Alıntı

Cumhuriyetin Kanlı Tarihinden Bir Kesit; DERSİM GERÇEĞİ-2

Paylaş:

YAZAR: YAŞAR TAŞKIN KOÇ

 

Tank ve uçakların da katıldığı operasyon şiddetli çarpışmalarla başlar. 

2 Kasım 1939’da tutulan resmi listeye göre; 13 bin 806 kişi öldürülmüş,

2 bin 967 kişi sağ yakalanmış, 4 bin 616 kişi de teslim olmuştu. Bütün bu operasyonlar boyunca 199 şehit verilirken, 354 asker de yaralanmıştı.

Dersim’den Ankara’ya gönderilen raporlarda kadın ve çocukların imha edildiği soğukkanlı bir şekilde anlatılıyor. Zehirli gaz ve yangın bombalarının da kullanıldığı yer alıyor.

18 Kasım 1937’de İsmet İnönü’nün: “Dersim meselesinden kurtulduk” demecini verirken Yunus Nadi de Cumhuriyet gazetesinde “Tarihe gömülen Dersime dair” başlıklı yazıyı kaleme alıyordu.

Mart ayındaki karakol baskınında 33 askerin şehit edilmesine karşı yüzlerce isyancı öldürülmüş, Seyit Rıza ile kimi aşiret liderleri de 15 Kasım’da meydanda asılmıştı.

Dersim Harekâtı yaklaşan kış ayları da düşünülerek sona erdirilmişti. Tunceli Valisi Korgeneral Abdullah Alpdoğan daha 2 Ekim 1937’de telgrafın başında bizzat bulunarak İçişleri Bakanına durumun sakin olduğunu, bugüne kadar 4 bin silah toplandığını ve kış bastırmadan uygun trenlerle dışarıdan gelen askerlerin garnizonlarına dönmesini tavsiye ediyordu.

Gerek Bakan Şükrü Kaya gerekse Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak bu öneriye karşı çıkarak, harekâta bölge dışından katılan bütün birliklerin yerine sadece bazılarının geri çekilmesi emrini verdiler. Keza Ekim 1937’de çıkarılan kararnamelerle jandarma ve diğer birliklerden teskeresi gelenlerin askerliği uzatılıyordu. Hükümetin Tunceli’den çıkmaya niyeti yoktu ve daha uzun süre kalacağı belliydi. Bu gerginlik 2 Ocak 1938’de Kalan Deresi’nin olduğu bölgenin boşaltılma kararıyla aradığı kıvılcımı bulur.

Kararın uygulanması için gelen 7 jandarma ve arkasından basılan Mercan Karakolu’ndaki iki asker şehit edilir. Durmuş gibi görünen çatışmalar, yerini asıl gerçeğe; bölgenin kendi yapısıyla devlet arasındaki mücadeleye bırakır.

1937 yılında ordu karşısında yenilen aşiretlere yardım etmemiş, çatışmalara girmemiş aşiretler, bu sefer sıranın kendilerine gelmekte olduğuna inanarak birlikte direniş kararı alırlar. Ankara ise, gerek mevsim koşullarını gerekse büyük çapta yeni bir operasyona hazırlanmak için gereken vakti dikkate alarak kış aylarının sona ermesini bekler. Beklenen ay Haziran’dır... 1, 3 ve 6 Haziran’daki çok sayıda yazışmada harekâtın ayın 10’undan önce başlayamayacağı belirtilmektedir. 6 Haziran 1938’de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Başbakan Celal Bayar’a yazdığı “çok gizli” ibareli yazıda Tunceli Harekâtı’na katılacak birliklerin tam listesini sunar ve bir hafta sonra harekât başlar.

Mercan Deresi, Kalan Deresi, Ali Boğazı, Merho Deresi, Laç, Dest gibi hem yoğun asinin bulunduğu hem mağaralar ve sarp kayalıklar nedeniyle coğrafi engellerin bulunduğu bölgeler ilk ve en önemli hedeflerdendir.

Tank ve uçakların da katıldığı operasyon şiddetli çarpışmalarla başlar.  Bu çağrılara uymayan aşiret üyelerinin sayısı birçok kaynakta en fazla 5 bin kişi olarak gösteriliyordu. Ancak, 2 Kasım 1939’da tutulan resmi listeye göre 13 bin 806 kişi öldürülmüş; 2 bin 967 kişi sağ yakalanmış; 4 bin 616 kişi de teslim olmuştu. Bütün bu operasyonlar boyunca 199 şehit verilirken, 354 asker de yaralanmıştı.  Hesapta bir tuhaflık vardı! Coğrafi açıdan çok zorlu mağaralar, sivri kayalıklarla dolu dağlara sığınmış ve her karışını avucunun içi gibi bilen binlerce silahlı Dersimli neredeyse 1’e 65 zayiatla çarpışmıştı... Hesabı bozan neydi? Ya isyancıların sayısı binleri bulmuyor; ya ölenlerin çoğu silahsız sivillerdi... Hangisi doğruydu? Dersim’le ilgili neredeyse yarım asırdır tarafların birinin “katliam” diğerinin “isyanın bastırılması” dediği tartışmayla ilgili devletin gizli arşivlerindeki belgeler ne diyordu? 10’dan fazla belgede ölenlerin sayısıyla askerin kayıpları arasında derin bir tutarsızlık var. Kimisinde yüzlerce isyancı öldürülürken orduda bir kaç asker yaralanıyor.  Kimi olaylar ise açıkça bir yargısız infazı çağrıştırıyor. Bunlara genellikle “esir köylülerin veya esirlerin kaçmaya kalkışmaları sırasında meydana gelen olaylar” ibaresi vurulmuş. Bir seferde 42, bir seferde 49 kişi “kaçarken” vurulmuş...              

En tuhafı da bazen sayı bile verilmiyor; sadece, “imha edildiler” denilerek geçiliyor telgraflarda, raporlarda, mesajlarda... Bir sayı bile olmuyorlar ölürken... Örneğin 3. Umum Müfettişi Orgeneral Kazım Orbay 12 Ağustos 1938’de bizzat Başbakan Celal Bayar’a geçtiği telgrafta 7. Kolordu’nun günlük çalışmalarını özetlediği 1. maddede “dünkü tarama sırasında mukâvemet eden Zel dağının 2 kilometre güneyindeki Demenanlıların Korpuk köyü bu sabah teslim olmuşlarsa da sevkleri esnasında kaçmak isteyenler imha edilmiştir” diyor. Maalesef, devletin gizli arşivindeki resmi belgeye göre, 1938’de bir orgeneral Başbakan’a bir köy halkının imhasını, sayılarını bile verme ihtiyacı duymadan bu kadar basit anlatabiliyor... 

19 Ağustos’ta Kalosan Deresi Sin nahiyesinde tarama yapılırken karşı koyduğu ifade edilen “haydut ve şeriklerden” tek çatışmada 290’ının öldürülmesi... Keza, Başbakanlığa çekilen bu telgrafta, “Mazgirt’ten son kafile olarak toplanan 41 Demananlı ve 11 Haydaranlı haydut sevkleri esnasında kaçmışlar ve dur emrine itaat etmediklerinden imha edilmişlerdir” cümlesi de aslında o gün o bölgede neler olduğunu çok iyi anlatıyor... Benzer şekilde 281 kişinin tek seferde ve neredeyse nasıl öldürüldüğü bile açıklanmadan imha edildiği yazılıyor 15 Ağustos’taki telgrafta da.

Tunceli Valisi’nin 16 Eylül 1938’de geçtiği telgraftaki soğukkanlı ifade ise kan donduran cinsten. Vali, şu cümleleri kullanıyor: “Elli yedinci alayın takviyeli bölüğü Tackerek civarında haydutların ateşine uğramış ve yarım saat müsaderede dört erkek, iki kadın, sekiz çocuk imha edilmiştir... Mûtad makamlara arz edilmiştir.” Kazım Orbay’ın imzasıyla geçtiği 15 Ağustos 1938 tarihli telgrafta da “41. Tümen, Munzur suyunun batısında tarama yaparken mukavemet gördüğü köylerdeki toplam 395 kişiyi imha etmiştir...” yazar. 

Hemen her önemli operasyonda “tayyareler” de görev alıyor ve özellikle köylerle coğrafî şartların zor olduğu yerlerde bombardımanda bulunuyorlar. Bazen insanlar ve hayvan sürüleri görüldüğünde de kim ve ne olduklarına bakılmadan yine bombardıman ediliyorlar.

 30 Mart 1937’de, Tunceli Valisi Alpdoğan’ın, Başbakanlığa yazdığı yazının 2. maddesinde “Tayyare Alay Kumandanı’ndan, yangın ve Milli Müdafaa’dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim” cümlesi de artık kimi uygulamaların inkâr edilemeyeceğini ortaya çıkaran bir başka örnek... Dikkat çeken bir yazışma da, Kırmızı Mağara denilen yerle ilgili. Derin ve geniş olduğu için çok sayıda Dersimlinin sığındığı anlaşılan mağaraya, muhtemelen bomba yanında boğucu gaz bombaları da atılıyor. Çarpışmalar süresince mağaradan onlarca ölü çıkıyor. Bunların 10’u ise çocuk...

Dersim Valisi Alpdoğan bir raporunda ‘’Muhterem Reisi Cumhurumuz, Milli Şefimiz bu Türkleri ıslah etmek emrini vermişlerdi’’ diye yazar. Katliamdan sonra ise çıkarılan iskân kanunlarıyla sürgünlerin kapısı açıldı.

Bütün bu isyanların Doğu ve Güneydoğu’da gerçekleşeceğini daha 1925’de Şeyh Sait isyanıyla devam eden ve durumun ciddiliğini kavrayan Ankara, aynı yıl Şark Islahat Plânını hazırladı. Plânda bölgenin Türkleştirilmesinden göçmen yerleştirilmesine kadar birbirinden tuhaf öneriler bulunuyordu. Ardından çıkarılan iskân kanunlarıyla zorunlu göç ve sürgünlerin kapısı açıldı.

‘Çarpışmalarda çocukların ölmeleri mümkün’

Haydar Kang 1938’de Hozat Kasabası, Ağzunik Köyünde, aralarında 70 yaşındaki annesi, bir kardeşi,üç gelinleri ve hepsi çocuk yaşta sekiz yeğeninin öldürüldüğü iddiasıyla olaydan 1yıl sonra dava ve araştırma dilekçesi veriyor. Komutanların dağa çıkan âsileri ele geçiremeyince köylüleri öldürmeye başladığını iddia eden Kang’ın dilekçelerini yıllar sonra Genelkurmay’dan bizzat başkan Orgeneral Nuri Yamut imzalı uzun bir cevap veriliyor. Yazıda şunlar yer alıyor: ’’…birliklerimizin harp hükümlerinin cari olduğu bu gölgede yapılan harekat sırasında ve çarpışmalarda dağlara kaçıp pusu kurarak askerlerimize silahla mukabelede bulunan âsilerin çocuk ve ailelerini tefrik etmeleri imkansız olup, yapılan çarpışmalarda bunlarında yaralanıp ölmeleri mümkün bulunduğundan...’’

2 bin kişi plânlandı 7 bin kişi için sürgün kararı çıktı

1933’de ’’çok gizli’’ anlamında çift hilal damgalı kararnamelerle tek tek hangi haneden, hangi ailelerin nerelere sürgün edileceği belirleniyor.1939’a ait 2 belge sürgün edilenlerin sayısının 16 bin 500’e ulaştığını da gösteriyordu. Dersimlinin dağlarda başlayan ve kanlı biten yolculuğu şimdi yollarda sürecekti…

Belgeler arasında en ilgi çekenlerden birisi 17 Temmuz 1938’de başlayan Başbakan, bakanlar ve Genelkurmay Başkanlığı arasındaki yazışmalar, Belgeler Başbakan Celal Bayar, ilk başta 2 bin kişi olarak tahmin edilen sürgünlerin ağırlıkla sanayi ve maden bölgeleri olan İzmit, Karabük, Keçiborlu, Zonguldak, Fethiye, Sivas’a gönderilmesini öneriyordu.

Temmuz 1938’de yani Dersim’in bir kan gölüne çevrilmeye başlandığı sırada Ankara’da ise farklı bir telaş vardır: Harekât için madalya basılacaktır. Aylarca, sadece bu madalyanın basımı, dağıtımı için tam 22 ayrı yazışma yapıldığını gösteriyor devletin ‘’gizli’’ belgeleri… Her manevra için olduğu gibi Dersimde’ki  3. Ordu Manevra’sının hatırası için’de 500 adet madelya bastırılmasına karar veriliyor. Ancak subaylara, gelen misafirlere derken sayı yetmiyor ve 1000 tane daha bastırılıyor. Sonra bir 500 tane daha bastırılmasına karar veriliyor. Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak öyle heyecanlı ki; yazışmalardan birisinde madalyaların özel kutularında ve tayyare ile gönderilmesini bile talep ediyor...  

11-12 Ocak 2012 Star Gazetesi