Hadis

Sünnette İlmin Yeri ve Hadislerle İlmin Fazileti

Paylaş:

“De ki: Rabbim ilmimi artır.” Taha-114

Âlim olan Rabbimiz: “Size kendinizden size öğrettiklerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik ”1 buyurarak, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i bize ‘Muallim’ olarak tanıtmıştır. Öyle bir muallim ki okuyor, öğretiyor, eğitiyor ve bütün bunları yapabilmek için Mekke’nin çile ve meşakkat dolu günlerinde eğitim yapabileceği meclisler oluşturuyor ve bu nedenle Dar’ul Erkam’ı kullanıyordu. Oysaki o dönemde Müslümanları toplayıp eğitim vermek çok riskli ve tehlikeliydi. Efendimiz (gerekli tedbirleri alarak) Müslümanların eğitilmesini bütün tehlikeleri göze alacak kadar önemli görüyordu. Bu şekilde dava ile ilmin ve eğitimin beraber ilerlemesi gerektiğini, bu ikisinin birbirinden ayrılamayacağını ümmetine öğretmiş oluyordu. Müslüman olan Dar’ul Erkam’a gelir, orada Kur’an’ı okur, Kur’an’ın ve Peygamber’in eğitiminden geçerdi. Zaten okumaktan gaye eğitilmekti. Bu nedenle ashab “on ayet alır, ezberler ve hayatına geçirirdi.”2 Onların okumaktan gayesi hiçbir zaman bilgilerini artırmak ya da ne kendilerine ve ne de toplumlarına gerekmeyen lüzumsuz tartışmalara girmek ya da bir araştırmacı gözüyle Kur’an’ı incelemek olmadı. Yaşamak için okuyor ve okuduklarını hayatlarına geçiriyorlardı. Ve bu eğitimden geçen sahabi imanın izzetini, zulmün zilletini ve her konuda doğruyu tevhid ile öğreniyordu. İşte böyle bir okumanın ve eğitimin sonucunda Ebubekirler, Ömer bin Hattaplar, Bilaller ve Suhayblerden oluşan bir nesil oluşuyordu. Aldıkları eğitim sonunda ulaştıkları mertebe cihad, fedakârlık, doğruluk ve takva mertebesi olmuş, bildikleri doğruyu her şart ve ortamda savunabilecek kadar davalarına güvenmişlerdi. Cafer b.Ebi Talib’in, Necaşi’nin ve yardımcılarının karşısında hakkı açıkça söyleyebilmesi, Rib’i b.  Amr’ın Rüstem’in karşısında tevhidi haykırması ve daha nicelerinin nice güzel vasıfları aldıkları eğitimin sonucuydu. Bu eğitimden geçerek yetişen Mus’ab Bin Umeyr ve sonrasında Muaz Bin Cebel gibiler öğretmen olarak başka şehirlere gönderiliyordu. İslam davasının ilerlemesinde ve büyümesinde ve sonunda galibiyete ulaşmasında bu yiğitlerin eşsiz vasıflarını unutmadığımız gibi, onları bu seviyeye erdiren peygamberî eğitimi ve bu eğitimin metodunu da unutmamalıyız.

Medine döneminde de cihadın onca yoğunluğuna rağmen ilim ve eğitim Ashabı Suffa ve açılan mahalle meclisleriyle devam ediyordu. İlim meclislerinde kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk Kur’an’ı öğreniyor ve İslamî eğitimden geçiyordu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem böyle bir eğitimin oluşabilmesi için gerekli olan unsur ilim olduğundan sürekli ashabını ilme, ilim meclislerine teşvik ediyordu. “Allah hakkında hayır dilediği kimseye din hususunda büyük bir anlayış verir3 buyurarak, toplum içinde ilimde seçilmenin şerefini vurguluyor, “Mü’min cennete girinceye kadar hiçbir hayra doymaz”4 ifadesiyle de ilimde ve amelde ömrünün sonuna kadar istikrara işaret ediyordu. Ve mü’min daima bir hayırdan diğerine koşar durur demek istiyordu. Cennete ve cennetlik amellere karşı oldukça hırslı olan ashabına: “Kim ilim tahsil etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah Azze ve Celle o kişiye cennet’in yolunu kolaylaştırır”5 buyurarak cennetin yolunun ilimle açılacağını öğretiyordu.

‘Yeryüzündeki bütün canlılara dost olan ve onların kendisine gece-gündüz dua ettiği şerefli kimse kim olabilir?’ diye sorarsan, Allah Rasulünden: “Şüphesiz ki Allah, melekleri gök ve yer ehli,hatta yuvasındaki karınca ve balıklar bile insana hayrı öğretene dua ederler ”6 cevabını alırsın. ‘Tertemiz ve şerefli melekler, tertemiz kanatlarını kimin ayaklarının altına serer ki?’ dersen, Allah Rasulü’nün:

“Melekler ilim yolcusunun halinden razı oldukları için kanatlarını onun ayakları altına sererler”7 dediğini duyarsın. Bütün bunlardan sonra kimi kıskanacağın bellidir. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kıskançlığı kötüleyen birçok hadisinin olmasının yanısıra; “İnsan kıskançlığa yatkın yaratılmıştır”8 ayetinde de ifade edildiği gibi insanın yapısını bilmekte ve insanın bu kıskançlık damarını hayırlı şeylere gıptaya yönelterek: “Yalnız şu iki kişiye gıpta edilir: Allah’ın kendisinde ihsan ettiği malı hak yolunda harcayıp, tüketen kimse ve Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse”9 buyurmuştur.

Bir mümini herhangi bir konuda harekete geçirmenin yolu; yapacağı işin Allah Azze ve Celle katındaki durumunu ve değerini bildirmektir. Çünkü gerçek müminin yaptığı ve yapacağı her işte düşündüğü tek şey; Rabbinin ona bakışıdır. Bu nedenle Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bazı hadiselerinde Allah Azze ve Celle’nin ilme ve ilim meclislerine bakışını bize arz etmiş ve bu konuda insanların Allah katındaki durumlarını değerlendirmiştir. Ebu Vakıd el-Leysî’den rivayet edilen bir hadis şöyledir: “Rasulullah, huzurunda sahabileri olduğu halde mescitte otururken karşıdan üç kişi geldi. İkisi Rasulullah’a doğru yöneldi. Birisi de gitti. Râvi dedi ki: ‘Bu iki kimse Rasulullahın huzurunda durdu. Bilahare bu ikisinden biri halkada bir aralık bularak oracıkta oturdu. Diğeri ise oradaki cemaatin arkasında bir yere oturdu.  Üçüncüye gelince arkasını dönüp gitti.’ Rasulullah meşgul olduğu konuşmayı bitirince şöyle buyurdu: ‘Bu üç kişinin halini size haber vereyim mi? İçlerinden biri Allah’a sığındı. Allah da onu barındırdı. Diğeri ise (sıkıntı vermekten) utandı. Allah da ondan hayâ etti. Öteki ise (bu meclisten) yüz çevirdi. Allah da ondan yüz çevirdi.”10 bu hadis açık bir şekilde göstermektedir ki insanın kalbinde önem verdiği şeyler ne ise Allah kulunu ona göre değerlendirmektedir. Kalbinde Allah Azze ve Celle, davası ve O’na yaklaştıracak vasıtalar ne kadar değerliyse, sen de Allah katında o kadar değerlisin. Eğer kalbinde bunlar değerli değil de para-mal-mülk değerliyse Allah’ın katından değer beklemeye hakkın yok demektir. İlim o kadar yüce ve şereflidir ki; ilme rağbet etmemek zannedildiğinden daha fazla kınanmakta, öyle ki Allah Azze ve Celle ilim meclisinden yüz çevirmeyi sanki kendisinden yüz çevirmekle eş tutmaktadır. Çünkü insanın kalbinde ne varsa meyli onadır. İlme rağbet etmeyen insanın ilgisi başka yöne kaymış demektir. Yani Muhterem Hocamızın ifadesiyle böyle bir insanın: “Ya ilgisi yok ya da kibri çoktur.” Hangi sebeple olursa olsun ilim meclislerinden yüz çevirmek Allah’ın razı olmadığı bir durumdur. Bugün basit sebeplerle ilim meclislerini terk edenler veya ders esnasında dersi dinlemek yerine boş işlerle meşgul olanlar hadisteki ilim meclisini terk eden kimsenin durumuna düşmüş olabileceklerini düşünerek ilme sarılmalıdırlar.

Aynı şekilde Efendimiz ilme hiçbir şeyin mâni olmaması gerektiğine dikkat çekerek: “Hayâ eden de büyüklük taslayan da ilim öğrenemez”11 buyurmuştur. Bu şekilde ilgisizlik ve kibir ilim öğrenmenin önünde bir engel olduğu gibi hayâ da bir engel olarak görülmüştür. Hz. Aişe: “Ensar kadınları ne iyi kadınlardır. Hayâları kendilerini dinde fakihler olmalarından men etmedi” diyerek Ensar kadınlarını övmüştür.

İlim öğrenmenin önündeki engellerden birinin de dünya sevgisi olduğunu bilen Efendimiz: “Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah’ı zikretmek ve O’na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır”12 buyurmuştur. Akıllı kimse şu fâni dünyadan bâki azıkla yola çıkmanın yolunu arar. Bâki azık ise; “İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i cariye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat”13 hadisiyle açıklanmıştır.                                                                                             

                Efendimiz’in ilimle alakalı hadisleri bu yazının hacminin çok üstündedir. Efendimiz onlarca hadiste ilmin, âlimin değerini öğretmiştir.  Çünkü ancak böylelikle eğitilmiş kadrolar ve halk kitleleri oluşturulabilir ve sonunda galibiyete ulaşılabilirdi. Dinlemeyen, anlamayan, ilim meclislerine katılmayan bir insanın dinin emirlerini yerine getirmesi ve gerektiğinde fedakârlık yapması mümkün olmayacaktır. Bugün de aynı şey geçerlidir. İlim; eğitim, eğitim; ilim demektir. Ve insanı eğitmeyen, yetiştirmeyen onu Rabbine ve davasına bağlamayan bir ilim, ilim değildir. İlmin şöhret için ya da “bilmiyor” demesinler diye öğrenilmesi yanlış olduğu gibi, yaşamak için değil de konuşmak ve tartışmak için okunması ve öğrenmesi de o kadar yanlıştır. Dini, bir ideoloji öğrenir gibi öğrenmek ve savunmak da ilim öğrenmenin amaçlarından olamaz. İlim, kitleler tarafından Peygamberin arzuladığı gibi ve ashabın niyet ve amacıyla öğrenildiğinde ve amele döküldüğünde İslam’ın galibiyetinin ışıkları görülecektir.

1-Bakara 151

2-İbn-i Kesir İbn-i Mesud’dan rivayetle.

3- Buhârî, İlim 10, Humus 7, İ’tisâm 10; Müslim, İmâre 175, Zekât 98, 100. Ayrıca bk. Tirmizî, İlim 4; İbni Mâce, Mukaddime17.

4-Tirmizî, İlim 19.

5- Müslim, Zikr 39. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, Kur’ân 10, İlim 19; İbni Mâce,

6- Tirmizî, İlim 19.

7-Ahmed b. Hanbel,İbn Hibban ve Hakim

8-Nisa 128.ayet

9-Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ’tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Zühd2.

10-Buhari

11-Buhari

12- Tirmizî, Zühd 14. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 3.

13-Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8.