Alıntı

UHUVVET RİSALESİ

Paylaş:

Müminlerde nifak ve şikak (muhalefet etmek), kin ve adâvete (düşmanlığa) sebebiyet veren tarafgirlik, inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece (kişisel durumuna göre) ve hayat-ı içtimaiyece (sosyal durumuna göre) ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur (reddedilmiş), muzır (zararlı) ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.

Birinci Vecih:

Hakikat Nazarında Zulümdür:

Ey mü’mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam! Nasıl ki sen bir gemide veya bir hânede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark (batırma) ve o haneyi ihrak (ateşe vermek)etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta (gökyüzüne) işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ bir tek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.

Aynen öyle de sen, bir hane-i Rabbâniye (Allah’a ait olan ev) ve bir sefine-i İlâhiye (Allah’a ait gemi) olan bir mü’minin vücudunda, imân ve İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi sıfat-ı mâsume (masum özelliği) varken, sana muzır (zararlı) olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden, ona kin ve adâvet bağlamakla o hane-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakına, tahrip (harab etme) ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şenî (çirkin) ve gaddar (acımasız) bir zulümdür.

İkinci Vecih:

Hem Hikmet Nazarında Dahi Zulümdür:

Zira malûmdur ki, adavet ve muhabbet, nur ve zulmet (sevgi ve zulüm) gibi zıttırlar. İkisi, mânâ-yı hakikîsinde olarak beraber cem olamazlar.

Eğer muhabbet, kendi esbabının rüçhaniyetine göre bir kalpte hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecazî olur, acımak suretine inkılâp eder. Evet, mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle (baskıyla-zorlamayla) değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için, nass-ı hadisle (hadis hükmü ile), “Üç günden fazla mü’min mü’mine küsüp kat-ı mükâleme (konuşmayı kesme) etmemelidir.”1 Eğer esbab-ı adâvet (düşmanlığı gerektiren sebepler) galebe çalıp, adâvet, hakikatiyle bir kalpte bulunsa, o vakit muhabbet mecazî olur, tasannu (yapmacık hareket) ve temellük (dalkavukluk) suretine girer.

Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mü’min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünkü nasıl ki sen âdi, küçük taşları Kâbe’den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud’dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de Kâbe hürmetinde olan imân ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsâf-ı İslâmiye (İslamî vasıflar) muhabbeti ve ittifakı istediği hâlde, mü’mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı imân ve İslâmiyet’e tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın.

Evet, tevhid-i imanî (iman birliği), elbette tevhid-i kulûbu (kalplerin birliği) ister. Ve vahdet-i itikad (inanç birliği) dahi, vahdet-i içtimaiyeyi (sosyal birliği) iktiza eder.

Evet, inkâr edemezsin ki sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Hâlbuki imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-ı İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.

Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir… Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir…  Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir, ona kadar bir, bir…

Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak (uyum) ve ittifakı (birlik), muhabbet ve uhuvveti iktiza (gerektiği) ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde, şikak (ayrılık) ve nifâka (bozgunculuğa), kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip, mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete (sevgiyi gerektiren sebeplere) karşı bir istihfaf (hafife alma) ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın!

Üçüncü Vecih

Adalet-i mahzâyı (kusursuz adalet) ifade eden  “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez”2 sırrına göre, bir mü’minde bulunan câni bir sıfat yüzünden, sair (diğer) mâsum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adâvet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu ve bahusus bir mü’minin fena bir sıfatından darılıp, küsüp, o mü’minin akrabasına adâvetini teşmil etmek, “Muhakkak ki insan çok zalimdir”3 sîga-i mübalâğa ile gayet azîm bir zulüm ettiğini, hakikat ve şeriat ve hikmet-i İslâmiye sana ihtar ettiği hâlde, nasıl kendini haklı bulursun, “Benim hakkım var” dersin?

Hakikat nazarında sebeb-i adâvet (düşmanlık sebebi) ve şer olan fenalıklar, şer ve toprak gibi kesiftir (katıdır); başkasına sirayet ve in’ikâs (yansıma) etmemek gerekir. Başkası ondan ders alıp şer işlese, o başka meseledir. Muhabbetin esbabı olan iyilikler, muhabbet gibi nurdur; sirayet ve in’ikâs etmek (yansımak) şe’nidir.(özelliğidir) Ve ondandır ki, “Dostun dostu dosttur” sözü durub-u emsal (atasözleri) sırasına geçmiştir. Hem onun içindir ki, “Bir göz hatırı için çok gözler sevilir” sözü umumun lisanında gezer.

İşte ey insafsız adam! Hakikat böyle gördüğü hâlde, sevmediğin bir adamın sevimli, mâsum bir kardeşine ve taallûkatına (yakınına, akrabasına) adâvet etmek ne kadar hilâf-ı hakikat (gerçek dışı) olduğunu, hakikatbîn (hakikati anlayan) isen anlarsın.

Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı “Mü’minler ancak kardeştirler”4  kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun (korunma-sığınma) ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.

Malûmdur ki iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede (denge) bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, “Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir”5  düstur-u âliyeyi (yüce düsturu) düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyevîden ve şekavet-i uhreviyeden (ahirette kötü duruma düşmekten) kurtulunuz.*

*22.Mektub’tan kısaltılmıştır.

1- Buhari, Edeb

2- En’âm, 164

3- İbrahim, 34

4- Hucurat, 10

5- Buhari