Makale

Yaratmak Da Hükmetmek De Yalniz Allah’a Aittir

Paylaş:

Hakikatte insan fıtraten Allah’ı bilir. Ruhlar âleminde Rabbimize verdiğimiz söz de bunun göstergesidir. Ayette ifade edildiği üzere Allah Azze ve Celle, ruhlar âleminde ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye sormuş bütün ruhlar da ‘Evet, Sen bizim Rabbimizsin’ demişlerdir.1 Fakat ne yazık ki Allah’ın huzurunda boyun eğerek hakkını itiraf eden bu ruhlar, dünyaya gönderilince Allah’ı tanımamazlıktan gelmeye başladı. Sanki Allah’ın huzurunda söz veren onlar değildi, sanki bilmiyorlar, tanımıyorlardı.

Verdiği sözü de, Rabbini de tamamıyla unutan bu ruha, Allah Azze ve Celle peygamberleri ve kitapları vasıtasıyla kendisini bir kez daha tanıttı, anlattı. Fakat dünyaya gönderilmesiyle şeytan, nefis ve çevrenin baskısı altındaki insanın, kendisine bildirilen şekliyle yaratan ve yöneten, hükmeden, kanunlar koyan, yol gösterip yönlendiren bir ilaha inanmak işine gelmedi. Çünkü böyle bir ilaha inandığı takdirde, nefsinin istediği şekilde davranamayacak, istediği gibi yaşayamayacak, emirlere ve yasaklara uymak zorunda kalacaktı... İşte bu sebepten insanoğlu Allah’ı bütün vasıflarıyla kabullenmektense, kendi istediği vasıflarla bezediği bir Allah’a inanmayı tercih etti ve zamanla Allah’ın vasıflarından; rahatını bozmayan, hayatına karışmayan kısımları aldı, diğerlerini bıraktı. Böylece insan Allah’a, Allah’ın istediği şekliyle değil de kendi istediği şekliyle inandı.

İşte tarihe dayanan mücadelenin sebebi de burada yatmaktadır. Ve işte bu sebep ki ona dayanarak büyük bir dava ortaya çıkmıştır. Dava şudur; Allah’ın kâinatı ve insanları yarattığı hakkında şüphesi olmayan insanın, yönetici ve kanun koyucu olarak da Allah’ı kabul edip, O’na teslim olup, boyun eğmesi gerekliliğidir. Zira insanlık, tarihin hiçbir devrinde bir yaratıcının olmadığı, kâinatın kendi kendine var olduğu’ fikrini benimsememiştir. Ateizm olmuştur ama hiçbir devirde insanların çoğunluğu tarafından kabul gören bir fikir olmamıştır. Bu fikri benimseyenler dikkate değer bir kitleye hiçbir zaman ulaşmamıştır. İnsanoğlu her zaman yaratan ve kâinatı idare eden bir ilaha inanmıştır. Çünkü kâinatın insan gücünün üstünde bir kudret tarafından idare edildiğini anlamak zor değildir. Öyle ya her gün güneş doğuyor, batıyor, rüzgâr esiyor, yağmur yağıyor. Her şey bir düzen ve ahenk içinde işliyor. Ve insan biliyor ki; yağmur yağmasa, âlimi, cahili, profesörü, talebesi, bütün insanlar birleşse yağmuru yağdıramazlar. Doğmayan güneşi doğuramaz, batmayan güneşi batıramazlar. Bunlara gücünün yetmediğini gören insanoğlu için kâinatı idare eden bir ilahın varlığına inanmak açık bir hakikattir. Evet, onların anlayışında tüm kâinatı ve insanları yaratan Allah’tır ve tüm kâinat üzerinde yetkisi olan da O’dur. Bu yetkisi ile kâinata hükmetmekte ve yönetmektedir. Bu sebeple Mekke’de Peygamberimizle mücadele eden Mekkeliler dahi ‘Gökleri ve yeri yaratan kim?’ sorusuna,    ‘Allah’tır’ demekten kendilerini alıkoyamamışlardır.2

İnancın buraya kadar olan kısmında insanlar yanılmadılar ve doğruya ulaştılar. Fakat bu kadarlık bir inanç insanları doğruya ulaştıramadı. Çünkü Allah’ın istediği inanç şekli Tevhid idi. Tevhid ise, her alanda Allah’ı birlemek demektir. İnsanları yaratma hususunda ‘Allah birdir’ diyen insan, onların yönetimine gelince başkalarının peşinden gidiyor ve Allah’ın yönetim hakkını insanların yetkisine bırakıyor ya da nefsinin ve şeytanın peşinden gidiyorsa orada ikilik oluşmuş, birlemek bozulmuş demektir. Tevhid der ki; kâinatı yaratan da bir, kâinatı yöneten de bir, insanları yaratan da bir, insanları yöneten de bir, yani hepsi aynı ve tek ilah. Eğer insan, ‘Kâinatı yaratan bir, yöneten de bir, insanları yaratan bir fakat insanları yöneten Allah olmamalı, başkaları da yönetebilir.’ derse, işte bu ikilik oluşturmak demektir ki, İslam literatüründe böyle bir Allah inancına şirk, böyle inanan kişiye de müşrik yani ortak koşma denir. Bu ortak koşmayı, gücünün yetmeyeceğini düşündüğünden kâinatı idare konusunda yapamayan insanoğlu, insanların idaresinde yapmıştır. Çünkü buna gücünün yetebileceğini düşünmüştür. Bu sebeple de tarih boyunca ve günümüzde hep insanları yönetmeye kalkan, Allah’ı insanların idaresine karıştırmayan, belirli fikirler ve düzenler adı altında insanlara kanunlar koyan insanlar, devletler, milletler olmuştur.

Fakat bunu yapmakla insan, büyük bir yanılgıya, çelişkiye ve dahi bedelini ödeyemeyeceği büyük bir hataya düşmüştür. Öncelikle bunu yaparak, büyük, güçlü ve hâkim bir ilaha meydan okumuş, O’nun hakkını elinden almaya, gasp etmeye kalkışmıştır. Öyle ki bu büyük ve güçlü ilah, hâkimler hâkimi iken, bu insanların Allah’a inançlarında yakıştırdıkları makam, (haşa) hizmetçilik makamı olmuştur. ‘Yani güneşi doğdurup onunla günümüzü aydınlatsın ve bizi ısıtsın, dinleneceğimiz geceyi var etsin, ay ve yıldızlarıyla ışıtsın, yağmurlar yağdırıp, topraktan bitirsin, onlarla bizi beslesin, yeryüzünde rahat etmemiz için her şeyi versin ve idare etsin. Biz ise O’nun yarattığı arzda O’nun verdiği nimetlerle rahatça yaşayalım. Fakat bu ilah bizim hayatımıza karışmasın, bize nasıl bir hayat yaşamamız gerektiğini öğretmesin, bize emir ve yasaklarıyla müdahale etmesin, bizi bıraksın, biz canımızın istediği gibi yaşayalım.’ demektir.

Şüphe yok ki insanların idaresi ve onlara kanun koymak insanın hakkı değildir. Hakkı olmayan bir yetkiyi sahiplenen insanoğlu doğal olarak bu makamın hakkını verememiş ve tüm insanlık bu yüzden büyük bir kaosa sürüklenmiştir. Bir insan olarak bile, sahibi olduğu herhangi bir şeyde başkasına yetki tanımayan insanoğlu, bu düşüncesiyle haddini aşmış ve Allah’a karşı bir haksızlık içerisine girmiştir. Çünkü “(İnsanlığa) Doğru yolu göstermek Allah’a aittir.”3 İnsan ise ilahlık sıfatlarıyla muttasıf değildir ki kurtuluş yolunu göstersin ve bu yolda onu mutlu etmeyi başarsın. Çünkü insanlığa doğru olan ve insanı mutlu edecek kanunlar koyabilmek için onu yaratmış olmak gerekir ki, insan insanı yaratmamıştır. Allah insanı yarattığı için onun nelerle mutlu olabileceğini en iyi bilendir. Hem koyduğu kanunların insan açısından ileride doğurabileceği faydaları ve zararları bilebilmeli ki bugün ona göre kanun koysun. İnsan ise gaybı bilmekten acizdir. Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilemez. Öyleyse bu cihetle de Allah, kanun koymada tek hak sahibidir. Hem öyle biri kanun koymalı ki, insanlardan hiç biriyle eşit olmamalı, koyduğu kanunlarla bir menfaat elde etmeyi beklememeli. Bu özellik de insanda yoktur. Bütün insanlık insan olma yönüyle birbirine eşittir. Kimsenin diğerine üstünlük ve hüküm koyma yetkisi yoktur. Eğer herhangi bir toplum diğerine hükmetmeye çalışırsa muhakkak bir menfaat gözetecektir. Menfaatsiz, sadece insanlığın mutluluğu için kanun koyacak olan yalnızca Allah’tır.

Hem insanda o merhamet de yoktur. İnsan insana merhamet etmez, insan insana özellikle de güçlüler zayıflara zulmedebilir. “Allah ise kullarına zulmedici değildir.”4 Sözün özü insan, insandır, Allah ise, ilah ve onu yaratandır. Elbette hüküm insan olanın değil, onu yaratanındır. Ev sahibi bile, evinde misafir olanların evde hükmetmeye kalkışmasına razı olmazken, nasıl olur da insanoğlu bütün acizlik ve noksanlıklarına rağmen, Allah’ın mülkünde misafir hükmündeyken O’nun hakkını gasp etmeye çalışır. İşte, tarihte ve günümüzde cereyan eden bütün haksız savaşlar, ölen milyonlarca insan, yaşanan tüm zulümler, sömürüler, terör, açlık ve sefaletlerin altında yatan sebep, Allah’ın hükmetme yetkisini bir takım insanların haksız yere gasp etmesi, yeryüzünün sahibi gibi davranmaya kalkışması ve geriye kalan (ki çoğunluktur) bir takım insanların ise onlara boyun eğip itaat etmesidir. Eğer insanlar değil de Allah hükmetmiş olsaydı, bu sorunların hiçbiri yaşanmayacak ve yeryüzü şu ankinden çok daha farklı bir noktada bulunacaktı.

İşte bu dava, bu yönüyle bütün insanlık adına, bütün insanlığı kurtarmak için yapılan en kutsal davadır. Çünkü bu hakikat, yeryüzünün en önemli hakikatidir. Bunun için mücadele vermek, Tevhid’e inanmış bütün Müslümanlara farzdır. Bu dava için mücadele ise kıyamete kadar hiç bitmeyecek bir mücadeledir. Öyleyse mücadelemizin temelini bilelim: “Yaratmak da Hükmetmek de Yalnız Allah’a Aittir.”5

1) A’raf 172

2) Ankebut 61, Lokman 25

3) Nahl 9

4) Enfâl 51,Hacc 10

5) A’raf 54