Başyazı

Cahiliye Hayatından İslam Medeniyetine

Paylaş:

     Hamd; yaratan ve gönderdiği vahiyle kulla­rını cahiliye hayatından kurtarıp İslam Medeni­yetine ulaştıran Allah Azze ve Celle’ye, Salât-u selam; vahyi bize ileten ve insanları cahiliye hayatından kurtarmak için gece gündüz gayret gösteren Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, Selam ise; her meselede İslam’ın değer­lerini esas alarak cahiliyenin değerlerini, yaşam tarzını ve sistemlerini terk ederek yeniden İslam Medeniyetine kavuşmak için çaba sarf eden tüm kardeşlerime olsun.

      Cahiliye Anlayışının Getirdiği Sorunlar

     Allah Azze ve Celle gönderdiği kitabı ve Rasulü ile insanın şahsi, ailevi ve toplumsal hayatını düzene koyar. Uluslararası ilişkile­ri düzenleyecek yasalar gönderir. Çünkü bü­tün dünya O’nundur ve O kendi dünyasında nasıl bir insan, nasıl bir toplum, nasıl bir medeniyet meydana getirmek istiyorsa ona göre kanunlar koyma hakkına sahiptir. Ay­rıca en iyi bilen Allah’tır ve insanı insandan daha iyi tanır. Çünkü insanı yaratan O’dur. İn­sanoğlu ise Allah’ı ve kanunlarını kendi hayatın­dan uzaklaştırmak ve özgür olmak istemektedir. Fakat Allah’a karşı özgür olmaya kalkışan insan, hayvanların dahi yapmadığı şeyleri yapmakta ve sonucunda cahiliye hayatına duçar olmaktadır.

     Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den evvel Roma’da, Yunan’da, Hindistan’da, Mısır’da, İran’da ve bütün dünyada cahiliye hayatı yaşa­nıyordu. Roma arenalarında insanları zevk için öldürüyorlardı. Özellikle esirleri vahşi hayvan­ların önüne veya ateşe atıyorlar, bağırtılarını dinliyorlardı. Bundan zevk alacak hâle gelmiş­lerdi. Eski Roma’da ve Yunan’da intihar övünü­lecek bir şeydi. Filozoflar bile intiharı normal bir olay olarak görüyor hatta takdir ediyorlardı. Toplu olarak intiharlar gerçekleşiyordu. Bir er­kek, karısını bir hayvanı öldürdüğü gibi öldü­rebilirdi. Hiç kimse kendisine hesap sormazdı. Orta Çağ’da Hristiyan âlimleri “kadının ruhu var mıdır, yok mudur; kadın insan mıdır yoksa hayvan mıdır?” tartışması yapıyorlardı. Hin­distan’da insanlar yeni doğmuş olan çocuklarını Ganj Nehri’ne atarak güya tanrılarına sunuyor­lardı. Çünkü tanrıları kan içici bir tanrıydı.

     Putperestlik almış başını gitmişti. Hindis­tan’da 330 milyon put vardı. İnsanlar artık gör­dükleri her parlak taşı put olarak kabul ediyor­lardı. İran’da ise erkekler kendi kız kardeşleriyle evleniyorlardı. Sonra kız kardeşi hamile kalın­ca onu da öldürüyorlardı. İran hükümdarı dahi bunu yapıyordu. İşte İslam’dan evvelki cahiliye hayatı… Allah Azze ve Celle tarih boyunca pey­gamberler göndermek suretiyle bu tür olaylara müdahale ediyor ve insanlığı bu çukurdan kur­tarıyordu.

      Günümüz Cahiliyesinin Geldiği Nokta

     Allah Azze ve Celle cahiliye hayatından kur­tulup medeni olalım diye bize bu dini gönderdi. Müslümanlar İslam nimeti sayesinde yaklaşık 1200 sene bütün dünyaya örnek olacak bir me­deniyet meydana getirdiler ve dünya devleti kurdular. Ancak son asırlarda kalplerimize dün­ya sevgisi ve ölüm korkusunun girmesiyle raha­ta meyledip vazifelerimizi yapmaz hâle geldik. Vazifemizin “Yeryüzünde İslam Medeniyeti kurmak, adaleti sağlamak ve tüm çeşitleriy­le zulme engel olmak” olduğunu unuttuk. ‘Ceza amelin cinsindendir’ kaidesi kendini bir kez daha ispat etti ve Allah, dünyaya da­lan Müslümanların elinden dünyayı çekip aldı. Maksatlarının aksi ile cezalandırdı. Ahireti unutup dünyaya meyletmenin ceza­sı olarak dünyada geriledik. Gerilememizin sonucu olarak Batı’ya hayranlık başladı. Ba­tı’da bilimin gelişmesi ve modern hayat birçok Müslümanın gözünü kamaştırdı. Yeni nesiller, bilimin temelini İslam âlimlerinin attığını, Ba­tı’nın bilimi bizden alıp da geliştirdiklerini bil­medikleri gibi modern hayat ile medeni hayatın da farkını bilmiyorlardı. Modern olmayı medeni olmak zannediyorlardı. Ayrıca dini, hayatın dı­şına çıkarmış, dinin hükümlerini iptal etmiş ve laikleşmiş Batı medeniyetinin ileride ne kadar sorunlu bir dünya meydana getireceğini göre­miyorlardı. Batı hayranlığının sonucunda İslam âleminde son iki üç asırdır tekrar İslam’dan ca­hiliyeye dönüş başladı. Oysa bilimi geliştirmek gibi birtakım hizmetleri olsa da Batı Medeniyeti insanlığı uçurumun kenarına getirdi. Büyük öl­çüde ahlaki değerleri bitirdi.

     Yeryüzünde zina ve zinanın çeşitleri ço­ğaldı. Zina eden erkek ve kadınlar, kadınlaşan erkekler, erkekleşen kadınlar, erkekle evlenen erkekler, kadınla evlenen kadınlar, eş değiştirme partisi yapan alçaklar… Bunlar Avrupa’da bü­yük yürüyüşler gerçekleştiriyorlar. “Ne zaman homoseksüel olduğunu açıklayacaksın?” gibi pankartlar asıyorlar. Batı Medeniyeti neredeyse insanların ahlak ve namus anlayışını bitirdi.

      1955-65 yıllarında kadının daha çok özgür­leştirilmesiyle ilgili propagandaları arttırdıkça arttırdılar. Kadınların daha çok süslenmesi ve açık saçık gezmesi sağlandı ve on sene içerisinde kadınların kullandığı kozmetik ürünlerin satışı 500 kat arttı. 2019 yılı itibari ile kozmetik sektö­rünün ekonomik büyüklüğü dünyada 300 mil­yar dolar ve Türkiye’de 3.5 milyar dolar gibi kor­kunç bir rakama ulaşmıştır. Kadının daha fazla özgürleştirilmesi için neden gayret gösterdikleri anlaşılmış oldu. Kozmetik ürünlerini satabilmek ve toplumun ahlakını bozarak içten çürütmek için kadınları nefislerinin esiri durumuna getirmek istiyorlar. Bu, kadının özgürleştirilmesi mi­dir yoksa kadınların ticari bir metâ olarak kulla­nılması mıdır?

      Bugün bazı bilim adamları bazı erkeklerden aldıkları spermleri, sperm bankalarında özel dondurucularda saklıyor, isteyenlere o spermle­ri satıyorlar. Örneğin, adam çocuğunun zeki bir insan olmasını istiyorsa zeki bir insanın sperm­lerini satın alıyor, eğer cesur olmasını istiyorsa cesur bir insanın spermlerini satın alıyor ve tıbbi yöntemlerle karısının bu spermlerle hamile kal­masını sağlıyor. Sonra da doğan çocuğu kendi çocuğu olarak kabul ediyor. Bu, insanın yalnızca namus anlayışını değil insanlık onurunu da kay­betmesidir.

      Bugün zina kanunen serbest ve devlet himayesi altında değil midir? Devlet fuhuşa düşürülen kadınlardan vergi almakta ve almış olduğu o vergileri memurlara hatta camideki imamlara maaş olarak vermektedir. Bu kabul edilebilecek bir şey midir? Bir devlet kendi mil­letinin namusunu, kadınlarını- kızlarını koru­mak zorunda değil midir? Mafyaların tuzağa düşürdüğü kadınlar üzerinden elde edilen para­lar için devletin “bu kadar para kazandın o hâl­de bir kısmını da bana ver” demesi nasıl kabul edilebilir? Devlet mafyaların elinden o kızları kurtarmak zorunda değil midir? Bir insan ken­di karısını- kızını satarsa, o pis kazancı yerse bu adama ne denir? Bunu devlet yaptığında farklı görülebilir mi? Böyle bir şeyi devletin yapması caiz olabilir mi? Devletin vazifesi milletinin ca­nını, malını, namusunu, dinini, aklını ve neslini korumak değil midir?

      Bugün kumar, devlete ait olan Milli Pi­yango İdaresi tarafından oynatılıyor. Böyle bir devlet kumarhaneleri engeller mi? Neredey­se bütün oteller kumarhaneye dönüşmüş du­rumda. Oynanan kumar üzerinden devlet vergi alıyor. Devletin kumarı engellemesi, insanların mallarının haksız yolla ele geçirilmesine ve aile­lerin yıkılmasına engel olması gerekmez mi?

      Bugün ülkemizde faiz devletin izniyle serbest değil mi? Müslümanların toprakların­da faiz yoluyla zenginler ve bankalar, fakirlerin kanını emiyorlar. Onlar güçlendikçe fakirler daha fakirleşiyor. Devlet, vatandaşlarının güç­lüler tarafından sömürülmesini engellemek zo­runda değil midir?

      Bugün yeryüzünde cinayetlerin, tecavüzlerin, uyuşturucunun, alkol tüketiminin, hırsızlığın, yolsuzluğun ve terörün artması, psikiyatristlerin önünde kuyrukların oluşması, boşanmaların ço­ğalması, LGBT’nin yayılması, ateist ve deistlerin çoğalması, adaletsizlik ve zulmün yaygınlaşma­sı, bütün bunlar ve benzerleri cahiliye hayatının sonuçları değil midir?

      Bugün neredeyse dünyanın tamamında ırkçı fikirler ve ırkçı hareketler var. Atala­rıyla hem de kâfir ve zalim atalarıyla övünenler var. Hatırlarsanız Cumhurbaşkanlığı sarayında merdivenlere, geçmiş 16 Türk devletini temsi­len birer asker yerleştirilmişti. Geçmiş 16 Türk devletinin 8 tanesi Osmanlı, Selçuklu gibi Müs­lüman devletler olsa da onların içerisinde put­perest, Şamanist olan devletler de var. Bir Müs­lümanın Şamanist atalarıyla övünmesi caiz olamaz. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem: “Kim kâfir olan dokuz atasını, onlarla izzet ve şeref kazanmak düşüncesiyle sayarsa, cehennemde onların onuncusu olur”1 buyuruyor. Atalarımızın içinden kâfir olanlarıyla övünemeyiz. Bunu caiz göre­cek olursak Mısırlı Müslümanların Firavun ile, Nemrut’un soyundan gelen Müslümanların da Nemrut ile övünmeleri ve ‘4000 yıllık tarihimiz var’ demelerini de caiz görmemiz gerekir. Yarın­ki nesillerin bugünün zalimleri ve darbecileriyle övünmeleri doğru olabilir mi?

      Bugünün önemli bir sorunu da ideoloji­lerdir. İnsanı tanımayanlar tarafından geliş­tirilen, insana uygun olmadığı hâlde insanlara dayatılan ideolojiler insanlara cahiliye hayatı yaşatmakta ve birçok medeniyet sorunu meyda­na getirmektedirler. Mesela demokraside fikir ve ifade özgürlüğü, idarecilerin iş başına seçimle gelmesi gibi bazı esaslar İslam’a uygun olsa da içinde İslam’a aykırı unsurlar taşımaktadır ve İslam’a aykırı olan bu unsurlar birçok sorunlara yol açmaktadır. Demokraside seçim sandığı var ama zaten bunu insanlara İslam öğretti. Dün­yada seçim yokken İslam seçimi ortaya koydu. Halifeler seçimle iş başına geldi. Fikir ve ifade hürriyetini dünyada ilk olarak İslam kabul etti. Dinde zorlamanın olamayacağını beyan etti. Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir âlimin, düşünce ve ilim adamının araştır­malarının sonucunu açıklayabileceğini, içtihad hatası yapmış olsa bile sevap kazanacağını ifa­de etti. Böylece düşüncenin ve düşünceyi ifade etmenin önünü açtı. O hâlde bizim başka bir izme ihtiyacımız yok. İslam eksik mi ki baş­ka izmlerle tamamlayalım? İslam yamayı kabul etmez. Allah Azze ve Celle: “Bugün di­ninizi kemale erdirdim (tamamladım, eksiksiz hâle getirdim) ve sizin için din (hayat nizamı) olarak İslam’dan razı oldum”2 buyuruyor. Baş­ka bir ayette: “Kim İslam’dan başka bir din (inanç ve hayat nizamı) ararsa ondan kabul olunmayacaktır. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır”3 buyuruyor. O hâlde Müslümanlar bazı esasları İslam’a uyuyor diye hiçbir beşerî ideolojiyi kabul edemezler.

      Ayrıca demokrasi sadece fikir ve ifade özgür­lüğü ya da idarecilerin iş başına seçimle gelmesi değildir. Biz demokrasiyi bir bütün olarak gör­mek zorundayız. Demokraside haramlar ser­besttir. Haramların serbest olması birçok kötü­lüklere sebep olmaktadır. Bir Müslüman olarak haramların serbest olmasını kabul edemeyiz. Diyelim ki bir toplumun büyük bir çoğunluğu içkinin, zinanın, kumarın, faizin ve çıplaklığın serbest olmasını istiyor ama Allah bunları ha­ram kılmıştır. Allah mı daha iyi bilir yoksa insanlar mı?4 Allah Azze ve Celle’nin kita­bında yanlış mı var ki Allah’ın kitabını terk edeceğiz de insanların dediğini yapacağız? İnsanın ilminin Allah’ın ilmi gibi olamayacağı açıktır. Kur’an-ı Kerim: “İnsana az bir ilim verilmiş­tir”5 buyurmaktadır.

      Diğer taraftan Allah mı daha yetkili­dir yoksa insanlar mı? Dünya Allah’ındır, insanlar da Allah’ın kullarıdır ve Allah’ın dünyasında oturmakta, Allah’ın verdiği ni­metlerle beslenmektedirler. O hâlde Allah’a itaat mi doğrudur, insanların çoğunluğuna itaat mi? Kur’an-ı Kerim: “Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve on­lar ancak zan ve tahminle yalan söylerler”6 buyuruyor. Allah Azze ve Celle çoğunluğun görüşünün her zaman doğru olamayacağını ifade etmektedir. Çünkü insanlar nefsin, şeytanın, çevrenin, med­yanın ve hâkim güçlerin etkisi altındadırlar. O hâlde doğru olan, insanların çoğunluğuna itaat değil sonsuz ilim sahibi olan ve bütün varlıklar kendine ait olan Allah’a itaat etmektir.

      Demokrasilerde kitleler önce devletler ve bir takım medya kuruluşları tarafından yönlendirilmekte, muhaliflere propaganda yapma ve görüşlerini beyan etme şansı ve­rilmemekte sonra da toplumun önüne seçim sandığı konulmakta ve ‘istediğinizi seçin’ denilmektedir. Başka görüşte olanların kamu­oyu oluşturmalarına müsaade edilmemekte ve bunun adına da demokrasi denmektedir. Ayrıca seçimde kitlelere nizam ve medeniyet terci­hi yaptırılmamakta, sadece kişi ve parti ter­cihi yapılmasına izin verilmektedir. Çünkü hâkim güçler zaten nizam ve medeniyetin ne olacağına karar vermişlerdir. Halk sade­ce mevcut nizamı en iyi idare edecek kişiyi seçme hakkına sahiptir. Bu, gerçek bir seçim değildir. Bu, seçimle insanların uyutulması ve aldatılmasıdır. Sandıklardaki seçenekler, “İslam mı, Demokrasi mi? Sosyalizm mi, Faşizm mi?...” değildir. Hâkim güçler zaten sisteme ka­rar vermişler, şu sistem olacak demişlerdir. Kit­leler sistemin ne olacağına değil sadece o sistem­de kimin başbakan olacağına karar vermektedir. Bu gerçekten fikir özgürlüğü müdür? Bu olsa olsa aldatmaca bir özgürlüktür. Gerçek seçimler­de sadece sisteme hâkim partiler değil, her fikrin temsilcisi fikrini ortaya koyabilir, insanları ona davet edebilir, eşit şartlarda yarışma yapılır, in­sanların doğruları öğrenmesi sağlanır ve ondan sonra seçim yapılır; işte gerçek seçim odur. Bu­gün böyle midir?

      İSLAM MEDENİYETİNE GEÇİŞİN ADIMLARI

     Cahiliyenin sorunlarından kurtulup İslam’a dönüş yapmak evvela inanç esaslarında olma­lıdır. İşe Tevhid inancıyla, Allah’ı tek ilah ve tek otorite olarak görmekle başlamak icap eder. Kur’an 23 yılda tenzil ile kademe kademe indi. Allah Azze ve Celle insanları bir nakış gibi işledi. Önce Tevhid inancını sonra farzları, haramları ve gündelik hayata dair kanunları kademe kade­me yerleştirdi. Bu şekilde onları eğitti ve insanlar cahiliyeden İslam’a geçişi başardı.

     Efendimiz de sahabesini bu yönteme göre sa­bırla eğitmiştir. Peygamberimiz tıpkı bir çiftçi ne yaparsa onu yapıyordu. Bir çiftçi evvela tarlayı yabancı otlardan, dikenlerden, taşlar­dan temizler sonra tohum atar. Eğer otların, dikenlerin içine tohum atacak olursa tohum filizlenmez, filizlense bile gelişmez. O yüzden öncelikle o yabancı otlar temizlenmeli ondan sonra tohum atılmalıdır. İşte, Peygamberimiz de öyle yapıyordu. Önce ashabını Tevhid inancı ile şirkten, haramlar ile günahlardan temizli­yordu sonra namaz, oruç… tohumunu atıyordu. Bugün biz de bu şekilde bir eğitime muhtacız. Ev­vela yabancı fikirlerden, şirkten, ideolojilerden ve haramlardan temizlenmemiz icap ediyor. Güzel ürünler verebilmemiz için öncelikle ulü’l- elbâb yani temiz akıl sahipleri olmamız, ideolojilerle ve haramlarla kirlenmemiş akla sahip olanlar hâline gelmemiz gerekiyor.

     Bugün insanların bir kısmı aklını ve kal­bini demokrasiyle, bir kısmı sosyalizm, bir kısmı faşizm, bir kısmı ırkçılık, bir kısmı da dünya sevgisi, mal- mülk, mevki ve makam sevdası ile kirletmiştir. Bunlara istediği­niz kadar ayet-hadis anlatın, hiçbir zaman o ayetler- hadisler akıllarına ve kalplerine fayda vermeyecektir. Evvela akıllarımızın ve kalplerimizin temizlenmesi, gayrı İslami fikir­lerden boşaltılması ondan sonra ayet ve hadisle­rin öğretilmesi gerekir. Yani bir çiftçinin tarlada tohumu yetiştirmek için takip ettiği sıraya göre eğitim vermemiz gerekmektedir. Önce temizlik, ardından tohum atma, ardından gübre ve su ver­me. Böyle yapılması icap ederken biz o yanlış fi­kirlerle, ideolojilerle kirlenmiş olan akıllarımıza ayetleri-hadisleri dolduruyoruz. Bu yüzden bir türlü nefisler ıslah olmuyor, o ayet ve hadisler hayata tesir etmiyor.

      İnsana Bakışımızı Değiştirmek

    Hz. Peygamber yeryüzüne inkılâpçı bir pey­gamber olarak gönderildi. Bütün alanlarda in­kılâplar gerçekleştirdi ve bütün alanlarda insan­ları Allah’ın boyasıyla boyadı. Onlara Tevhidi yani Allah’tan başka bir otoritenin olamayacağı­nı, insanların Allah’ın kulu olduğunu ve ilahlaş­tırılmaması gerektiğini öğretti. Onları ırkçılık­tan kurtardı. Onlara Allah’ın değer verdiklerine değer vermeyi, malın ve makamın önünde eğil­memeyi, zenginlere değil takva ve ilim sahiple­rine önem vermeyi öğretti.

     İslam’a göre insan Allah’ın halifesidir ama ilah değildir! İslam’a göre insan Allah’ı temsil edecek, Allah’ın vekili olacak ama haddini aş­mayacak, ilahlık taslamayacak, “benim dediğim olur” demeyecek, kulluğunu unutmayacaktır. Kulluğunu unutursa, spermden yaratıldığını unutursa, “benim dediğim olacak” derse, güçlen­diği, zenginleştiği, makam sahibi olduğu zaman Allah’ın koyduğu esasları terk etmeye başlarsa artık İslam anlayışı gitmiş yerine cahiliye anla­yışı gelmiş demektir.

     İnsana bakışımız nasıl olmalıdır? İnsan, Allah’ın kulu ve vekili midir, yoksa özgür bir var­lık mıdır? İnsanı Allah’a rağmen özgür olarak görenler, cahiliye anlayışına sahiptirler. İnsan şeytana, nefsine ve insanlara karşı özgür olur fa­kat Allah’a karşı özgür olamaz. Kâinatta mutlak özgürlük sadece Allah’a aittir. Allah’a karşı ken­dini özgür hissedenlerde cahiliye anlayışı var demektir. Çünkü cahiliye insanları peygamberi ve kitabı kabul etmiyor, istedikleri gibi yaşayabi­leceklerine inanıyorlardı.

     Bilimi özgür zannedenlerde de cahiliye an­layışı vardır. Bilimin insanlığın başına bela olmaması, insanı insanlıktan çıkarmama­sı için vahiy tarafından konulmuş ölçülere uyması gerekir. Bilim vahyin koyduğu sınırları dikkate almak zorundadır. Aksi hâlde bilim kötü yönde kullanılır. Eskiden cahiliye döneminde savaşlarda yüzlerce kişi ölüyordu, bugün sa­vaşlarda milyonlarca insan ölüyor. Çünkü o dö­nemde bugünkü gibi atom bombaları, uçaklar, helikopterler, füzeler yoktu. Vahyin tayin ettiği haramları dikkate almayan bir bilim, insanları geçmişteki cahiliyeden çok daha kötüsüne gö­türmektedir. Bilim vahyin koyduğu sınırlara uy­duğunda insanlık için büyük bir nimet, sınırları dikkate almadığında ise insanlık için büyük bir bela olmaktadır.

     Allah’ın Boyasıyla Boyanmış Nesiller Meydana Getirmek

     Her meselede cahiliye hükmünü terk et­miş, İslam’ın hükmünü kabul etmiş olan yeni nesiller meydana getirmekle mükellefiz. Öyle bir insan modeli meydana getirmeliyiz ki onun üzerinde bütün boyaları örtecek olan Allah’ın boyası olmalıdır. Boya nedir? Boya uzaktan görünendir. Dolayısıyla Müslüman uzaktan bakıldığı zaman görünmelidir. O toplumun, Müslümanların toplumu, İslam toplumu oldu­ğu belli olmalıdır. Yollarınıza, çarşı-pazarınıza bir bakın, İslam toplumu manzarası var mı? Allah’ın boyasıyla boyanmış bir gençliğiniz var mı? Televizyonlarınıza, gazetelerinize, mek­teplerinize bakın, Allah’ın boyasıyla boyanmış mı?

   Hâkim sistemlerin baskısı altında ren­gimizi kaybediyoruz, renksizleşiyoruz, grileşiyoruz. Nasıl ki güneş, kumaşın ren­gini açıyor ve bozuyorsa aynı şekilde hâ­kim sistemlerin baskısı altında renkleri­miz açılıyor, Müslümanlığımız ılımlı hâle getiriliyor. Ilımlı ve haramlara karşı sessiz Müslümanlar çoğalıyor, haramlar adeta he­lalleşiyor ve artık kimse harama “haram” demez hâle geliyor, böylece herkes haramlara alıştırı­lıyor hatta haramlara buğzetmiyor. Hâkim sis­temlerin baskısı altında Müslümanların renk­leri açıldıkça açılıyor. Bundan kurtulmak ve rengimizi muhafaza etmek, karşılaştığımız her meselede İslam’ın hükmünü öğrenmek sonra da taviz vermeden İslam’ı yaşamakla mümkün olabilir. Rengimizi muhafaza etmek, Allah’ın boyasından gurur duyan ve onun dışında boya kabul etmeyen nesiller meydana getirmekle mümkün olabilir.

     Bundan 300 sene kadar evvel yavaş yavaş İslam’dan cahiliyeye dönüş yapmaya başladık. İslam’ın hükümlerini terk ettik. Bu durum önce bize çok önemli gelmedi, az gördük, önemseme­dik fakat onlar birikti ve bu şekilde İslamî has­sasiyetini kaybetmiş, başka boyalarla boyanmış insanlara dönüştük. Cahiliye hayatını, dünyada ne kadar suç işlendiğini, yeryüzünde cinayetle­rin, uyuşturucunun, boşanmaların, intiharla­rın çoğaldığını, annesiyle, kız kardeşiyle zina edenlerin, nenesiyle evlenen alçakların ortaya çıktığını, homoseksüelliğin, travestiliğin çoğal­dığını, terörün ve kadın cinayetlerinin çoğal­dığını gördük. Aklınıza ne kadar suç geliyorsa her sene çoğalıyor. Hani üniversiteler çoğalın­ca, insanların tahsil seviyesi yükselince suçlar azalacaktı? Üniversiteler suçu azaltmadı hatta çoğalttı. Cahil bir hırsız bir eve girip 3-5 kuruş parayı çalmakta, okumuş hırsızlar ise memle­ketin kanını emmekte, memleketi soyup soğana çevirmektedir. O hâlde şimdi cahiliye değer öl­çülerini bırakıp yeniden İslami değer ölçülerine sarılmanın gerektiği daha net anlaşılmıştır.

     Dünyada bütün suç çeşitleri çoğalmaktadır. Kur’an buyuruyor: “Ey iman edenler, eğer kendileri­ne kitap verilenlerden bir gruba itaat edecek olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.”7 Al­lah size iman nasip ettikten sonra eğer o Ehl-i kitaptan -Yahudi ve Hristiyanlardan- bir kısmı­na uyarsanız, onların değer ölçülerini, sanatla­rını, örf-adetlerini, ideolojilerini, kanunlarını alırsanız sizi imanınızdan sonra döndürüp tek­rar kâfir yaparlar. Kendi renkleriyle boyarlar. O zaman günahlar ve suçlar çoğalır. Bunu bize ‘Rabbimiz’ dediğimiz Allah haber veriyor. Biz cahiliyeden İslam’a gideceğimize, onların insa­ni ve ahlaki değerlerini, kanunlarını alıp geçmiş cahiliyeden daha derin olan bugünkü cahiliyeye mi gideceğiz? Toplumda hiç olmazsa İslam adı­na 3-5 şey kaldıysa onları da mı kaybedeceğiz?

     Allah’a Kulluk Yaparak Özgürlüğe Ulaşmak

     La İlahe İllallah sadece bir sözden ibaret değildir. La İlahe İllallah, bütün sahte ilah­ları terk etmek ve hayatımızda bağlı ka­lacağımız esasları sadece Allah’tan almak demektir. Kulların dediğini yapmayıp Al­lah’ın dediğini yapmak ve bu şekilde haya­tın değişmesi demektir. Tevhid, Allah’a tes­lim olarak, özgürlüğümüzü Allah’a vererek şeytana, nefse ve insanlara karşı özgürlüğü elde etmektir. Allah’a teslim olmayan ya şey­tanın ya nefsinin ya da insanların dediğini ya­pacaktır. Bunlara itaat mi daha doğrudur yoksa Allah’a itaat mi? Allah mı üstündür, yoksa in­sanlar mı?

     Allah Azze ve Celle peygamberlerini gönde­rerek onlara öncelikle Tevhidi öğretti. Allah’tan başka bir ilah yok diyeceksiniz, otorite olarak sadece Allah’ı kabul edeceksiniz. Çünkü sizin O’ndan başka bir ilahınız, bir ma’bûdunuz, iba­det edilen, itaat edilen bir makamınız yok. O bir şey dediği zaman başkalarının sözüne bakma­yacaksınız. Kur’an buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah ve Rasulü’nün önüne geçmeyin, Allah’a itaatsiz­likten sakının! Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte ve bil­mektedir.”8 Yani Allah ve Peygamberi bir şey de­diğinde ne siz Allah’ın ve Peygamberinin önüne geçin ne de başka birinin öne geçmesine müsa­ade edin. Bunu hem siz yapmayacaksınız hem de yapmak isteyenlere izin vermeyeceksiniz.

     “Tevhid inancı sayesinde dünya devleti ol­muştuk” diyoruz. Peki, nasıl oluyor da La İlahe İllallah akidesi, mensuplarını dün­ya devleti yapıyor? Çünkü La İlahe İllallah akidesine inananlar kendi kafalarına göre değil Allah’ın kanunlarına göre bir insan ve medeniyet meydana getirmekte, doğru ve adaletli kanunlarla birçok sorundan kur­tulmaktadırlar. Böylece güçlenmektedirler. İslam Medeniyetinde Allah’tan başkasına bo­yun eğmeyen şahsiyetli bir insan ve şahsiyetli bir toplum meydana gelmektedir. İşte o güçlü ve şahsiyetli toplum da dünya devleti olmaktadır. Tarihte de aynen öyle olmadı mı? Bugün eğer yeniden yönümüzü İslam’a çevirirsek geçmişte gerçekleşen şey Allah’ın izniyle bugün de tekrar gerçekleşecektir.

     İnsan eğer Rabbine yaklaşmak istiyorsa elbette ki Rabbinden gelen ölçülere bakmak zorundadır. Allah’ın gönderdiği hükümleri dikkate almadan Allah’a yaklaşmak ve Al­lah sevgisine ulaşmak mümkün değildir. Allah’ı seven O’nun gönderdiği hükümle­ri bırakıp başka hükümleri kabul edemez. Allah’ın gönderdiği hükümlere aykırı hü­kümlere itaat edenler Allah’ı seviyorum id­diasında dürüst olamazlar. Allah’ı sevenler sadece O’ndan gelenlere uyar, O’nun kanunları dışındakileri reddeder ve böylece cahiliye haya­tından da kurtulmuş olurlar.

     Allah Azze ve Celle bizlere her meselede İslam’ın değerlerini alan, cahiliye değerleri­ni terk eden kullarından olmayı nasip eylesin. Müslümanlar olarak cahiliye hayatını, cahiliye değerlerini ve sistemlerini terk edip yeniden ümmet olup, İslam’ın değerlerini hâkim kılma­yı ve yeryüzünde insana uygun bir medeniyet meydana getirmeyi, bu uğurda mücadele eden İslami hareketlerin içerisinde yer almayı cüm­lemize nasip eylesin. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.

 

  1. Ahmed bin Hanbel, 5/128
  2. Maide, 3
  3. Âl-i İmran, 85
  4. “De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” (Bakara, 140)
  5. İsra, 85
  6. Enam, 116
  7. Âl-i İmran, 100
  8. Hucurat, 1