Kapak

Sekülerizmin Toplum ve Eğitime Etkisi

Paylaş:

 

Bir toplum kendi iç dinamiklerini, kendisini bugünlere kadar taşıyan dini ve manevi değerlerini kaybederse artık kendisi olmaktan çıkmış, başka bir topluma dönüşmüştür. Bu toplum ne kadar yüksek sesle “hayır ben geçmişte neysem şimdi de oyum, ben değişmedim. Sadece bazı yönlerimi çağa uyarladım, geliştirdim, yenilendim” dese de bu durum onun değiştiği, dönüştüğü gerçeğinin üstünü örtmeyecektir.

Bugün tüm dünyadaki toplumların çoğunda var olan bozulmaların temelinde Batı Medeniyeti ve onun icat ettiği ideolojilerin tesiri vardır. Bu durum baş döndürücü teknolojik gelişmelerle kendini gizleyip perdelese de var olan gerçek değişmemektedir. İnsanlık, manevi boşluğun yol açtığı zifiri karanlık çukura hızla yuvarlanmaktadır. Batı Medeniyeti toplumsal yapımızı kısmi bazı yönlerden değiştirmekle yetinmemiş, toplumun tüm kesimlerine sirayet edecek bir dönüşüme sebep olmuştur. İlk zamanlarda belki samimi niyetlerle Batı’nın teknolojisinden, ilminden faydalanmak amacıyla bazı yönleri taklit edildiyse de zamanla kılık-kıyafetleri, yaşam tarzları ve hatta inancı alınmaya başlandı. Batı, İslami yönümüzü, hayata bakış algımızı değiştirirken bunu bazı kavramlar eşliğinde gerçekleştiriyor, bugünün Müslümanları olarak bazen bu kavramları modernleşmenin, entelektüel olmanın şartı sayarak alıyor, yadırgamadan içselleştiriyoruz. Bazen de aşırı gelenekçi refleksler göstererek çağımızın tamamen gerisinde kalma pahasına tüm yeniliklere kapılarımızı kapatıyoruz. İslam her meselede bize dengeyi, itidali öğrettiğine göre bu durumlarda tavrımız nasıl olacak, hangi kavramı ne oranda kabul veya reddedeceğiz? Bu kavramlara anlam yüklerken oluşacak yaklaşımlardan kendimizi ve toplumumuzu nasıl muhafaza edeceğiz? İslam’ın tüm zamanlara ve çağlara hitap eden bir din olması, bu özelliğinin toplumsal gelişmelerle münasebeti hangi oranda kalmalıdır? Bu sorular eşliğinde girdabına kapıldığımız, çoğu kez “dünyevileşme” anlamıyla bildiğimiz “sekülerizmin” toplumumuza ve özellikle de eğitimimize tesirini irdeleyeceğiz.

Sekülerleşme veya sekülerizm, bu anlamda Batı’dan ithal ettiğimiz bir kavramdır. Toplumsal dönüşümün, hayata ve olaylara farklı (din dışı) bakışın bir yansımasıdır. Birbirine yakın gibi olsa da çok farklı şekillerde tanımlanmıştır. “Dini düşünce, muamelat ve kurumların sosyal önemini yitirdiği bir süreç (Briyan Wilson); dini inançlar, ibadetler ve cemaat duygusunun toplumun ahlaki hayatından uzaklaştırılması (Victor Lidz); mistisizm dahil tüm dini konu ve tutumlara karşı tam ilgisizlik (Daniel L. Edwards); yarı paganlaşma (El Wood); dini otoritenin gerilemesi (Mark Chaves); dini olanın karşıtı (Edward Baily)” gibi çeşitli yönleriyle tanımlanmıştır.”1

SEKÜLERİZMİN DOĞUŞU

Avrupa’nın, Hristiyanlığın var olan gücünü kırmak için dini özellikle toplumdan ve yönetimden uzaklaştırdığı, laiklik anlayışını benimsemeye başlaması Rönesans ve Reform hareketlerinin başladığı döneme rastlar. Avrupa bunu aydınlanma dönemi olarak lanse etse de gerçekte bu bir aydınlanma değil bir karanlıktan (tahrif edilmiş, baskıcı ve gayrı fıtri Hristiyanlıktan) başka bir karanlığa (ideolojilerin koyu karanlığına) geçiştir. Bu bir yönüyle Avrupa’yı tahrif edilmiş Hristiyanlıktan kurtarıp madden yükselmesini sağlarken diğer yandan ideolojilerin pençesine düşmekten ve manen çökmekten kur-taramamıştır. Orta Çağ’da Hristiyanlık ve temsilci olan kilise çok güçlenmiş, kralları ve toplumları aforoz edecek yetkilere sahip olmuştu. Bir yandan tüm bilimsel gelişmelere karşı tavır takınıyor, yeniliklere karşı katı bir tutum sergiliyor, diğer yandan Roma’nın resmi dini olduğu dönemde de yönetimin halkı ezmesinde en önemli dayanağı teşkil ediyordu. Bu durum, Katoliklerin katı tutumuna karşı ortaya çıkan Protestanlık, dini değerlerle savaşma ve dünyevileşme anlamında modernizm ve bunun yanında sanayi devrimi gibi gelişmelere sebep olmuş, tüm bu gelişmeler de sekülerizmin doğuşunu sağlayan faktörler olmuştur. Mevcut Hristiyanlığın hurafe dolu ve fıtrata uymayan baskıcı inanç sistemi, bu baskıdan kurtulmak isteyen aydınlar için itici güç oldu. Bununla birlikte dini değerlerin her türlüsüne şüpheli ve dışlayıcı bir gözle bakıldı. Özellikle Protestanlığın hakim olduğu bütün modern toplumlarda sekülerizm de birlikte var olmuştur. Bunun sonucu olarak din, kamu hayatında giderek ayrıştırılmış, bireyciliğe yani kişiye özel hale getirilerek manevi dünyanın inşasına kaydırılmış, böylece din sosyal önemini de yitirmiştir.

Batı’nın aydınlanma sürecinde dini bırakmasını referans alan İslam coğrafyası aslında bozulmaya Osmanlı’nın son zamanlarında başlamıştı. Batıyı referans alanların göz ardı ettiği nokta şuydu: Batı tahrif edilmiş dini değerleri bırakıp belki teknoloji ve bilimde yükselmişti ancak aynı oranda manevi değerlerini ise kaybetmişti. Bu temel gerçek ıskalanınca Kurtuluş Savaşı sonrasında söylenen “Biz referansımızı göklerden gelen dogmatik kurallarla değil akıl, bilim ve fenden alacağız” sözleri artık gelecekte Batı Medeniyetinin referans alınacağının, vahyin devre dışı bırakılacağının habercisiydi. Halbuki İslam, hiçbir zaman aklı devre dışı bırakmamış, bilimsel gelişmelere engel olmamıştır. Vahyin de aklın da kaynağı aynı yerdir. Kanıtlanmış bilim ile İslam’ın nas kabul edilen doğruları arasında hiçbir çelişki olmamıştır. İslam Medeniyetinin hakim olduğu yıllarda ilme ve alime değer verilmiş, bilimsel gelişmeler daima teşvik edilmiştir. Böylelikle hem ilim ve fende hem de maneviyatta bir yükselme olmuştur. Tarih buna şahittir. Dünyada söz sahibi olduğumuz yıllarda mı daha fazla güçlüydük bugün mü? O günkü toplumun maneviyatı ve ahlakı mı daha yüksekti bugünkü toplumun mu? Bu soruların cevabı bellidir.

Batı’ya yönümüzü dönüp dini değerlerden uzaklaşınca sekülerleşme hızlı bir şekilde toplumun tüm alanlarında görülmeye başladı. Önce kılık-kıyafetimiz, sonra adet ve alışkanlıklarımız değişti. Sonra ahlakımızda, birbirimizle olan münasebetlerimizde değişim başladı. Sekülerleşme ilk olarak bu yönlerimizi törpülerken sonra sıra inancımıza, hayata ve olaylara bakış açımıza, referans aldığımız değerlerimize geldi. Çoğu zaman İslam toplumunda sekülerleşme kavramı dünyevileşme anlamında kullanılır, din dışına çıkma anlamı pek verilmez. Ancak son zamanlarda öyle anlayışlar türedi ki bunları sahih bir itikat içerisinde değerlendirebilmek oldukça zordur. Ameli noktada görülen birtakım eksikliklerden inanç noktasındaki birtakım yanlış fikirlere geçildi. İnsanın dini referans alıp gereğini yerine getirememesi, günahkâr olması ya da tembellik yapması başkadır, dini referans olmaktan çıkarması (kabul etmemesi) başka bir şeydir. Birincinin fiili amel boyutunda iken diğerininki itikat/inanç boyutundadır ve daha da tehlikelidir. İslam ile yoğrulmuş topraklarda yaşamamız, Allah’ın yardımı ve samimi çalışmalar yapan hayır kuruluşlarının katkısıyla yine de insanımızın ahlakının tam bozulmamış olması, vicdanlarının derinliklerinde hâlâ fıtratlarının tesirinin görülmesi gelecek adına ümit vericidir. Ancak bu sekülerleşme sürecini tersine çevirmek bugün güçlü bir akıntıya karşı kürek çekmek gibi zorlaşmıştır. İslam düşmanları ve İslam’a yapılan saldırılar çok ve güçlü, akıntıya karşı kürek çeken samimi insan sayısı azdır. Bununla birlikte elimizde onlarda mevcut olmayan iki şey var. İlki Allah’ın mükemmel dini ve bu dinin tertemiz akidesi. İkincisi de eğer birincinin gereklerini yerine getirirsek gelecek olan Allah’ın yardımı. “Uğrumuzda cihad edenlere yollarımızı gösteririz”2 ve “Eğer siz Allah’(ın dinine)a yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı bu yolda sebat ettirir”3 ayetleri bize bu garantiyi vermektedir. Tüm bunlara rağmen zafer yine de Allah’tandır, oluşacak yenilgi ise çoğunlukla bizim gafletimiz ve tembelliğimiz bazen de imtihan gereğidir. Eğer biz toplumumuzu sahih İslam akidesiyle, İslam’ın sunduğu tüm vitaminlerle eğitirsek, bunun için tembellik ve gaflet göstermezsek o zaman arzu edilen İslam toplumuna hatta medeniyetine ulaşmak mümkün olur. Aksi takdirde neslimizi bugün büyük oranda sekülerizmin tesirinde olan eğitim sistemine ve toplum yapısına terk edersek İslam Medeniyeti özlemi bir hayal olmaktan öteye geçmez.

Bunu yapabilmek için evvela bugünkü eğitimin eksiklerini ortaya koymak ve onları düzeltmeyle işe başlamak lazımdır. Bu konuda eğitim camiasına gerekli uyarılarda bulunmak, kamuoyunda farkındalık meydana getirmek ve neslin gidişatında tüm toplumu ortak paydada birleştirmek gereklidir. Müslüman olmanın gereklerinden birisi de içinde yaşadığımız toplumun özellikle de neslin gidişatından kendimizi mes’ul hissetmemizdir. Maalesef eğitim sistemimizin iyi olmadığını toplumun tüm kesimlerinden duyuyoruz. Onlar belki meseleye sadece maddi kalkınma ve bilimsellik yönüyle bakıyorlar ancak asıl yönü ihmal ediyorlar. Elbette ki eğitimin kalitesi, dünya üniversiteleri içinde sıralamadaki yerimizin üst basamaklarda olması önemlidir. Ancak bundan daha önemlisi topluma nasıl bir birey kazandırdığımızdır. Bir insanın inancı, ahlaki değerleri ve maneviyatı sağlam değilse fizik, kimya, matematik gibi alanlarda çok üstün bir yeteneğe sahip olması ne ifade eder? Örneğin, fizikte çok üstün bir bilim adamı, eğer kendisini zapt edecek bir kutsala inancı yoksa, bu kişiyi atom bombası vb. kitle imha silahları üretmekten ve onu dünyada savaş çıkaran sermaye sahiplerinin pazarına sunmaktan ne alıkoyacaktır? Bu işin bir yönüdür. Diğer bir yönü de sekülerizmin etkisinde meseleye sadece dünyevi açıdan bakmaya başlayan ebeveynler, toplumun da tesiriyle zeki çocuklarını sadece pozitif ilimlere yönlendireceklerdir. Bu durumda toplumun manevi kanaat önderleri alimler yetişmeyecek, o yöne kanalize edilen çok zeki olmayan çocukların ilmi meselelere vukufiyetleri de az olacaktır. Bir toplum yalnız pozitif ilimlere önem verip dini/manevi ilimleri ihmal ederse teknolojik olarak sınıf atlasa bile ilim ve maneviyatta, insanlığa örnek olmada sınıfta kalacaktır.

Ülkemizde eğitim düzeyi kalite anlamında artmayıp sadece sayısal anlamda mezunlarda artış olmaktadır. Kaliteyi yakalamadan sadece mezunların artış oranıyla övünmek ve bunu yeterli görmek kendimizi kandırmaktır. Dünya genelinde sayılı üniversiteler içerisinde sıralamada ilk 500 üniversite içerisinde hiçbir devlet üniversitemizin olmayışı, sadece 350-400 ile 400-450 bandında iki özel üniversitemizin bulunması bir başarısızlık değil de nedir? Bunun yanında üniversite mezunu sayımız her yıl artış gösteriyorken aynı oranda suç oranlarının azalmayıp paralel bir artış göstermesini nasıl ve hangi gerekçelerle izah edeceğiz? İlköğretim ve lisede yüzeysel öğretilen siyer ve din kültürü dersleriyle gençlerimize maneviyat dolu bir kalp ve geleceğe sağlam bakacağı bir ideal kazandıramadığımız ortadadır. Eğitim tek yönlü olmamalı hem maddi hem manevi olmalıdır. Hatta manevi eğitim önce başlamalı, kalpler ıslah edildikten sonra ilim yolculuğuna çıkılmalıdır. Eskilerin deyimiyle ilmin başı (Ma’rifetullah) Allah Azze ve Celle’yi tanımaktır. Rabbini tanımayan ilim/bilim adamının kendisine de toplumuna da hayrı olmadığı gibi fayda yerine zarar getirecektir. Kalbin ıslahı ve maneviyatla temeli atılan bir eğitim hayatı sağlam meyveler verebilir, o zaman toplumun sahih eğitiminden söz edilebilir. Aksi takdirde bilimsel yönden gelişip manevi yön ihmal edilirse o toplumda ahlaki zafiyet baş gösterecek hatta teknoloji geliştikçe bozulmalar daha da hızlanacaktır. Böyle toplumlarda bireyler sadece kendini düşünen toplumunu düşünmeyen bencil kimselere dönüşecektir.

Eğitimin sekülerizmin pençesinde olduğunun alametleri toplumda son zamanlarda iyice belirmiştir. Eğitimin durumunu göz önünde bulundururken sadece bugünün gençlerine bakmak doğru olmaz, dünün genci olan ve bu eğitimden geçmiş olan milyonlarca yetişkin ve onların meydana getirdiği toplumsal yapı bu değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bu perspektiften baktığımızda görünen şudur: Meşru evlilik oranlarının düşüşte, boşanma ve gayrı meşru ilişkilerin yükselişte olması. Tele-vizyonlarda her geçen gün aileyi hedef alan dizi ve programların revaçta olması, izlenme rekorları kır-ması, her türlü haramın ve münkerin yaygınlaşması, her geçen gün daha da teşvik edilmesi, toplum-sal şiddetin sürekli tırmanış göstermesi ve buna paralel suç oranlarında artış olması, istatistiklerde dini ve manevi değerlerde düşüşlerin olması, İslami hassasiyete sahip bireylerin ideolojileri benimser tarzda fikri ve pratik yönelimler göstermesi, muhafazakâr zenginlerin israfta yarış yapması, cemaat, STK, alimler ve hocaların her geçen gün prestijinin azaltılması, dini çağrıştıran tüm kavramların içinin boşaltılmaya çalışılması ve nefret duyulur hale getirilmesi vb. birçok durum sekülerizmin bir ahtapot gibi toplumumuzu sardığının emareleridir. Bu tıpkı buzdağının görünen kısmı gibidir, daha derinlemesine analiz edildiğinde sorunun çok daha büyük ve derinlikli olduğu anlaşılacaktır. Umarım herkes bu gidişatın değişmesi yönünde adımlar atar ve içinde bulunduğumuz toplum gemisinin daha fazla su almasına ve batmasına müsaade etmez. Son söz olarak söyleyecek olursak, gençliğin eğitiminde ve onlara ideal kazandırmada vahyin mutlaka temel alınması, çağın gerektirdiği bilimsel gelişmelerin yanında maneviyatın ve erdemin de ihmal edilmemesi elzemdir.

 

1.             Altıntaş, Ramazan, Din ve Sekülerleşme, Pınar Yayınları, 2005: 44

2.             Ankebut, 69

3.             Muhammed, 7