Tefsir

Ümmetimin İçinde Öyleleri Var Ki...

Paylaş:

Seyyid KUTUB

   “Eğer onlara ‘canlarınızı feda ediniz’ ya da ‘yurtlarınızdan çıkınız’ diye emretmiş olsaydık, pek azı dışında, bunları yapamazlardı. Oysa eğer onlar kendilerine verilen öğütleri tutsalardı, bu haklarında hayırlı ve güvenceli bir tutum olurdu. O zaman onlara tarafımızdan büyük bir mükâfat verirdik. Kendilerini kesinlikle doğru yola iletirdik.”1

   İslam, her normal yaradılışlı, sağlıklı fıtratlı insanın kabul edeceği bir dindir. Bu din küçük bir azınlığa gelmedi, bütün insanlara geldi. İnsanlar yükümlülüklerini yerine getirebilme açısından farklı madenler, değişik renkler gibidirler. Farklı dereceli zümreler oluştururlar. Oysa bu din tümüne kendilerinden istenen görevleri yapma ve sakındırıldıkları günahlardan uzak kalabilme imkânını tanımaktadır.

   Okuduğumuz ayetlerin ilkinde sözü edilen ‘cana kıyma’ ve ‘yurttan çıkma’ eylemleri iki ağır yükümlülük örneğidir. Eğer yüce Allah insanlara bu yükümlülükleri emretseydi, pek az kimse dışında onları yapabilen bulunmazdı. Bunlar emredilmedi. Çünkü yükümlülüklerin amacı insanların ezici çoğunluğunun gücünü aşmak, ezici çoğunluğu cendereye sokmak değildir. Tersine ilahi sistemin amacı yükümlülüklerini herkesin yerine getirmesi, herkesin onların gereğini yapabilmesi, normal ve ruhen sağlıklı herkesin iman kervanına katılmasıdır. Nitekim İbn-i Cureycin, Musenna İshak Ebu Ezher yolu ile İsmail’e dayanarak bildirdiğine göre sahabilerden Ebu İshak Subeyî şöyle diyor: “Eğer onlara canlarınıza kıyınız…” diye başlayan ayet inince arkadaşlarımızdan biri: “Eğer bize böyle bir emir verilseydi, onu yerine getirirdik. Bizi böyle bir yükümlülükten muaf tutan Allah’a hamdolsun” dedi. Bu söz Peygamberimizin kulağına varınca O, şöyle buyurdu: “Benim ümmetim içinde öyleleri var ki, kalplerindeki iman yalçın dağlardan bile daha sarsılmazdır.”

   Peygamberimiz, eğer ağır yükümlülükler emredilseydi, ümmetinin içinde bunların üstesinden gelebilecek olanların bulunduğunu biliyordu. Fakat Peygamberimiz bunun yanı sıra bu dinin sırf bu küçük insan azınlığı için gelmediğini de biliyordu. Yüce Allah bizzat yarattığı bu insanın yapısını ve gücünün sınırlarını biliyordu. Bundan dolayı bütün insanlar için gelişmiş olan bu dinde iyi niyetli, amacı Allah’a itaat etmek olan, küstah ve umursamaz olmayan herkesin kolaylıkla yapabileceği görevleri emretti.

   Bu gerçeği vurgulamak; insanı çözülmeye, hayvanlık düzeyine inmeye çağıran, yıkıcı yaygaralara karşı koymak açısından özellikle önem taşır. Bu yaygaraların iddiasına göre; “insanın realitesi, karakteristik yapısı, yaratılışı ve kapasitesi budur. Din “idealist” bir çağrıdır, o şu dünya pratiği içinde gerçekleşmek için gelmedi, onun yükümlülüklerini bir kişi yapabilirse yapamayan yüz kişi vardır.” Bu iddia yalandır, bir; aldatıcıdır, iki; cahilcedir, üç. Çünkü bu iddia, insanı yaratan ve ona bu dinin yükümlülüklerini emreden yüce Allah’ın bildiği, tanıdığı gibi insanı bilip tanıma imkânından yoksundur. Yüce Allah bu kapsamlı bilgisi ile bu yükümlülüklerin sıradan insanın kapasitesini, gücünün sınırlarını zorlamadığını biliyor. Çünkü bu din, seçkin bir azınlığa gelmedi ki!

   Gerekli olan şey sıradan insanın gayreti, samimiyeti ve yola koyulması, ilk adımı atmasıdır. O zaman Yüce Allah’ın, görevini yapanlara yönelik vaadi devreye girer. “Oysa eğer onlar kendilerine verilen öğütleri tutsalardı, bu haklarında hayırlı ve güvenceli bir tutum olurdu.” Görüldüğü gibi insana düşen sadece yola koyulmak, ilk adımı atmaktır. Arkasından Rabbine itaat etmek, Yüce Allah’ın yardımı, yola devam etmeyi güvenceye bağlayan desteği imdada yetişir. Bunu büyük mükâfat izler, onu da doğru yola iletmek izler. Yüce Allah doğru söylemiştir. Allah kullarını -haşa- aldatmaz, onlara yerine getirmeyeceği vaatlerde bulunmaz, onlara sadece doğru olanı söyler. “Kim yüce Allah’tan daha doğru sözlü olabilir?”2

   Yalnız bu sistemin kolaylığı “istisnaî kolaylık (ruhsat)” demek değildir. Yani bu dindeki istisnai kolaylıkları bir araya getirerek, sırf bunların toplamını hayat sistemi hâline getirmek değildir vurgulamak istediğimiz kolaylık. Bu dinde normal emirler (azimetler) de vardır, istisnai kolaylıklar (ruhsatlar) da. Normal emirler asıldır, istisnai kolaylıklar geçici şartlar içindir.

   Kimi zaman bazı samimi ve iyi niyetli davetçiler, insanları bu dine çekebilmek için bu ‘istisnaî kolaylıklara’ sarılırlar, onları bir araya getirerek meydana getirdikleri toplamı insanlara din diye sunarlar, arkasından onlara “Bakınız, bu din ne kadar kolaydır” derler! Bir de bazı yağcılar vardır. Bunlar devlet yetkililerinin ve halk yığınlarının ihtiraslarını pohpohlamak, keyfi doyuma erdirmek peşindedirler. Bu amaçla İslam’ın hükümleri ve nasları arasında ‘sızma noktaları’ ararlar ve bulabildikleri bu sızma noktalarının toplamını din diye ortaya koyarlar.

   Bu din ne odur ve ne de budur. O azimetleri ve ruhsatları ile parçalanmaz bir bütündür. O bu niteliği içinde insanlar için kolaydır, sıradan insan eğer gayret ederse onun gereklerini yerine getirebilir ve insan oluşunun sınırları içinde kendine özgü kemal, olgunluk derecesinin son noktasına ulaşabilir. Tıpkı aynı bahçede yetişen meyvelerin, kendilerine özgü olgunluğa ermeleri gibi… İçinde üzüm, şeftali, armut, dut, incir ve salatalık yetişen bir meyve bahçesi düşünelim. Bu meyvelerin hepsinin tadı aynı olmaz. Ama bu meyvelerden herhangi biri kendine özgü olgunluk düzeyine erince, tadı bir başka meyveden azdır diye, “olgunlaşmadı, hamdır” denemez. Bu dinin bahçesinde salatalık da zeytin de nar da elma da ayva da üzüm de incir de yetişir ve hepsi de olgunlaşır. Tatları ve sululuk oranları farklı olur, ama hepsi de olgunlaşır, kendileri için mümkün olan kemal derecesinin son noktasına ulaşırlar. Bu Allah’ın tarlasında, Allah’ın gözetimi altında ve Allah’ın sağladığı kolaylıklar eşliğinde gerçekleşen bir ilahi üretim sürecidir.

  1. Nisa, 66, 67, 68
  2. Nisa, 87