Sizden Gelenler

Susmasaydık ve Ölümden Korkmasaydık…

Paylaş:

 Doğu Türkistanlı bir okurumuzun, Furkan Nesli Dergisi ile paylaşmış olduğu bilgiler Doğu Türkistan’daki Müslümanların yürek yakan ahvalini okumanıza vesile oluyor. İslam Ümmetinin bir an evvel içinde bulunduğu zulüm ateşinden kurtulmasını Rabbimizden niyaz ediyoruz.

Selamun Aleyküm…

Ben Doğu Türkistan’da doğmuş bir Uygur Türküyüm. Çin 2015’ten 2016’ya kadar herkese pasaport veriyordu. Biz de bu vesile ile 2016 yılının Nisan ayında Türkiye’ye geldik. Geldikten sonra Doğu Türkistan’da kalan aile fertlerimiz ile hiçbir şekilde iletişime geçemedik; çünkü eğer iletişime geçseydik Çin devleti tarafından tutuklanacaklardı. Şu var ki Çin’in tutuklu kişilere nasıl zulüm yapacağı tahmin bile edilemiyor. Bu vicdan azabını yaşamak istemedik.

2014 yılında Doğu Türkistan’da yaşadığımız dönemde bir arkadaşımın yurt dışına çıkan komşusu ailesine ulaşamadığı için benim de arkadaşım olan komşusunu aramıştı. Telefon görüşmesi yaptıkları an polisler geldi ve “Neden seni aradı, sana neler söyledi, neden konuştunuz?” gibi sorular ile sorgulamaya başladı.  Biz bazı Tik-Tok gibi sosyal medya platformları vesilesi ile ailemizi görebiliyoruz ama iletişime geçtiğimizde konuştuğumuz kişiler o gün yok oluyor. O uygulamadan iyi olduklarını görmemiz bize yetiyor. Bize düşen sabretmek… Yakınlarımızı arayarak zulüm görmelerini istemiyoruz.

Bizim Çin hattına bağlı olan Tik-Tok uygulamasını kullandığımız dönemde, akrabalarımın paylaştığı fotoğrafları görüyor bu şekilde akrabalarımızın hallerinden haberdar oluyorduk. Bir paylaşımda yayınlanan cenaze isimleri arasında annemin isminin de yazılı olduğunu gördüm. O an annemin vefat ettiğini anladım ve onlara bir şey olmasın diye baş sağlığı dileyemedim. Bir evladın annesi vefat ettiğinde taziyesine gidememesi, cenazesine katılamaması hatta baş sağlığı dileyememesinin ne kadar acı olduğunu bir tek yaşayanlar bilir…

Aslında her şey önce şehirden uzak köylerde başladı. Emekli öğretmenleri cuma namazına gitmesinler diye cuma günleri okulda topluyor ve oruç tutulmasın diye okullarda Ramazan Aylarında yemek dağıtımı yapılıyordu.

Ben Doğu Türkistan’da iken, Çin devlet görevlileri ablamın evine gidip önce örtüsünü arkadan bağlamasını istemişlerdi. Akabinde, artık evde seccade bulundurmamak için baskı yapmaya başladılar.  Sonra uzaktan akrabalar evimize gelirse devlete haber vermemizi istediler ve akrabalarımız evlerimize geldiğinde kaç gün kalacaklarını onlar belirliyorlardı. Hatta bir mahalleden başka bir mahalleye giderken izi belgesi istiyorlardı. Ayrıca ablam küçük kızının hiç Türkçe (Uygurca) konuşamadığını, onları ana okulundayken yatılı okullara gönderip sadece Çince öğrettiklerini ve kızının da sadece Çince konuşabildiğini söylemişti. Bu aslında bir asimile planıydı.

Başka bir asimilasyon misali verecek olursak, Çin hükümeti Arapça eğitimi aldığım ders grubundaki bir Uygur arkadaşımdan: “Çinliler ile kardeşlik yapacaksınız” diye Doğu Türkistan’dan Çin’e ziyarete gitmelerini istediklerini söylemişti. Biz küçükken bu planlar yapılmış bizler anlamamışız. Ben orta okuldayken: “Çinliler ile dost olacaksınız” diye bütün sınıf öğrencilerini Çinlilerin olduğu okullara götürmüşlerdi. Orada biz onlara hediye vermiştik, onlar da bize.

Öncesinde Uygur Türklerine Çinlileri sevdirmek için Çin okuluna giden öğrencilere artı 100 puan verilerek üniversiteye girmeleri hususunda öncelik tanınıyordu. Çin okulunda okuyan öğrencilerin hareketleri aynı Çinliler gibiydi. Doğu Türkistan’da yazı düzeni de sürekli olarak değişikliğe uğramış durumda. 1975-1985 yılları arası Latince, 1985-2017 yılları arası Osmanlıca 2017’den şimdiye kadar ise Çince. Buradan görülüyor ki yazının değişmesi bile bir milletin yükselmesini engelliyor.

Çin, Müslümanlara zulüm yapmak için her fırsatı kullanıyor. 2021’de Covid salgını bahanesi ile bütün akrabalarımızı evlerine kapatmaya başlamıştı. Yine 8 yaşındaki bir çocuğu sırf Kur’an-ı Kerim öğreniyor diye hapse attılar. Böylesi zulümlere karşı eylemler yaparak ses getirmek istedik ama gücümüz yetmiyor, elimizden bir şey gelmiyordu.

Biz 2010’da Doğu Türkistan’da iken “kendi ibadetlerimizi yapalım, namazımızı kılalım, orucumuzu tutalım yeter” gibi düşünüp diğer Müslümanların hallerine bakmazdık. Ama gördük ki bu durum Doğu Türkistan’da önce Müslümanlığın sonra Türklüğün şimdi ise insanlığın yok olmasına sebep oldu.                 Keşke o zaman biz Müslümanlığı dava edinseydik. Keşke susmasaydık ve ölümden korkmasaydık… Keşke mücadele edip şehit olmayı isteseydik ama biz şehitliğin ne anlama geldiğini bile bilmiyorduk. Keşke dinimiz için şehit olmayı göze alsaydık.

Şu an Doğu Türkistan’da sohbet ve ders ortamını bırakın Müslümanlıktan söz açmak bile yasak. 2017 yılında başörtüsünü açtırarak, oruçlu olanlarının orucunu bozdurarak bu şiarların hepsi yok edildi. Camiler şu an kapalı ve dans meydanı haline getirildi. Hatta bazı yayınlarda Müslüman olmamızın gereği olarak programa başlarken ‘Selamun Aleyküm’ deniliyordu ama bu kelimenin kullanılmasından bile rahatsız oldular çünkü bu ifadenin İslam’a delalet ettiğini bizden daha iyi biliyorlar. Bizi İslami konuda da cahil bırakmak istedikleri için İslami birçok şeyi bizden daha iyi biliyorlar.

Allah Azze ve Celle yardımcımız olsun… Herkes “ne yapabiliriz?” sorusuna gelince tıkanıyor ve ne yapacağını bilemiyor. Ben kendini mesul hisseden bütün Müslüman kardeşlerime şunları söylemek isterim: Bizim derdimizi anlayan Müslüman kardeşlerimizden Allah razı olsun. Bizim derdimizi anladığı halde keyfince bir hayat yaşayan kardeşlerimize ise Allah’ın hidayet vermesini istiyorum. Ayrıca o kardeşlerimizin biraz düşünmesini istiyorum. Çünkü biz de duymazdan geldiğimiz için bugün bu hale geldik! Bundan sonra bu zulmün hangi devlete hangi Müslümana hangi insana sıçrayacağını kimse bilmiyor. Müslümanlardan bu zulmün önünü almak için çaba göstermelerini istiyorum. Bunlar kendilerine benzetmedikçe hiçbir zaman peşimizi bırakmayacaklar…