Kapak

Toplumun Kanayan Yarası: Kadına Şiddet

Paylaş:

 

Sonsuz hamdler Allah Azze ve Celle’ye, salat ve selamların en güzeli ise O’nun kıymetli Rasulü, Efendimiz Muhammed Mustafa’ya olsun.

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi Kur’an vitaminleriyle toplumun damarlarını beslemeye çalışan tüm İslam davetçilerinin ve siz değerli okurlarımızın üzerine olsun.

Türkiye’de nerdeyse her gün yeni bir şiddet olayı ile sarsılıyoruz. Böylesi konulardan bahsetmek zorunda olmamız ve maalesef bunun toplumsal ve köklü bir yaraya dönüştüğünü görmek çok acı elbette... Kalplerimizi, toplumun vicdanını derinden etkileyen ve yıllarca zihinlerden silinmeyecek hadiseler bunlar. (Emine Bulut hadisesi üzerine)

Anne açısından baktığımızda başka, evlat açısından baktığımızda başka açıdan çok acı hadiseler... Olayı bunu yapan baba açısından değerlendirdiğimizde ise toplumun nasıl bu kadar canavarlaştığını görme noktasında çok daha ayrı bir vahameti var.

Böyle olaylar yaşandığında yetkililerin de toplumsal duyarlılık taşıyan insanların da problemin gerçek sebebine inmediğini söylemek mümkün. Olay konuşuluyor, kınanıyor, failine en ağır cezaların verilmesi gündeme geliyor ve maalesef kritiğini yapmak için sanki başka bir olayın yaşanmasını hep beraber beklemeye başlıyoruz!

Böylesi cinayetlerin yaşanmadığı, yaşanmayacağı bir toplum meydana getirme, sorunların temeline inme gayreti gösterilmeden kan-can kaybetmeye devam edeceğiz. Bir temsille anlatacak olursak bugün yapılan şey maalesef bataklıktaki sinekleri yok etme çabasıdır, bataklığı kurutma gayreti değil! Bu durumda kadın ya da erkek her insan potansiyel bir katil sayılabiliyor. Çünkü temel problemler mevcudiyetini korumaya devam ediyor. Toplumumuzda genel olarak; merhamet ve adalet duygusunun, sabır ve iradenin yok olmaya başladığını görmemek mümkün değil. Ayrıca genel bir değer kaybı yaşandığı da bir gerçek! Ne eşyaya ne canlıya ne hayata ne zamana kıymet vermek çağın en büyük sorunlarından biri değil mi? Böyle böyle insanlık yozlaşıyor… Bu aşamadan sonra şiddeti-cinayeti yapan erkeğe ağır cezaların verilmesi, birtakım ilave haklarla kadının elinin kuvvetlendirilmesi maalesef çare olmuyor. Hatta kanunla eli kuvvetlendirilen kadın iftira ile başka bir erkeğin hayatını karartabiliyor. Yani kim azıcık güçlenirse elindeki imkânı zulme kullanmaya başlıyor.

SORUNLARIN TEMELİNDE YATAN SEBEPLER    

Bu sorunların temelinde elbette ki inanç sorunu yatar. Rabbimizin bazı sıfatlarına ve ahirete iman etmek kişinin kendine çeki düzen vermesi konusunda oldukça etkilidir. Mesela Rabbimizin her şeyi gören ve duyan olduğunu bilmek, kâinatı yaratanın kendisine baktığını, amellerini yazdığını ve bir gün gelip hesap soracağını bilmek kişinin davranışlarına dikkat etmesini sağlayacak en önemli etkendir. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanları ilk olarak bir olan Allah’a ve ahiret gününe iman etmeye davet etmişti. Kelime-i Tevhidi anlatma yani bizleri yaratan Allah’a, O’nun koyduğu kanunlara teslim olmaya davet etmekle birlikte bir de ansızın tıpkı bir baskın gibi gelebilecek olan ölüm ve kıyamete karşı kendilerini korumaları gerektiğine dikkatleri çekmişti.

İnsanın başıboş olmadığına ve kendisini başıboş bırakmayan yaratıcısının her an onu duyduğuna ve gördüğüne inanması, kişi için bir fren gibi hayatındaki kazalardan korumaya muktedir bir bilinçtir. Nasıl ki bir çocuk bile annesi evde yokken cesaret edebileceği birtakım zararlı işlere evde bir yetişkin olduğunda cesaret edememekte, başıboş olmadığının farkında olmakla birlikte yapacağı birtakım yanlışlardan vazgeçmektedir. Kur’an-ı Kerim de “İnsan başıboş bırakıldığını mı sanıyor?”1 ayetiyle bu konuya dikkat çeker.

Diğer önemli bir nokta ise israf çağında olup insanda genel anlamda kıymet bilmezliğin had safhaya ulaşmasıdır. Kur’an-ı Kerim insanı kâinatı tefekkür etmeye davet eder. “Bakmazlar mı gökyüzüne, bakmazlar mı dağlara, bakmazlar mı deveye nasıl yaratılmış!”2 Rabbimiz bizleri mahlukata bakıp onun yaratılışındaki kudreti, zarafeti, güzelliği görmeye davet eder. Görüp kıymet bilmeye... Bir çiçeği birkaç saniye incelemeye kalkan bir insan ondaki canlılığı, rengi, bir hayatın var olduğunu hissettiğinde onu koparamaz hale gelmektedir. Böyle böyle kalpte rikkat (incelme) oluşacak ve etrafındakilerin hayatına önem vermeyen pervasız davranışlar kaybolmaya başlayacaktır. Bu insani duyguların muhafazası için önemli bir yöntemdir. Tefekkür kişiye Rabbini; O’nun kudretini, ilmini, sıfatlarını, kendini; insanlığını, acizliğini, sorumluluklarını tanıtır. Tefekkür insanın bakışını değiştirir; kıymet bildirir, emeğe saygı hissettirir, yokluğun acısını tattırır, ayrıca insanı düşünen bir varlık haline dönüştürür. Düşünmeye alışan insan düşüncesizce, pervasızca davranışta bulunamaz hale gelir. İnsan kazandığı bu alışkanlıkla bir şey yapmadan önce artık her yönden enine boyuna düşünecektir. Bu alışkanlık kazanıldığında artık öfkesi bile onu düşünmekten alıkoyamaz, en zor anında dahi hesapsız iş yapmaktan kaçınır hale gelecektir. Bunların hepsi bir denge ve insana bir ayar vermedir.

Burada ele aldığımız İMAN ve TEFEKKÜR gibi konular toplumsal sorunlarımıza manevi reçetelerden bir bölümdür sadece ancak bunun bir de eğitim boyutu var. Henüz çocuk yaşlarda ailede başlayan eğitim! Mesela Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadisinde “Sizin en hayırlınız ailesine karşı en hayırlı olanınızdır”3 buyurmaktadır. Bunun gibi bazen erkeğe bazen kadına tavsiye içerikli hadisler ışığında baktığımızda bile çare bakımından çok şey görmek mümkün. Bu hadise “Peygamberimin tavsiyesi” diyerek kıymet veren bir baba bu doğrultuda eşine çocuklarına hayırlı olma gayretine girdiğinde hem ailesine huzur verecek, gerektiğinde sabırlı davranmak zorunda kalacak, gerektiğinde merhamet göstermek için kendisini zorlayacak hem de çocuklarına böyle bir örneklik göstermiş olacaktır. Yani çocuk öncelikle babasından şiddet değil merhamet görmelidir. Sadece kendisine değil annesine, çevresine, bir kediye, bir çiçeğe karşı bile merhamet duygusunu öğrenmelidir. Bir adam Allah Rasulü’nün yanına geldiğinde O’nu torununu sevip okşarken gördü ve “Ya Rasulallah! Benim o kadar çocuğum var daha bir tanesi öpmemişim” dedi. Bunun üzerine Efendimizin ona verdiği cevap çok etkilidir; “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”4 Yani gün gelip sen de merhamete muhtaç kalacaksın, belki de çocuğundan merhamet bekleme durumuna düşeceksin, yahut Allah’tan aktır. Merhamet dileneceksin, o halde merhamet et ki sana da edilsin! Peygamberimiz döneminde böyle ince dokunuşlarla ilmek ilmek insanlık, medeniyet işlenmiştir toplumun vicdanına.

Kur’an’ın ve Allah Rasulü’nün eğitiminde temelden çözümler mevcuttur. Yani kanser hücreleri bütün vücudu sardıktan sonra değil daha en baştan önlem sayılabilecek noktalara temasla toplum tedavi edilmektedir. Böylesi çözümlere gidilmediğinde öncelikle insanlık sonrasında insan yok olmaktadır. Bugün maalesef devletlerin görevi suç işleyenleri cezalandırmaktan öteye gitmemektedir. Yapabildikleri tek şey bu mu olmalıydı! Suçların önüne, cezaları ağırlaştırmaktan başka bir engel konulmamaktadır. Kişide iman ve irade zayıflayıp, ahlaksızlık arttığında bırakın çevresini önemsemesini kendi hayatını bile önemsemez hale geldiğinde verilecek cezanın bir ehemmiyeti kalır mı, nitekim bugün de kalmamıştır. Zaten hayatta bir gayesi olmayan insanlar kıymet verdikleri bazı değerlerine de zarar geldiğinde sadece başkasının hayatını değil kendi hayatını dahi hiçe saymaktadır. Yok mu böyle misaller? Önce eşini, çocuklarını sonra kendini öldürenler mesela... Bunlara ne ceza verilecek!! Eşine çocuklarının önünde bıçak çekme noktasına gelen bir insanın hayatında, yaşamak için başka bir değer kalmış mıdır artık! Dolayısıyla sunulan tek çözüm olan cezaların arttırılması da burada fayda sağlamamaktadır. Geriye kalan tek şey teslim olmaktır. Teslim olmak için ise iki seçenek var. Biri bu toplumsal çöküşe teslim olmak ve her gün yeni cinayetlerin olmasını bekleyip cezasını vermek! İkincisi: Rabbimizin terbiye ve eğitim metoduna teslim olmak ve sorunları onun ışığında temelden çözmeye çalışmak!

Böylesi problemlerde cinayeti gerçekleştiren erkek suçlanmaktadır, kadının yardım çağrısına icabet etmeyen polis suçlanmaktadır, savcı suçlanmaktadır hatta “ne yaptı da kocası kendini öldürdü” diyenler açısından kadın dahi suçlanmaktadır ama asıl suçlunun kim olduğu asla konuşulmamaktadır. Bu kadını, bu erkeği bu dereceye getiren içinde Allah inancı olmayan, kutsalı olmayan, Rabbani bir eğitim metodu olmayan, insanı insan olmaktan uzaklaştıran, merhametsiz hale getiren, saygısızlaştıran, suçlar ve günahlar da dahil her alanda özgürleştiren (!) (mimsiz) medeniyet (!) suçlanmamakta, konu buraya taşınmaktan kaçınılmaktadır.

Acil çağrı merkezleri kurulmakta, kadın koruma evleri açılmakta, hapishanelerin sayısı arttırılmakta ama milyonlarımızın geçtiği ve topluma bu manada fayda vermediği açık olan eğitim sistemi tartışılmamaktadır. Çocuğa Allah inancını vermek isteyen öğretmen bağnaz kabul edilmekte, her insanın kalbine bir iman bekçisi dikmek mümkün iken bunun yerine her kapıya bir polis dikmenin gayreti içine girilmektedir. Uzmanlar bile polisi suçladığı kadar öğretmenleri, eğitim sistemini sorgulamamaktadır. Açıkçası bu tür olaylarda polis suçlanabilecek en son kişidir, çünkü onun görevi suçluyu yakalamaktır. Toplumu suçlardan korumak ve suçları engellemek ise eğitimcilerin işi olmalıydı. Şimdi polisten suç işleme ihtimali olanları takibe alması istenmektedir. Yani maalesef tüm toplumu! Bu mümkün müdür?

İçinde Allah inancı, ahiret- hesap bilinci olmayan eğitim sistemleri ile insanlığı mahvettiler. Çocuklara peygamberleri, salihleri, alimleri değil de birçoğu iğrenç ve pervasız hayatlara sahip popçuları, topçuları model göstermekle bir nesli hakikatlere karşı kör ettiler.

Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin bu konuda çok isabetli bir tespiti var; insanı suçlara karşı frenleyen iki şey vardır, biri iman diğeri irade! Maalesef ikisini de yok ettiler!

O halde bundan sonra ya gerçek çözümlere dönme kararı alacağız ya da frensiz giden insanlığın yeni kazasının ne olacağını hep beraber beklemeye duracağız...

Allah neslimizi muhafaza etsin…

1.        Kıyamet, 36

2.        Gaşiye, 17-20

3.        Tirmizi

4.        Buhari, Edep 18