Kapak

Furkan’a Zulüm Devam Ediyor

Paylaş:

Furkan Hareketi mensupları olarak bizlere yapılan zulüm ve haksızlık (konferans vb. etkinliklerin yasaklanması) üç yılını doldurdu. Nisan 2014’te Konya Konferansı öncesinde başlayan, İstanbul Bağcılar Konferansımızın yasaklanması ile açığa çıkan ve gün geçtikçe zulmün gerçek sebebinin ve faillerinin daha da netleştiği zulüm, haksızlık ve engellemelerle dolu üç yıllık bir süreci geride bıraktık.

Geride bıraktığımız 3 yıllık süreçte Furkan Hareketi mensupları olarak bize yapılan zulme değineceğim ama öncelikle bir konunun altını çizmek istiyorum. Toplumda bizim hakkımızda şöyle bir algı oluşturulmak isteniyor: Bu Furkancıların tek derdi konferanslarının engellenmesi ve sanki spor salonları verilmeyince konuşmaya, eleştirmeye başlamışız! Böyle gibi bir imaj oluşturuluyor. Böylelikle bir yandan hareketimizin gerçek hedefi (Allah’ın hükümlerinin hakim olduğu bir medeniyet arzusu) gözlerden kaçırılarak küçük bir takım hesaplar peşinde olan bir hareket gibi göstermeye çalışılıyor, diğer yandan bize yapılan engellemelerin haklı olduğunu ispat adına olmadık iftiralar atarak itibarsızlaştırıp halktan kopuk marjinal bir hareket gibi göstermek istiyorlar. Hâlbuki biz her meselede daima haktan yana tavır koyduk, kimsenin kuyruğu olmadığımız gibi, bazı makamlara gelmek için de birilerine yaranmadık. Spor salonlarında konferans yapmak istememizin sebebi İslam Davasını, Tevhidi daha kalabalık kitlelere anlatmak içindir. Yıllarca tevhidi anlayıştan uzak kalmış toplumumuzu bu konuda bilinçlendirmek, şuurlu bir nesil yetiştirmek için spor salonları bir vesile idi bizim için.

Belki yazacaklarım tekrar olacak ama bazı şeylerin tekrarında fayda vardır, ancak o zaman anlatılmak istenen mesele zihinlerde yer bulabiliyor.

Muhterem Hocamız bir kaç meselede hükümeti eleştirirken; birinci olarak samimi bir hoca, samimi bir Müslüman olarak hakkaniyet sınırları içerisinde eleştiriyor. İkinci olarak bir muhalefet partisi gibi gündelik politika ile ilgili konularda değil, İslam’ı ve Müslümanları ilgilendiren konularda eleştiriyor. En önemlileri de Irak ve Suriye konusunda yapılan dış politika hatalarıyla Müslümanlara zarar gelmesi, bir de dönemin başbakanınca Mısır’a gidilip laikliğin tavsiye edilmesi ile Müslümanların laikliği ve demokrasiyi benimser hâle gelmeleri tehlikesi karşısında haklı eleştiriler yapmıştır ve yapmaktadır. Irak’ta ABD ile beraber hareket edilince orada katledilen bir buçuk milyon Müslüman Iraklının kanına dolaylı yoldan da olsa elimiz bulaştı, bu durum tarihimize kara bir leke olarak geçti. Bu yanlışa sessiz kalmamız, bu zulüm ortaklığına gözümüzü kapamamız istendi, onların isteğini değil dinimizin gereğini yaptık ve konuştuk. Hem de bugün değil, 1 Mart 2003’te mecliste tezkere oylanacağı günden bugüne kadar, yeri ve zamanı geldiğinde gündeme getirdik. Yıllar sonra bu zulmün faturasını ödüyoruz, bugün her ülkenin terör listesine dâhil ettiği DEAŞ vb. örgütlerin temelleri daha o zamanlardan atılmıştı. Suriye’de altı sene önce Arap Bahar’ından etkilenme ile toplumda bazı olaylar başladığında, Muhterem Hocamız bu işin böyle olmaması gerektiğini, bunun Müslümanlar için gerçek bir bahar değil yalancı bir bahar olduğunu söylemişti.

Bazıları Hocamızı cihad düşmanı ilan ederken, bir kısmı da daha ileri gidip tekfir ettiler. Yetkililer ise belki iyi niyetle ama maalesef basiretten yoksun aceleci bir tavırla Suriye’deki Müslümanları kıyama teşvik ettiler, organize olmadan, işin sonunu hesap etmeden üç beş ayda zaferle sonuçlanacağından emin ifadelerle meseleye yaklaştılar. Şam’da Emevi Camii’nde Cuma kılınması gibi. Gelinen noktada görüldü ki bu durumun faturası ağır oldu; Müslümanlar ve Suriye açısından, hatta bölgenin geleceği açısından çok vahim sonuçlar doğurdu. Resmi rakamlara göre altı yüzbin kişinin öldüğü, yaklaşık 10 milyon Suriyelinin mülteci durumda olduğu, ülkenin bir enkaz yığınına dönüştüğü, son zamanlarda yöneticilerimizin kendilerinin bile Suriye politikasının başından sonuna yanlış olduğunu itiraf ettiği bu tablo kimin eseridir? Böyle acınası bir tablo karşısında sadece ‘yanlış politika izlemişiz’ demek bize ne kadar da kolay geliyor. Sanki bir yapboz tahtasının başındaymışız gibi, ‘böyle yaptık ama pardon, yanlış hesaplamışız’ demek gibi. Bilinmelidir ki Suriye Müslümanlarına böylesi sözler Esad’ın kurşunlarından daha ağır gelmektedir. ABD ile birlikte ortak adımlar ata ata adeta insan ölümleri karşısında onlar gibi duyarsız olmuşuz. Hani ABD yanlışlıkla(!) sivilleri vuruyor, sonra da pardon koordinatlarda bir hata olmuş diyor ya, bizimkiler de gerekçe sunarken müttefiklerinin refleksiyle konuşur olmuşlar.

Suriye meselesinde de yapılan vahim hataları konuşmamamız ve olan bitene sessiz kalmamız istendiği halde duyarsız kalmadık, kalamazdık da. Çünkü biz, Allah Azze ve Celle’ye hesap vereceğiz, kullarına değil. Allah Celle Celaluhu mademki Furkan ismini bize nasip etti, biz de o ismin gereğini yerine getireceğiz. Yanlış kimden gelirse gelsin yanlıştır, doğruyu da kim yaparsa yapsın doğrudur. Hakka hak, batıla batıl demek Furkan olmanın gereğidir, haddizatında bu durum tüm Müslümanların da görevidir.

Bizim derdimiz söylemlerimizde haklılığımızı ispat etme derdi değil, İslam coğrafyası ve Müslümanlara zarar gelmemesi için çaba sarf etmektir. Bu ve buna benzer samimane nasihatler/tenkitler karşısında bize karşı bir karalama, iftira ve engelleme furyası başladı. Biz, zaman içerisinde tenkitlerimizde haklı çıktıkça onlar adeta haklılığımızı gölgelemek adına farklı iftiralarla gündemi değiştirdiler. Attıkları iftiralarda o kadar tutarsız ve mesnetsizler ki birbirine taban tabana zıt ithamlarda bulunuyorlardı: Fetöcü, HDPci, DEAŞçi, İrancıgibi.. Bir kısım Müslümanlar da ‘şimdi hükümeti zor durumda bırakacak açıklamalar yapmayalım, düşmanın ekmeğine yağ sürmeyelim’ mantığı içerisinde olan bitene sessiz kalmanın gerekçesini (!) sunuyor, aynı zamanda da konuştuğu için Hocamızı suçluyorlardı.

                Süreç bu şekilde devam ederken, başlangıçta Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı spor salonlarını vermeyenler daha sonra düğün salonlarını da tehdit ederek gerçek niyetlerini daha bir gözler önüne serdiler. Aslında bizi engellemelerinin esas nedeni sadece bir kaç meselede onları tenkit etmemiz değildi. Tevhidi bir hareket olmamız, halka açılmamız, eğitim üzerinde durmamız, geçmişten bugüne dengeli tavrımızı, istikametimizi sürdürmemiz, beşeri tüm sistemlere –laiklik,demokrasi dâhil- muhalif tavrımız, İslam Medeniyeti özlemi içinde olmamız bizi engellemelerinin asıl nedenidir.

Aslında Muhterem Hocamızın son günlerde söylediği/deşifre ettiği din düşmanı derin gizli komite, tüm İslami cemaat ve tarikatlere düşmandır. Ancak hükümete yönelttiğimiz bazı tenkitleri kendilerine siper ederek (onların bahanesiyle) engellemelerini ve orantısız müdahalelerini bizim üzerimizde sergilediler. Nasılsa bunları savunacak kimse yok diyerek ilk bizden başladılar. Başlangıçta salonlar verilmedi, sonra düğün salonları programları da çeşitli şekillerde engellendi. Birçok şehirde resmi başvurular yapılıp, gerekli afiş çalışmaları ve duyurular yapıldıktan sonra son dakika iptalleriyle (OHAL veya başka gerekçelerle) programlar engellendi. Hatta en son basın açıklaması hakkımız bile engellendi, orantısız güç kullanılarak büyük bir zulüm sergilendi. 22 Nisan 2017’de konferansımızın iptalini duyurma ve özellikle Mavi Marmara şehitlerine yapılan hakaretleri protesto amacıyla yapacağımız basın açıklaması TOMA’lı, biber gazlı, plastik mermili müdahale ile engellenmeye çalışıldı ve Furkan Hareketi mensupları olarak bizlere açıkça zulmedildi. Özellikle kadınların bulunduğu tarafa müdahale ederek böylelikle erkekleri tahrik etmek, Furkan Hareketi mensuplarını fevri davranmaya zorlamak, polise mukavemet etmeye zorlayarak zulümlerini topluma meşru göstermek istiyorlardı. Böylesi acımasız müdahaleyi belki 28 Şubat sürecinde görmek mümkündü ama onlar bile bu kadar sert değildi. Aynı zamanda genel merkezimizde hareketimize yapılan bu müdahale ile gücümüzü, birlik ve beraberliğimizi, direncimizi kırmak istiyorlardı. Böylelikle diğer cemaatler ve vakıflara da bir gözdağı vermek istiyorlardı. Bu ve buna benzer planları tutmadı. Allah Azze ve Celle’nin yardımıyla, Muhterem Hocamızın, kardeşlerimizin cesur ve kararlı tavırlarıyla bizler cemaat olmanın rahmet olduğunu cümle âleme gösterdik ve tüm dağıtma çabalarına rağmen dağılmadık, basın açıklamasını gerçekleştirdik onlar da istedikleri sonuca ulaşamadılar. Ulusal bazı kanallarda ‘yaklaşık 200 kişi olarak gösterilecek haberler yapılsa da hâlbuki yaklaşık on bin kişi vardık, sonuçta sosyal medya hesaplarından tüm Türkiye hatta tüm dünya bize yapılan bu zulmü görmüş oldu.

Müdahale başlamadan hemen öncesinde arkadaşlarımızdan bazıları polislere gül uzatıyorlardı, onlar ise gülü almadıkları gibi yüzlerinde sert, nefret içeren ifadelerle karşılık veriyorlardı. Daha sonra TOMA, biber gazı, plastik mermilerle sert müdahalede bulunup, birçok kişiyi darp ettiler, yaklaşık 100 kişiyi ise saatlerce süren gözaltına aldılar. Bugüne kadar yüzlerce konferans vb. etkinlik yapmışız hiçbir programımızda bir arbede yaşanmamış, bir cam parçası dahi kırılmamış, kimseye bir tokat atılmamıştır. Bizimle ilgili var olan arbede görüntüleri bize yapılan zulümlerle ilgilidir 2016’da İskenderun Konferansı ve 22 Nisan 2017’de Adana basın açıklaması.‘Zulüm kısmak istediği sesi nara yaparmış’ sözü bir kez daha ispatlandı. Sonuçta Allah Azze ve Celle’nin yardımı ve yönlendirmesi ile Adana Sabancı Merkez Camii’nde, müdahale edilen, dağıtılan kardeşlerimizin Hocamızın önderliğinde tekrar bir araya gelmesiyle yaklaşık on bin kişinin katılımıyla bir basın açıklaması yapıldı. Bize haksız ve acımasız müdahale yapanlarla ilgili bir soruşturma yapıldı mı bilmiyoruz. 28 Şubat zihniyetinin bitmediğini, Müslümanları daha zor günlerin beklediğini, derin ve din düşmanı bir komitenin devletin sinir uçlarına sızıp söz konusu Müslümanlar olduğunda ne kadar acımasız olduklarını mağduriyetimiz üzerinden göstermiş olduk. Muhterem Hocamızın dediği gibi: ‘Eğer bu olay Müslümanların uyanışına, birlik beraberliğine vesile olacaksa başımıza gelenlere aldırmam!’

Yeri gelmişken bu olayla ilgili bizim mazlum ve mağdur olduğumuzu, bize yapılanın zulüm olduğunu söyleyen, sosyal medya hesaplarından destek veren tüm Müslümanlara teşekkür ediyoruz. Bu zulme sessiz kalanları ya da alkışlayanları Rabbimize havale ediyoruz. Son zamanlarda hükümete yakın hocaların ve derneklerin faaliyetlerinin OHAL bahanesiyle yasaklanması da gösteriyor ki aslında tüm İslami faaliyetler zayıflatılmak, bitirilmek isteniyor. Bu durumu ülkemizdeki İslami camianın önde gelenleri dillendirse, bunun hepimizi ilgilendiren ciddi bir mesele olduğu üzerinde durulsa, ‘benden olmayana yapılana sessiz kalma’ anlayışı terk edilse bu oyun tersine döner, İslami hareketler açısından her şey daha güzel olurdu. Aksi takdirde bugün bize yapılan yarın bir başkasına, diğer gün bir başka İslami kesime yapılmaya devam eder, en sonunda da hükümetin kendisine müdahale edilir.

                Durumumuz benzerlik arz ettiği için daha önceki sayıların birinde yazdığım tarihi bir olayı tekrardan nakledeyim: ‘Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim.

Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı da değildim. Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı”1

 

1 - Martin Niemöller, Alman İlahiyatçı, Protestan Kilisesi’nin Nazilerle işbirliği yapmasına muhalefet eden kilisenin yöneticisi.