Tefekkür

Tek Bir Noktadan Başlayan Maceramız

Paylaş:

 

 اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالَْرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَاۜ

وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَ يُؤْمِنُونَ

“İnkâr edenler gökler ve yer birbirleriyle bitişik iken onları ayırdığımızı, her canlıyı sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Yine de onlar inanmayacaklar mı?”1

Ayette evrenin başta bitişik olduğu Arapça “ratk” kelimesiyle ifade edilir ki; bu kelime kaynaşmış durumda iç içe geçmeyi ifade eder. Arapça “fatk” kelimesi ise bölünerek ayrılmayı ifade eder.

Ateistlerin en temel iddiası maddenin sonsuzdan beri var olduğu ve maddenin tüm canlı-cansız varlıkları tesadüfen oluşturduğudur. Oysa Büyük Patlama (Big-Bang) teorisi evrenin ve zamanın bir başlangıcı olduğunu ortaya koyarak ateizmin bu en temel iddiasını yıkmaktadır. Ayet evrenin ve yeryüzünün bitişikken ayrıldığının anlaşılabileceğine, bunu anlamanın mümkün olduğuna da işaret etmektedir. Ayetin doğruluğunun anlaşılacağı 1900’lü yıllar, bilimsel keşiflerin arttığı, bazılarının bilim ile dini çatışır halde göstermeye çalıştığı yıllardır. Sanayi devriminin getirdiği refah ile şımaran insanların bazıları bu yıllarda maddeyi putlaştırmaya ve Allah’ın yerine koymaya kalkmışlardır. Tam böyle bir ortamda bazı insanların tapınmaya kalktığı maddenin yaratılmış olduğunun, yani başlangıcı olduğunun Big-Bang ile doğrulanması inkârcılığa inen bir tokattır.

Evrenin genişlediğini ve tüm evrenin bitişikken birbirinden ayrıldığını Kur’an dışında ortaya koyan hiç kimse olmamıştır. İnsanlık tarihinin tüm dehalarının hiçbiri genişleyen bir evrende olduğumuzu bilemediği gibi, bu evrenin yaratılışının başında her şeyin birbiriyle bitişik olduğunun da farkına varamamışlardır. Gelişmiş aygıtlar olmadan, bilimsel birikim kullanılmadan bu sonuçlara varmak imkânsız olduğu için tüm bu ünlü felsefeciler, fizikçiler bu sonuçlara varamamışlardır. Evrenin yaratıcısı evren hakkındaki bu en önemli bilgileri kitabıyla insanlara bildirerek hem bu evrensel oluşumlara dikkatleri çekmiş, hem de Kur’an’ın kendisi tarafından gönderilen bir kitap olduğunu ispat etmiştir. Günü gelince uzayda bir nokta olan insana tüm uzayın bir noktadan yaratıldığının delillerinin örtüsünü açan Allah, böylece hem evrenin bilgisini insanlara sunmuş hem de kendi kitabının mucizelerini göstermiştir.

Ayetin, açık mucizesi kadar “inkâr edenler görmüyorlar mı?” ifadesiyle ayetin açıklamalarının anlaşılacağına işaret etmesi, “Yine de onlar inanmayacaklar mı?” ifadesiyle inanmayanların bu delillere rağmen inkârcılıklarına devam edeceklerine işaret etmesi de çok ilginçtir. Nitekim Einstein da evren hakkında yaptığı keşiflerden çok, bunların anlaşılabilmesine şaştığını söylemiştir. Bundan da ayetin, insanların bu ayette ifade edilenleri anlayabileceğine işaretinin önemi anlaşılmaktadır.

Ayetin belirttiği bu ayrılmayı Lemaitre ortaya koyduğunda, bu kuramın başta dirençle karşılaştığını evrenin genişlemesini açıklarken anlattık. Bu fikre karşı koyanlardan biri de Fred Hoyle idi. 1940’lı yıllarda Fred Hoyle, evrenin Big-Bang ile başlaması halinde, bu ayrılmanın (patlamanın) bir kalıntısı olması gerektiğini öne sürerek; “Bana bu Big-Bang’in bir fosilini bulun” dedi. Aslında Fred Hoyle bunu Big-Bang ile alay etmek için söylemişti. Onun bu alaycı meydan okuması Big-Bang’i destekleyen birçok delilin bulunmasına yol açtı. Hoyle’nin alay etmek için kullandığı fosil tabiri, ilginç bir şekilde o zamandan sonra bulunan deliller için kullanıldı. Hoyle, Big-Bang ile alay ederken, onu yok etmek isterken, istemeyerek onun daha da çok kanıtlanmasını sağladı. 1948’de George Gamov ve öğrencisi Ralph Adler, Big-Bang olduysa gerçekten Hoyle’nin söylediği fosilin olması gerektiği sonucuna vardılar. İleri sürdükleri mantığa göre evren, Big-Bang’den sonra her yöne doğru genişlediğinden bu alçak düzey fon radyasyonu, bakılan her yönde mevcut olmalıydı. Gamov ve Adler’in tahmin ettiği radyasyon 1960’larda New Jersey’de Princeton Üniversitesi’nde bir grup tarafından çok hassas aletlerle araştırılmaya başlandı. Fakat bu çok önemli bulguyu bulmak enteresan şekilde başkalarına nasip olacaktır. Arno Penzias ve Robert Wilson, Bell telefon şirketinde iki araştırmacıdır. Bir gün ikili evrenin her yanından gelen bir parazitle karşılaşırlar ve bunun sebebini tam olarak anlayamazlar. İşin enteresan yanı Penzias ve Wilson olayı iyice anlamak için çok yakınlarda çalışan Princeton Üniversitesi’ndeki ekipten Robert Dicke ve arkadaşlarını telefonla ararlar. Telefonu kapatan Dicke büyük bir hayal kırıklığına uğrar ve Nobel ödülünü kazandıracağını umdukları keşfi başkalarının bulduğunu anlar. Hoyle’un bulunmayacağını sandığı fosil bulunmuştur. Nobel ödülünü de böylece Penzias ve Wilson kazanır. Penzias ve Wilson 1965’teki keşifleriyle Nobel’i aldıktan sonra, 1989 yılında daha da gelişen teknolojinin yardımıyla COBE uydusu bir roketle uzaya gönderildi. COBE uydusundan gelen veriler Penzias ve Wilson’un buluşunu destekledi. Birçok kişi COBE’nin verilerine kesin kanıt dedi. Böylece 1927’de Lemaitre ile başlayan süreç 1990’larda yeni kanıtlar bulmuştu. Yıl 1990’ları gösterdiğinde Kur’an’ın inmeye başladığı tarihten 1400 yıldan fazla bir zaman geçmişti ve Kur’an’ın söyledikleri uyduyla da ispatlanıyordu.

Big-Bang’in doğrulanması için uzaydaki uydulardan gelen verilerin kullanıldığını gördük. Peki, uzaya gönderilen bu uydudan 1400 yıl önce Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Yerküre’nin evrenle bitişik olup sonra ayrıldıklarını nasıl anlamıştı?

Peki, inkârcılar acaba evrenin başta tek bir birleşim olduğunu “Muhammed kozmik fon radyasyonunu hesaplayarak buldu” diye mi iddia edecekler? İnanmaya niyeti olmayanlar hangi delili görürlerse görsünler inkâra kendilerini şartlandırmışlardır. Bunu da şu şekilde dile getirirler: “Bizi büyülemek için delil olarak her ne getirirsen getir, biz sana inanmayacağız.”2

Eyyüp AKTAŞ

1.        Enbiya, 30

2.        Araf, 132