allah Azze ve Celle namına kurulacak medeniyetin düsturlarını açıklamak üzere gönderilmiştir. Bugün bazı kendini bilmezlerin Kur’an’da bir takım şifrelerin (19 kuralı vs. gibi) olduğunu ve onları çözmek gerektiğini söylemesi gibi yaklaşımlar, Kur’an’ın indiriliş gayesinden uzak okumalardır. Yahut Kur’an’ı  sadece ibadet maksadıyla okumak veya mezarlıklarda ölülere okunan bir dua kitabı durumuna indirgemek dirilere indirilmiş bir kitap olduğu hâlde-2 Kur’an’ın hayattan dışlanması ve gereği gibi anlaşılmaması demek olan okumalardır. Kur’an okuma eylemimiz, niyetimiz doğrultusunda şekillenmekte, netice de bu niyete göre belirlenmektedir. Saf ve samimi bir niyetle, Allah’tan gereği gibi korkarak Kur’an okumaya başlanırsa, Kur’an kendisini okuyana hidayet kaynağı olacaktır. “Kendisinde şüphe olmayan bu kitap, muttakiler için hidayet kaynağıdır.”3

Yine Kur’an bazıları için şifa ve rahmet iken, bazıları için hüsranlarının artması olabilmektedir.

“Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.” 4   

Kur’an okumaya başlarken evvela Kâinatın tek Hâkimi olan Allah Azze ve Celle’nin biz kullarına gönderdiği kitabını okuduğumuzun bilincinde olmalı, okuma için ön hazırlık yapmalı (abdest gibi), okurken de istiâzede (euzu besmele) bulunmalıyız. Nefsin ve şeytanın her türlü vesvesesinden âlemlerin Rabbine sığınmalıyız.

Kur’an’a yaklaşımımız, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve O’nun güzide ashabı gibi olmalıdır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, vahyin inmeye başladığı ilk zamanlarda sorumluluk bilincinden dolayı gelen ayetleri ezberlemek ve unutmamak için gayret sarfediyordu. Hatta Cebrail Aleyhisselam daha vahyi tamamlamadan, vahyi unuturum endişesiyle kendisi de tekrar ediyordu. Tıpkı verilen emri can kulağıyla dinlemek ve talimatlara uygun davranmak için bir an önce harekete geçmek isteyen asker gibi davranıyordu. “Sana (Kur’an’ı) okutacağız ve asla unutmayacaksın”5 ayeti gelene kadar bu durum böyle devam etmişti. Allah Rasulü Kur’an okurken bir korku ayetine geldiğinde ondan Allah’a sığınır, bir rahmet ayetine geldiğinde Allah’tan rahmet diler, Allah’ı tenzih eden bir ayete geldiklerinde O’nu tesbih ederdi.6 Müzzemmil suresinin inmesiyle beraber yaklaşık bir yıl boyunca gece kalkıp namazda tertil üzere7 (ağır-ağır ve manasını düşünerek) Kur’an okuması kendilerine emredildi. Böyle bir okumanın (gece okuyuşunun) kalplere tesir bakımından daha etkili olduğu söylendi. Çünkü ağır bir dava yüklenecek olanların böyle zor ve etkili bir manevi eğitimden geçmesi, âlemlerde inkılâba girişmeden evvel kendi nefislerinde inkılâplar meydana getirmesi gerekiyordu.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, okuduğu ayetlerin mesajını çok iyi anlıyor ve onları yerine getirme hususunda sorumluluk bilinciyle hareket ediyordu. “Beni, Hûd suresi ve kardeşleri ihtiyarlattı”8 buyururken bunu açıkça ifade ediyordu. Nitekim Abdullah İbni Abbas Radıyallahu Anh, Peygamberimizin bu sözünün Hûd suresindeki “Emrolunduğun üzere dosdoğru ol”9 ayetiyle ilgili olduğunu bildiriyor. Bizler de bugün sırf hatim yapmak ya da salt bilgi edinmek için değil, onun hükümleriyle amel etmek için okumalı, ayetlerin direk muhatabı olduğumuzu düşünerek okumaya çalışmalı, bunun yanısıra Kur’an’ı anlamak için yardımcı kitaplar okumalıyız. Okuduğumuzu anlamaya ve yaşamaya gayret etmeliyiz.

Son olarak sözü Kur’an okuma hususunda Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sonra Kâbe’de ilk kez Kur’an okuyan ve müşriklerin işkencelerine maruz kalan Abdullah İbni Mes’ud Radıyallahu Anh’a bırakalım: “Kur’ân’ı kum saçar gibi saçmayın. Şiir okur gibi hızlı-hızlı okuyup geçmeyin. Harikaları (incelikleri) karşısında durun ve onunla kalpleri harekete geçirin. Sizden hiçbirinizin amacı surenin sonuna gelmek olmasın.”10