Kapak

Ümmetin Geleceğini İnşa Etmek

Paylaş:

Bismillahirrahmanirrahim. Yaşadığımız çağ hiç olmadığı kadar karanlık bir çağ, yaşadığımız coğrafya eşi görülmemiş zulüm ve katliam bölgesidir. Müslümanlar olarak ise tarihte hiç görülmedik perişanlık içindeyiz. 1500 yıla yakın İslam tarihi içinde İslam’ın devletsiz, Müslümanların halifesiz bir dönemi hiç olmamıştı. Bugün İslam ve Müslümanlar olarak tüm zamanların zayıflığını, garipliğini yaşamaktayız.

Tüm İslam coğrafyası “Allah’ın ipi olan Kur’an’a sarıl”1 emrine uymamanın, dünyaya önem verip ahireti unutmanın bedelini çok ağır şekilde ödedi, ödemeye devam ediyor. Müslümanlar ve onların liderleri konumunda olan yöneticiler, Allah’ın kendilerine verdiği devlet, güç ve birlik olma (ümmet) nimetinin hiçbir zaman ellerinden gitmeyeceğini zannetmişlerdi. Kâfir güçlerin hep zayıf, Müslümanların ise her zaman galip ve güçlü olacağını sandılar. Oysa böylesi bir düşünce, İslami anlayışa ve vahye tamamen aykırıdır. Zira Allah’ın Müslümanlara vadettiği hâkimiyete ve güce sahip olmak için vazifeye sadakat şarttı. Bu vazife “Halife” unvanıyla yeryüzünü imar etmek, kulların değil Allah’ın istediği bir medeniyet için çalışmaktı. İslam’ın hâkimiyeti son bulduğundan beri ne dünya ne insanlık âlemi ne de Müslümanlar huzur gördüler. Günümüzde Müslümanlar zayıf, İslam düşmanları ise güçlü durumdadırlar. Çünkü Müslümanlar tembelliği onlar çalışmayı tercih ettiler, Müslümanlar bölünüp parçalanmayı onlar ise birlik olmayı tercih ettiler. Bunun tabii sonucu olarak da Müslümanlar hadiste ifade edildiği gibi selin üzerindeki çer çöp gibi oldular.

Her ne kadar günümüz Müslümanlarının ezilmişliği, İslam’ın hâkimiyetinin ortadan kalkması tüm dertli mü’minleri mahzun etmiş ve karamsarlığa sebep olmuş olsa da ne var ki İslam ve onun yüce Kitabı Kur’an bizi bize bırakıp moralimizin bozulmasına ve ümitsizliğe düşmemize müsaade etmez. Mü’minlere hakikati hatırlatır ve karamsarlıktan kurtararak şöyle buyurur: “(Ey Mü’minler!) Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimselerseniz üstün olan sizlersiniz.”2 O halde esas mesele iman sahibi, hakiki mü’min sıfatına sahip olan insanların ortaya çıkmasıdır. Bu insanlar ve bunların oluşturduğu İslam cemaati ne zayıftır ne de olaylar karşısında üzülürler. Çünkü onların üstünlüğünü kâinatın Rabbi ilan etmektedir. Meşhur sözle söylersek: İman varsa imkân vardır.

YENİDEN DİRİLİŞ İÇİN RABBANİ EĞİTİM

Şüphesiz her nimetin bir bedeli, her başarının bir karşılığı vardır. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, davet görevine başladığında kendisine nazil olan Kur’an ile yeni bir toplumun temelini attı. Cahiliye sistemi içinde yetişen insanları vahyin eğitimine aldı, onlarla yeni bir toplum ve yeni bir medeniyet inşa etti. Kur’an önce iman ile işe başlar, insanların hayatlarını işgal eden çoklu ilah anlayışından tek ilah anlayışına davet ederek Tevhid hakikatini zihinlere yerleştirir, ardından tüm hayatı yeni inanca göre şekillendirir. Bununla insana hem kaybolmuş şerefini iade eder hem de yeryüzünün en değerli davası için ona vazife verir.

La İlahe İllallah şüphesiz yeni inancın merkezini oluşturmaktaydı. Sadece Allah’a kulluğa aynı zamanda tüm otoritelere başkaldırmaya çağıran bu cümle, önce kalplerde sonra hayatlarda en sonunda da toplumlarda devrimler yapmıştır. O halde sahabe nesli nasıl Rabbani eğitim ile önce iman eğitiminden geçmişse şimdi de Müslüman fertler önce Tevhid merkezli İMAN eğitiminden geçmelidir.

Zihinlere ve kalplere yerleşen Tevhid akidesi süratle hayatları değiştirmektedir. İnsanı Tevhitten daha hızlı ve daha sağlam değiştiren bir inanç yoktur. Tüm hayatları Tevhid inancına göre değişen sahabe Radıyallahu Anhum derhal Allah’a ve Rasulü’ne itaate yöneliyordu. Bir taraftan namaz ile diriliş yaşıyorlar diğer taraftan müşrik toplumun alay, tehdit, baskı ve işkencelerine sabretmesini başarıyorlardı. Öyle ki mü’minler, ayette ifade edildiği gibi iman ve salih amelle diriliyor, hakkı ve sabrı tavsiye etmekle de insanları diriltiyorlardı.3 O halde iman salt ağızdan çıkan bir cümle değil; hayatları, alışkanlıkları değiştiren bir aksiyondur. Âlemlerin Rabbine teslim olanlar O’na itaatte zorlanmıyor, geceleri kıldıkları uzun namazlarıyla adeta İBADET aşığı oluyorlardı. Çünkü onlar Allah’ı tanımışlar ve sevmişlerdi.

Rabbani eğitim Allah’ın eğitmesi demektir. Kur’an ise bu eğitimin aracıdır. 23 yılda peyderpey nazil olan ayetler, yeni bir insan yeni bir toplum inşa ediyordu. İman ve itaatle Rablerine kulluğu özümseyenler, hayatlarını süsleyen güzel ahlakla da bulundukları toplumda dikkat çekiyordu. Başta Allah’ın hakları olmak üzere; ebeveynin, karısının, çocuklarının ve her hak sahibinin hakkını gözeten birer numune insan olmuşlardı. Öyle ki; daha önce hiç kimsenin şahit olmadığı davranışları Hz. Peygamber’e iman edenler sergiliyordu. Bir gün Hz. Ali Radıyallahu Anh savaş esnasında bir düşmanı yere yatırıp kılıcını boğazına dayayınca adam Hz. Ali’nin yüzüne tükürmüş, Hz. Ali de onu serbest bırakmıştı. Niçin serbest bıraktığı sorulunca da şöyle cevap vermişti: “İlk önce öldürseydim, Allah için öldürmüş olacaktım. Ama yüzüme tükürdükten sonra öldürseydim, kendi nefsim için öldürmüş olacaktım.” Evet, bu ahlak yüce bir ahlaktır ve bu ahlak Tevhidle yetişen sahabenin ahlakıdır. Bugün de İslam davetçileri GÜZEL AHLAK sahibi olmalıdır. Bunun yolu ise Rabbani eğitimden geçmektedir.

İslam’la şeref kazanan, Kur’an ile hayatları değişenlerin en önemli vazifesi, başka insanların hidayeti için çalışmak olmalıdır. Zira bu, Allah’ın mü’minlere yüklediği bir görevdir. Allah’ın dünyasında yaşadığı ve O’nun verdiği nimetlerle hayatını sürdürdüğü halde insanları kendine kul yapmak isteyen güçler ile onlara gönüllü itaat edenlerin uyarılması ve bundan vazgeçirilmesi için emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker görevi ara verilmeden yapılmak zorundadır. Bir yandan davet, tebliğ ve irşad ile insanlar Allah’a davet edilirken bir yandan zalimlerin, tağutların insanları kendilerine kul-köle yapmalarına karşı, Allah yolunda cihad daimi surette devam etmelidir. Unutulmamalıdır ki; cihatsız bir din asla İslam değildir. Kur’an-ı Kerim’de kırktan fazla ayette cihad konusunun işlenmesi, ayrıca tüm Peygamberlerin kavimlerinden kâfir olanlarla yaptığı mücadele, cihadın İslam’daki yeri ve önemini anlatmaya kâfidir. O halde Müslüman şahsiyetlerin oluşmasında sahabede olduğu gibi bugün de CİHAD şuuru önemli bir yer tutmaktadır ve asla İslami eğitimde ihmâl edilmemelidir. İslam düşmanları cihad kavramından haz almıyorlar diye bizler Kur’ani bir kavram olan cihadı hayatımızdan çıkarmamalıyız. Zira Kur’an’da Peygamberimiz’e şu çağrı yapılmaktadır: “Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara sert davran.”4

Ümmetin geleceğinin inşası ve Müslümanların yeniden özüne dönmesi, insanlığın huzuru ve kurtuluşu için bir zorunluluktur. Bu ulvi gaye için öncü bir nesil yetiştirmek ise mü’minlerin ve İslam cemaatlerinin üzerine vazifedir. Bu neslin yetiştirilebilmesinin yolu ise, Rabbani eğitim modelini tatbik etmektir. Allah Azze ve Celle, geleceğimizin İslami dirilişinde Rabbani ve öncü nesillerin yetiştiğini görebilmeyi bizlere nasip eylesin.

  1. Al-i İmran, 103
  2. Al-i İmran, 139
  3. Asr, 3
  4. Tevbe, 73