Başyazı

Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin 8 Kasım'daki Mahkeme Savunması

Paylaş:

30 Ocak 2018 tarihinde şafak operasyonu ile gözaltına alındıktan sonra 8 Şubat’ta tutuklu yargılanmasına karar verilen ve yaklaşık 10 aydır haksız yere tutuklu bulunan Başyazarımız Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin “Terör Örgütü Propagandası” iddiasıyla ilgili ilk duruşması 8 Kasım 2018’de Adana 11. Ağır Ceza Mahkemesinde gerçekleşti. Mahkeme, Hocaefendi’nin tutuksuz yargılanmasına karar verdi. Ancak Adana 4. Ağır Ceza Mahkemesinin “Furkan Vakfı Dosyası” sebebiyle tutuklu yargılanmasına devam kararı vermesi üzerine Alparslan Kuytul Hocaefendi tahliye edilmedi.

Bu sayımızda, Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin tarihe geçecek nitelikteki 8 Kasım’daki mahkeme savunmasını siz kıymetli okurlarımız için yayımlıyoruz.

 

YARGISIZ İNFAZA TABİ TUTULDUM!

Hâkim, sorularına dosyada yer alan ve 6 konudan biri olan Rus uçağı meselesiyle başlayarak; Alparslan Kuytul Hocaefendi’ye Rus uçağının düşürülmesine yönelik yapmış olduğu açıklamayla neyi kastettiğini sordu. Bunun üzerine Alparslan Kuytul Hocaefendi; “Bu konu ile ilgili daha önce soruşturma aşamasında savunma yapmıştım, o savunmalarımı aynen tekrar ediyorum” dedi ve ilave etti:

Rus uçağının düşürülmesine ilişkin yapılan sohbetin tarihi 15 Temmuz tarihinden çok öncesine aittir. Benim yargılamaya konu olan videolarda ne söylediğimin anlaşılabilmesi için önceki videolarımın da incelenmesi gerekmektedir. Savcılık makamı tarafından bu yapılmamıştır. Savcının ilk iddianamesiyle sonraki iddianeme aynı değildir, bunu mahkemede de ispat etmiştim. Hâkim Bey, “4 tane terör örgütü üyeliğinden suçlanıyorsunuz” dedi. Hâlbuki Emniyette bana verilen kâğıtta böyle yazmıyordu, sadece örgüt propagandası yazıyordu ancak mahkemede başka bir şeyden itham edildim.

BİZE KUMPAS YAPILDI

Gerek Emniyette gerekse de Sulh Ceza Mahkemesinde verdiğim ifademin bazı bölümlerini okumak istiyorum. Ben yargısız infaza tabi tutuldum, bu 6 konuşmadan ötürü mahkûm edildiysem, bunların bana sorulması gerekirdi. Bunlar bana sorulmadan tutuklama kararı verilmiştir. Bahsedilen 4 terör örgütünün hangileri olduğunu dahi bilmiyorum, hâkim hiçbir şey söylemeden ben tahmine dayalı DAEŞ olabileceğini ancak DAEŞ’in beni ölümle tehdit ettiğini söyledim. Eğer PKK ise onlarla ilgili çok defa konuştum, bu nedenle de tehdit altına alındık. O zamanki Sulh Ceza Hâkimi bana hiçbir şey söylemedi, suçlamaları açıkça anlatıp “savunma yap” demedi. Ben sadece tahminlere dayalı olarak savunma yaptım. Bahsettiğiniz örgüt FETÖ ise, 35 yılda kaç defa tehdit ettiklerini hatırlamıyorum. Benim bu örgütlerle suçlanmam akıl kârı değildir. Ben bu savunmaları da tahminen yaptım. Biz Emniyette 10 gün gözaltında kaldık, ifademizi son gün aldılar. Bize bir kumpas yapıldığını düşünüyorum. Zira ifademiz gece on ikide alınmaya başlandı, bir sonraki gün öğlen mahkemeye çıkartıldık. İki saatte dosyanın incelenmesi, ifadelerin incelenmesi mümkün değildir. Sonrasında tutuklandık.

Afrin ve Suruç ile ilgili bana bir kelime dahi sormadılar ancak beni bu iddialardan ötürü tutukladılar. Konuşmalar siyasi konuşmalardır, Savcının lehte ve aleyhte olan tüm delilleri toplaması gerekirken, bu deliller toplanmamıştır.

Bir insana suçlama yapılabilmesi için bütünlük kavramıyla irdelenmesi gerekmektedir. Kısmi konuşmalarım alınarak suçlama yapılmamalıdır. Geçmişteki konuşmalarım da incelenmemiştir. FETÖ, PKK, DAEŞ aleyhine yapmış olduğum konuşmalarımı Savcıya sundum ancak Savcının incelemeye niyetinin olmadığını gördüm. Bunlara bakmadı, okumadı ve iddianameye koymadı. Suçlamaya konu olan konuşmalarımın kırpılmış şekilleri delil olarak gösterilmesine rağmen darbeyi reddettiğim, terörü lanetlediğim yerler özellikle dosyaya alınmamıştır, buna iyi niyetle bakmak mümkün değildir.

PKK ile ilgili olarak görüşlerimin ne olduğunun anlaşılması için 28 Mayıs 2016, 18 Mart 2016 tarihinde yapmış olduğum bir konuşmanın içeriğini okumak istiyorum. Buna ilişkin yazılı savunmaları avukatım sunacaktır. Bunların çözümlemeleri ve hangi videolar olduğu avukatım tarafından da ayrıca bildirilecektir ancak bunların içeriğinden sizlere bahsetmek istiyorum.

Geçmiş yıllarda kendisini bir din adamı olarak tanıdığım 70 yaşlarında bir şahıs, İslam âleminin 70 farklı devlete bölünmesi caizse 71. de yani Kürdistan da caizdir dediğinde kendisine bu söylediğinin doğru olmadığını, yanlış düşündüğünü, İslam topraklarının bölünmesinin doğru olmayacağını söylemiştim.

PKK’lıların Türk bayrağını indirmesiyle ilgili 13 Haziran 2014 tarihli konuşmamda; “Bayrağı kim indirmiş bilemiyorum ancak kim indirmişse elbette bu bir millete yapılacak en büyük terbiyesizlik ve saygısızlıktır. Bayrak milleti temsil eder, bu bayrak Osmanlı’dan gelmiştir, bu bayrak geçmişten günümüze gelmiştir” diyerek bayrağın önemini bu şekilde açıklamıştım.

10 Ekim 2014 tarihli PKK’ya ilişkin konuşmamda; “Bir dava nasıl olur da insanların kendisine küfretmesine neden olacak bir hareket olur?” PKK’yı öven birisi bunları söyler mi? “İnsanları ateşe veriyorlar, bir dava bunu yapar mı? Bu terör değilse, o zaman terör ne, sen terör yapıyorsun.” PKK propagandası yapan bir kişi bu şekilde konuşur mu?

Selahattin Demirtaş ile ilgili konuşmamda; “Selahattin Demirtaş’ı kınıyorum, kısa siyasi hayatında insanları sokağa davet etti. 52 kişi ölmüştü. Hangi hakla sen bu insanları ölüme davet ediyorsun, bu senin siyasi tarihine kara bir leke olarak geçecektir” dedim.

Dağlıca ve Iğdır’da gerçekleşen PKK saldırıları ile ilgili yaptığım konuşmamda; “Kardeşim suçsuz günahsız askerin-polisin öldürülmesi doğru mu? Siviller öldürülüyor, asker-polis görevini yapmaktadır. Ana dilde eğitim hakkı isteyebilirsin ancak bunun için insan öldüremezsin, bunu herkes lanetlemelidir” dedim, daha ne diyebilirim? Benim gibi başka bir cemaatin hocası ya da bir gazeteci bu kadar sert bir konuşma yapmış mı? Bunlara benim kadar tepki gösteren ikinci bir hoca var mıdır?

Ben 1998’den beri Gülen Camiasını tenkit ediyorum.

29 Mayıs 1998 tarihinde, “Kendi cemaatlerindeki kızlara başlarını açmalarını söyleyenler hizmetin geleceği için “başlarınızı açın, peruk takın” diyenler bilsinler ki bu bir Yahudi anlayışıdır. Vallahi İslam düşmanlarını kandıramazsınız. Yarın peruk da takmayacaksınız derler, saçınızın peruk olup olmadığını araştırsalar ne yapacaksınız? Bir parti, bir holding kurmak için içkili bir etkinlik yapın derse onları da mı yapacaksınız? Bunun devamında Peygamberimizin haram ve helal dediği şeyleri reddettiniz, kendinizce hükümler koyuyorsunuz, dini bozuyorsunuz. Bundan sonra Müslümanların desteğini alacağınızı zannetmeyin” şeklinde konuşmalar yapmıştım. Bu konuşmalarım 1998 yılına ilişkindir. Bunu avukatım sunduğunda, video şeklinde izlediğinizde göreceksiniz.

5 Haziran 2010 yılında yapmış olduğum başka bir konuşmamda; Fethullah Gülen, Amerika’nın Irak’ı ilk işgalinde Irak’ta ölen çocuklara değil de İsrail’de ölen çocuklara ağladığını söylemişti. Bunu tenkit eden bir konuşma yapmıştım. Irak’ta ölenlere, şehit olanlara Amerikalılar bile ağlıyor ancak Fethullah Gülen’in bunlara ağladığını bir kez dahi görmedim. Dinler arası diyaloğu da reddettiğimi bu konuşma içerisinde belirtmiştim. Gülen camiasının dinler arası diyalog çalışmalarını reddettim. Bunlarla ilgili de 3 kez konferans yapmış ve bunun bir tuzak olduğunu anlatmıştım. Gülen camiasının bu yaptıklarını da Mavi Marmara ile ilgili dediklerini de reddettim. Bu dönem, hükümetle de arasının iyi olduğu dönemdi, Cumhurbaşkanı bile onlarla beraberdi. Onlar hakkında yaptığım konuşmalarım ve düşüncelerim bu şekildedir.

20 Aralık 2010 tarihli konuşmamda; Dershanelerin kapatılması konusuyla ilgili olarak, hükümet dershaneleri kademe kademe kapatmakla hata yapmış olabilir dedim. Ben dershanelerin kapatılmasıyla ilgili büyük bir şey olmadığını belirtmiştim. Gülen camiası Tayyip Erdoğan’ı Firavun’a benzettiğinde, “Bir Firavun demedikleri kaldı diyecektim ama maalesef onu da söylediler” demiştim. Bu camianın hoşgörüsünün hep kafirlere karşı olduğunu söyledim. Fethullah Gülen “bir cemaatin hareketi devletin planlarına göre olmalıdır” demiştir. Dershanelerin kapatılmasıyla, devletin böyle bir planı olmasına rağmen neden kızdığını sormuştum. Başörtüsü için İsrail’e karşı böyle bir kalkışma yapmamışlardır. Demek ki mesele dershane meselesi değil başka bir şeydir. Hükümetin seçimde oy kaybına uğramasını istiyorlardı, bu çalışmaları bu nedenle yapıyorlardı.

20 Aralık 2013 tarihli konuşmamda; (İzleyicilerden gelen bir soruya karşılık verdiğim cevapta) Gülen camiası Başbakana, “Mavi Marmara’yı İsrail’e göndermekle haddini aşıyorsun. Amerika’yı, İngiltere’yi ve İsrail’i dikkate almadın” diyor. Başbakan, Sisi’yi Firavun olarak itham etmişti ancak Gülen camiası bundan rahatsız olmuştu. “Dershanenin kapatılması din-iman meselesi değildir aslında hükümete darbe yapılmaya çalışılıyor” demiştim.

31 Ocak 2014 tarihli konuşmamda; 17 Aralık bir bakıma 28 Şubat’tır, bu resmen bir darbe girişimidir. İki tane hırsız için mi düğmeye bastınız? Başbakan güçlendiği için ‘Diktatör Başbakan’ diyorlar. Tarih boyunca insanları sürekli bu şekilde aldattılar. Amerika, güçlü başbakan, tecrübeli cumhurbaşkanı istememektedir. Çünkü onların taleplerinin ne olduğunu anlayıp ‘hayır’ diyebilmektedir. Bundan hoşlanmamaktadır. Zaten “Tayyip Erdoğan’ın kalemi kırılmıştır” isimli sohbetim esnasında bu konuyu anlatmıştım.

18 Şubat 2014 tarihli konuşmamda da; Gülen camiasını eleştirmiştim.

Ben mühendisim ama Mısır El-Ezher’de İslam Hukuku okudum, ben de bir hukukçuyum. Önüme ne delil konuldu ne de savunma yapmama izin verildi. Burada 9 aydır tek başıma kalıyorum, bu insanlık mıdır? PKK’lılara yapmadıklarını bana yapıyorlar. Ağırlaştırılmış müebbet alan kişiler benim komşularımdır ve üç kişi kalıyorlar. Ben ne yapmışım ki ağırlaştırılmış müebbetten daha ağır bir ceza verilmektedir.

Furkan Vakfının ve şahsımın hiçbir terör örgütü ile bağlantısının olmadığına dair muhtelif Emniyet Müdürlükleri tarafından oluşturulan raporlar mevcuttur.

7 Mart 2014 tarihindeki konuşmamda; 17-25 Aralık olayını bir operasyon olarak değil darbe olarak nitelendirdim. Başbakan bu çıkışlarında haksız değildir çünkü resmen bir darbe girişiminde bulunmuşlardır, bu gerçektir. Geçmişte MGK’da post modern denilen darbeler yapılırken şimdi kaset, şantaj ve yargı yoluyla darbeler yapılır olmuş. Eskiden Emniyet Teşkilatı hükümetin emrindeydi ancak Emniyet, Gülen camiasının eline geçmişti. Elini vicdanına koyan herkes bunun darbe girişimi olduğunu söyler. Mesele yolsuzluk falan değil, hırsızlık var mı bilmiyorum ancak mesele bir darbedir. Bunu elini vicdanına koyan herkes kabul eder.

Bu iddianameyi hazırlayanlar, perde arkasındaki güçlerin ne kadar kötü niyetli olduklarını gösteriyorlar. Bırakın 15 Temmuz’u, ben 17-25 Aralık olaylarını dahi darbe olarak nitelendirdim. Bir insana bu kadar mı alçakça davranılır, ben bunlara ne yaptım?

 

HÜKÜMET POLİTİKALARINI ELEŞTİRMEM BİR SUÇ DEĞİLDİR!

Bu olayların başımıza gelmesinin asıl nedeni, iddianamenin 18. sayfasında Vakfımızın amacının “Bir İslam Medeniyeti Kurmak” olduğu şeklinde gösterilen cümlede gizlidir.

Bazı siyasi eleştiriler yaptığım doğrudur. Ben Müslüman bir hocayım, elbette Peygamberimin medeniyetinden bahsedeceğim. Kur’an’ın, Peygamberin medeniyetinin üstünde bir medeniyet mi var? Bundan ve hükümeti tenkit ettiğimden ötürü bana bunlar maruz görülmüştür. Hükümet politikalarını eleştirmem bir suç değildir.

26 Mart 2014 tarihli konuşmamda; 17-25 Aralık olaylarını tenkit edenler, ılımlı İslam’ı tenkit etmelidir. Ilımlı İslam’ın ne olduğu ortaya çıkmıştır. Türkiye’de ılımlı İslam olarak Amerika ile olan İslam kastediliyor, bunu bırakın da hakiki İslam’a gelin, asıl önemli olan budur. 17-25 Aralık hata değil projedir. Zira hükümet belli şeylerin farkına vardı ve dış güçlere ‘hayır’ demeyi öğrendi. Amaçları hükümeti devirmektir. Gülen camiasının bu kadar büyümesinin bir takım gizli anlaşmalardan ötürü olduğunu belirtmiştim. Zira çalışmayla bu şekilde büyümeleri mümkün değildir. 17-25 Aralık operasyonu öfkeyle yapılmış bir şey değildir. Yıllarca devletin en üst kademesindeki insanlar bile dinlenmiş, gereken her türlü hazırlık yapılmış, öncesinde Yargı ve Emniyet içerisinde önemli yerlere kendi adamları getirilmiş. Bunları anlattım. Amerikan karşıtlığını önleyebilmek için dinler arası diyalog geliştirildi, Fethullah Gülen yaptığı bir röportajda kendi gazetesinde bir hatırasını anlatmaktadır, orada kendisini ifadeye çağırmışlar. İfadeye gittiğinde su istemiş, Amerikan Savcısı kalkmış bardağı yıkamış su vermiş. Bunu görünce, “Amerika yargısı buysa, Amerika uzun yaşar” demiştir. Irak’ta milyonları öldüren Amerika’yı kendisine bir bardak su verdiği için övmüştür. Papa’yla görüşürken Papa’nın elini öptü, Papa’nın eli öpülür mü? İsa’ya Tanrı diyenlere “Pek Muhterem Papa” iltifatlarıyla başlayan mektuplar… Peygamberimiz de başka ülkelere mektuplar gönderiyordu ancak “Ey” diye hitaba başlıyordu. Bu şekilde Papa’ya “pek muhterem” denilemeyeceğini söylemiştim.

 

Fethullah Gülen’in hükümete beddua etmesiyle ilgili yaptığım konuşmamda; “Siz Fethullah Gülen’in bugüne dek zalimlere beddua ettiğini duydunuz mu, başörtüsü düşmanlarına, darbeci zalimlere, Irak’ı yerle bir eden Amerika’ya, Mavi Marmara’da insanlarımızı şehit eden, Filistin’de Müslümanları şehit eden İsrail’e beddua ettiğini duydunuz mu? Normalde ağlayan bir insan, bu bedduayı ederken nefret göstermektedir. Bu beddua kabul olacak fakat beddua sahiplerine geri dönecek” demiştim. Kim bu kadar ağır konuşabilir? Oyları en fazla yüzde 1 olmasına rağmen güçleri, oy potansiyeli yüzde elli olan bir hükümetle karşı karşıya gelecek kadar… Emniyet amirleri, rektörler, her tarafa yerleştirilen polisler, bunlar kimlerin desteğiyle oralara geldiler? Nasıl dinlediniz, acaba bu dinlemeler yasal mı? İsrail’le iyi, Müslümanlarla kötü olduklarını ve dini bozduklarını söyledim.

15 Temmuz gecesi yapmış olduğum konuşmada gerçekler çarpıtıldı. Ben o konuşmayı yaptığımda tüm ordunun yönetime el koyduğunu düşünüyordum, kesinlikle darbeyi övmek gibi bir niyetim yoktu. Konuşmamda şunları söylemiştim; “TSK ülke yönetimine el koymuş, şu anda darbe yapılmış durumda, tekrar darbe dönemine geldik. Genel Kurmay böyle bir açıklama yaptığına göre demek ki onlar da gözaltındalar, bu darbe ortamında belki yüzbinlerce kişi gözaltına alınacak, bundan sonra ortam karanlıktır. Bu darbenin İslami faaliyetlere darbe olmamasını, Müslümanların hayrına vesile olmasını Rabbimden niyaz ederim.” Bu son cümlemi almışlardır. Kur’an-ı Kerim’den dahi bir cümle almak isteseniz yanlış bir anlam çıkabilir. Benim bu sözlerimin benzerini o gece Cumhurbaşkanı da söylemiş, “Bu çıkış Allah’ın bize büyük bir lütfudur” demişti. O zaman Cumhurbaşkanı da mı darbecidir? Ben burada darbeyi tasvip etmiyorum. Konuşmamın devamında “Hükümetin darbeyle gitmiş olmaması gerekir” dedim. Kesinlikle darbeyi övücü bir beyanım olmamıştır.

Ben tefsir dersi yapmıştım, sonrasında bana darbe olduğunu söylediler, konuya tam vâkıf değildim, ondan sonra darbeyle ilgili sohbet yaptığımız salondan kendi odama geçtim, televizyonu açtım, Twitter’da “darbeyi lanetlediğimi” söyledim. 2-3 gün sonra Emniyetten, darbeye karşı miting yapmak için izin istedik ancak mitinge izin verilmedi, basın açıklamasına izin verildi. Bu basın açıklaması da kalabalık bir ortamda gerçekleşti. “Darbenin adaletsizlik olduğunu, ister zengin ister fakir, ne olursa olsun herkesin hakkının verilmesinin adaletin gereği olduğunu” belirttim.

Savcı bey benimle ilgili 4 örgütten bahsetti, bu örgütler birbirleriyle kanlı bıçaklı düşmandır. Bu normal mi? Savcı bana bunu yaptı, 4 örgüte üye olduğumu iddia etti. Daha önceleri Emniyet bana gelerek DAEŞ’in beni ölümle tehdit ettiğini söylemişti. Bunları söyleyince Savcı iddiasını 2 örgüte indirdi ve bunlara yardım suçlaması olarak değiştirdi. İddialara ilişkin yapılan araştırmalar kötü niyetlidir. Hem FETÖ’ye üye olup hem de PKK’ya üye olmak normal mi, DAEŞ bunu kabul eder mi? Savcılığın işini kötü yaptığını anlatmaya çalışıyorum.

12 Ağustos 2016 tarihli konuşmamda; Gülen cemaatinin, bir cemaat değil, bir örgüt olduğunu anlatmıştım. CIA yetkililerinin Fethullah Gülen’e “Nasıl bir Irak istiyorsunuz?” şeklinde soru sormasını eleştirmiş, Fethullah Gülen kimdir ki böyle bir soru ona soruluyor, anlamıyorum demiştim.

9 Haziran 2014 tarihinde Akit Gazetesi’ne vermiş olduğum röportajımda; Fethullah Gülen’in seçime katılsa yüzde bir bile oy alamayacağını ancak bürokraside güçlü olduğunu belirtmiştim.

15 Haziran 2013 Türkçe Olimpiyatlarıyla ilgili yaptığım konuşmamda; “Genç kızlara şarkı söyletildi, bunu başkaları yapabilir ancak cemaat bunu yapamaz” demiştim. Bir hoca olarak buna tepkimi göstermiştim. Ben bu tarihte onları tenkit ederken Cumhurbaşkanı, Fethullah Gülen’i Türkiye’ye davet etmiştir. Ancak ben şu anda hapisteyim, bunun neresi vicdana sığar?

13 Haziran 2011 tarihli konuşmamda; Tüm darbecilerin hesap vermesi gerektiğini belirtmiştim. Askerin vazifesinin vatanı korumak olduğunu, siyaset olmadığını belirtmiştim.

Rus uçağının düşürülmesi ve “Tayyip Erdoğan’ın kalemi kırılmıştır” başlıklı videoda; Tayyip Erdoğan’a yapılan müdahalelerin hepsini saymaktayım. Yapılan müdahaleler sonucu Tayyip Erdoğan’ın kaleminin dış güçler tarafından kırıldığını belirttim. Bunu konuşmam kötü amaçlı değildir hatta onların iyiliği içindir, yani iyi niyetli bir konuşmadır. Ben burada yaşanılan olaylardan yola çıkarak bir analiz yaptım, kesinlikle kimseye hakaret ve tehdit içeren bir söz söylemedim. Bununla ilgili olarak zaten bana “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla ayrıca dava açtılar. Ben bu konuşmayı 15 Temmuz’dan 6-7 ay önce yaptım hatta bu tarih dışında 3-4 ayrı tarihte yapmış olduğum konuşmalar bulunmaktadır. Bu konuşmaları Ocak, Mart ve 1 Temmuz’da yapmış olmama rağmen 14 Temmuz’da yapmışım gibi servis ettiler.

Zaman Gazetesine kayyum atanması ile ilgili olarak; Zaman Gazetesi ile ilgili yaptığım açıklama onları savunmak için yaptığım bir şey değildir, sadece “Türkiye nereye gidiyor” şeklindeki düşüncemdir. Ben bu konuşmayı yaptığımda zaten daha darbe falan da olmamıştı, 15 Temmuz öncesine aittir. Kayyumlar dönemi yaşanıyordu, bununla ilgili sadece ben tepki göstermedim, birçok kişi tepki gösterdi. Mesela Kılıçdaroğlu, kayyum yönetiminin hukuki bir ihlal olduğuna yönelik açıklamalarda bulunmuştu. Devlet Bahçeli dahi bu duruma tepki göstermişti.

15 Temmuz Demokrasi Mitingi ile ilgili olarak; benim yaptığım ikaz darbeye karşı eylem için değildi, itirazım demokrasi adıyla sokağa çıkılmasınaydı. Ben Müslümanım, Müslüman adıyla sokağa çıkılmalıydı. Buna ilişkin görüşüm bundan ibarettir. Benim darbe lehine bir konuşmam olmamıştır.

Afrin olaylarına ilişkin olarak; ben bu konu ile ilgili “Askerimize bir şey olmasın, bu bir tuzak olabilir, Amerika Türkiye’nin gözünün içine baka baka silah vermektedir. Neden? Bence amacı Türkiye’yi tahrik etmek ve Türkiye’yi bataklığa çekmektir” şeklinde konuştum. Afrin harekâtına yönelik bir açıklama yapmadım. Bu konuda iki konuşmam vardır; biri operasyondan önce, diğeri ise operasyondan sonradır. Harekâttan sonra yapmış olduğumuz konuşmayı iddia makamına sunmuş olmamıza rağmen, bu husustan bahsedilmemiştir. O konuşmanın son cümlesinde “Her devlet kendisine saldırı hazırlığı yapıldığında gerekeni yapar” demişimdir. Kastettiğim husus, operasyonun tek başına çözüm olmadığı, buna başka türlü bir çözüm bulunması gerekliliğidir.

Suruç olayları ile ilgili olarak; Suruç ile ilgili başka bir Mahkemede bu konu yargılamaya konu olmuştur, Adana 22. Asliye Ceza Mahkemesi’nde bundan beraat etmiştim. Bu bir siyasi analizdir, PKK propagandası yapmak olarak anlaşılmaması gerekmektedir.

Cizre, Nusaybin ve Sur’da neler oluyor konuşması ile ilgili olarak; Mahallelere tankla girilmesi neticesinde masum sivillerin ölebileceğini kast etmiştim. Mücadele bu şekilde yapılırsa bu sorunun devam edip gideceğini, Allah göstermesin Türkiye’nin Suriye gibi olacağına dair endişelerimi dile getirmiştim.

Üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum, benim terör örgütleri ile herhangi bir bağım yoktur. Benim bu örgütlere herhangi bir yardımım da olmamıştır. Suçsuzum, beraatımı talep ediyorum. Son olarak, bana bu zulmü yapanlara hakkımı helal etmiyorum, onları Allah’a havale ediyorum. 9 aydan beri tek başıma kalmaktayım, bu süreçte beni destekleyen aileme, arkadaşlarıma, avukatlarıma ve varsa diğer kişilere de ayrıca teşekkür ediyorum. Sessiz kalanları da Allah’a havale ediyorum.