Alıntı

Tarih Boyunca Büyüklerin Mücadelesi

Paylaş:

Allah Azze ve Celle insanı nefis, vicdan, meleklik, şeytanlık gibi birtakım hasletlerle yaratmıştır. Ancak merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz kullarını bu imtihanlar karşısında yalnız bırakmamış onlara kitap ve peygamberler göndermiştir. Zira Allah Azze ve Celle biliyordu ki, insanoğlunun bir kısmı nefis ve şeytanın etkisinde kalacak, tuğyan edecek ve Hak’tan sapacaktı. Nitekim nefsine ve şeytana uyan insanoğlu kendisine kitap ve peygamber gönderilmesine rağmen istikametten saptı.

                Peygamberler, insanlığı bataklıktan kurtarmak, karanlıklardan aydınlıklara çıkarmakla görevlerini yerine getirdiler. Hayatları boyunca Tevhid davasının mücadelesini vererek, Allah’ın dini uğrunda ömürlerini feda ettiler. Ancak asırlar boyu süren hak-batıl mücadelesinde, batıl taraftarları Tevhid davetine kulak vermedikleri gibi peygamberlere ve alimlere karşı amansız bir mücadeleye giriştiler.

                Tarih boyunca Allah’ın gönderdiği peygamberler ve dava adamları Sünnetullah gereği türlü iftiralara maruz kalmıştır. Ulu’l Azm peygamberlerinden olan Hz. Nuh Aleyhisselam, Tevhid mücadelesinde 950 yıl boyunca türlü iftiralara uğradı. Gece-gündüz, açık-gizli demeden sürdürdüğü davetçilik vazifesi karşısında kavmi onu yıldırmak için türlü iftiralar atmakla kalmayıp peygamberlerine itaat etmeme konusunda da nesiller boyu direndi. Kavminin önde gelenleri: “Gerçekten biz seni açıkça bir şaşırmışlık ve sapmışlık içinde görüyoruz”1 diyerek onun hakkında şaşırmışlık ve sapmışlık iftirası attılar.

                Allah’ın elçilerinin en belirgin özelliklerinden biri; her ortamda sabır ve kararlılıklarını, üstün ahlâklarını korumaya devam etmeleridir. Peygamberler, alimler, dava adamları karşılaştıkları zorluk ve iftiralar karşısında daima olgun ve mütevekkil bir tavır sergilemişlerdir. Hz. Nuh Aleyhisselam’ın, atılan iftiralara karşı: “Ey kavmim, bende bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim”2 şeklindeki cevabı her asırdaki İslam davetçilerine örnek olmuştur, günümüz davetçileri içinse örnekliğini hâlâ devam ettirmektedir. Alemlerin sahibinin Allah olduğunu ve O dilemedikçe kimsenin kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda sağlamaya güç yetiremeyeceğini bilen elçiler, kavimlerinin kendilerine yönelttikleri tehditlerden dolayı hiçbir zaman yılgınlık göstermediler. Karşılaştıkları her türlü zorlukta Allah’a dayanıp güvendiler. Hz. Nuh Aleyhisselam da inkarcıların önde gelenlerine karşı cesurca bir mücadele vererek onların iftira ve saldırılarından asla yılmayacağını şu şekilde vurgulamıştır: “Onlara Nuh’un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: “Ey kavmim, benim makamım ve Allah’ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah’a tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın- verin.”3

                Zalim kavmi karşısında Hz. Nuh Aleyhisselam, Nemrut karşısında Hz. İbrahim Aleyhisselam, Firavun karşısında Hz. Musa Aleyhisselam ve Mekke müşrikleri karşısında Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem şirke karşı büyük bir azim gösterdiler. Allah’ın gönderdiği ortak mesaj olan, “La İlahe İllallah- Allah’tan başka ilah (kanun koyucu, otorite) yoktur” sözü ile mevcut sistemlerin karşısında yiğitçe durdular. Bu söz açıkça göstermektedir ki, bu dava Allah ile O’nun düşmanları arasındadır. Hiçbir peygamberin mücadelesi, sistem ile arasındaki şahsi sorunlar sebebiyle değildi. Hatta peygamberlerin karşı safında yer alanlar, şahsiyet itibariyle onları takdir etmekte, aralarında hiçbir problem çıkmasını istememekte, mümkün olduğu kadar karşıdakinin de taviz vermesi karşılığında orta yolda buluşmaya gayret etmekteydiler. Onların tüm bu teklifleri karşısında peygamberlerden gelen cevap son derece sade ve net idi: “Allah’tan başka ilah yoktur.” Hiçbir peygamber sözü değiştirmedi, yumuşatmaya çalışmadı, eğip bükmedi… Allah’ın istediği ne ise onu söylediler. Tam bir ihlasla, başkalarının kendileri hakkında ne düşüneceğini ve ne söyleyeceğini umursamadan kararlılıkla yollarına devam ettiler.

                Peygamberlik, Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile tamamlandıktan sonra şirkin karşısında durma ve hakkı haykırma vazifesi âlimlere yüklendi. “Sonra bu kitaba (Kur’an’a) kullarımızdan seçtiğimiz kimseleri varis yaptık.”4 Bu hususta Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmuştur: “Âlimler peygamberlerin varisleridir.”5 Kıyamete kadar sürecek olan Tevhid-şirk mücadelesinde baltayı eline alma sırası âlimlerdedir. Şahsi hiçbir problemi olmasa bile yalnızca Allah’a düşman olan, İslam dinine, davasına alenen karşı çıkan batıl sistemlerin karşısında durma, yanlışa yanlış deme ve hakkı haykırma vazifesi alimlerindir. Âlimler vazifelerinin de bu vazife sonucunda başlarına gelecek olan şeylerin de peygamber mirası olduğunun bilincindedir. Bundan dolayı hiç kimseden korkuları yoktur. Bu sebeple Bediüzzaman Hazretleri; “Hakiki bir mümin kâinata meydan okuyabilir” demektedir. Ayrıca, başına gelecek olan hadiselere göstereceği sabrın ahirette ona büyük bir mükâfat olacağının idraki içerisindedir. Bu yüzden zalim bir idarecinin yanında da olsa diyeceklerini korkusuzca söylemekten çekinmez. Tarihimiz, bu hususta sayısız misallerle doludur.

                Hz. Ebubekir Radıyallahu Anh halife seçildiğinde şöyle demişti: “Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olun. Eğer doğru yoldan kayarsam beni düzeltin.” Hz. Ömer ise halife olduğunda halka; “Ben bir hata yaparsam ne yaparsınız?” diye sormuş onlar; “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz” cevabını alınca Allah-u Teâlâ’ya hamd etmiştir. Hz. Peygamber’e “Cihadın hangisi efdaldir?” diye sorulunca: “Zâlim sultana karşı hakkı söylemektir”6 buyurdu. En başından beri bu şuurla yetişmiş olan Sahabe-i Kiram, kendinden sonraki nesle de bu bilinci aktarmıştır. Zalimin karşısında her ne pahasına olursa olsun hakkı söyleme görevi onlardan sonra âlimlere geçmiştir. Peygamberler, gerçekleri ilân ederken çilelerle karşılaştıkları gibi; peygamber yolunu takip eden âlimlerin de bu tür çileler hayatlarından eksik olmamıştır. Tarihimiz her şeyi göze alıp Hakk’ın ve mazlumun taraftarı olan, gerçekleri konuşmanın bedelini hapishaneye atılarak ödeyen yiğit âlimlerin örnekleri ile doludur.

                Gelecek sayımızda tarihe geçmiş cesur âlimlerimizin ve dava adamlarının mücadele dolu hayatlarından kesitlerle devam etmek temennisiyle…7

 

1. Araf, 60

2. Araf, 61

3. Yunus, 71

4. Fatır, 32

5. Tirmizi, İlim-19

6. Ahmed bin Hanbel, 5/251; İbn Mâce, Fiten 20, hadis no: 4011-4012; Tirmizî, Fiten 13, hadis no: 2175; Ebu Dâvud, Melâhim 17

7. https://furkanvakfigelisim.wordpress. com/2018/11/29/alimlerin-sorumlulugu-tarihboyunca-alimlerin-zalimlerle-mucadelesi/